Gülen röportajının perde arkası
Abone olABD'ye gittikten sonra Gülen'le görüşmek için 3 gün bekleyen Akman, röportajın perde arkasını Aksiyon'a anlattı
“Hocaefendi, Risalelerin günümüz Türkçesine çevrilmesine yandaş
olduğunu söylüyor. Bu yüzden çok azarlanmış, hırpalanmış. Vaktiyle
Necip Fazıl da bu işe talip olmuş ama ona da müsaade edilmemiş.”
Maske düşüren gazeteci olarak nam salan Nuriye Akman’ın Sabah’ta
yayınlanan M. Fethullah Gülen röportajını koparması hiç de kolay
olmamıştı. Akman, sekiz yıl aradan sonra, Zaman gazetesi adına
Gülen ile yeni bir söyleşi yapmak için harekete geçti. Zaman
gazetesinde çalışıyor olması onu, sırada bekleyen diğer
gazetecilerden ayrıcalıklı yapmamıştı. Amerika’ya sürekli haber
yolluyor ama bir türlü olumlu cevap alamıyordu. Bir süre önce,
Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, Hocaefendi'ye
“Nuriye Akman sizi ziyarete gelmek istiyor” deyince bu sefer olumlu
yanıt gelmiş. İlk uçakla ABD’ye uçan Akman, ziyaretçi olarak
karşılanmış ancak röportaj için geldiğini söyleyince işin rengi
değişmiş. Hocaefendi, “Ben böyle bir söz vermedim” diyerek
direnmiş. İki gün konuşmamış. Sonunda ‘bekleyen dervişe’ muradına
ermiş. Hocaefendi, rahatsızlığına rağmen onca yolu kateden Akman’ı
kıramamış. Üç gün süren görüşmeden yılın röportajı çıktı. Sekiz gün
sürecek röportajın arka planını Nuriye Akman’la konuştuk... —
Fethullah Gülen ile neden ikinci kez röportaj yapmak istediniz? O
zaman ilk kez tanışacaktım, dolayısıyla kamuoyu onu ilk kez bu
röportajla tanıyacaktı. Kimdir bu insan sorusu üzerine
yoğunlaşmıştım. Bu sefer hastalığını, yurtdışında yaşamak zorunda
kalışını, mahkemenin sonuçlanmasını biliyoruz. Başka bir şey
bilmiyoruz. Onunla her dakika telefon açıp konuşulamıyor. Hangi
şartlar altında yaşadığını bilmiyordum. — Kendisini nasıl buldunuz?
Bir değişiklik gözlediniz mi? Bu sefer daha dingin gördüm. Beş
yılın acısı, memleketinden uzakta kalmışlığın getirdiği bir hasret
duygusu var. Haraketlerinde, bakışlarında, yorumlarında daha bir
dinginlik, durgunluk gördüm. Olgunlaşmış desem benim yaşıma uymaz,
doğru deyimi bulmakta güçlük çekiyorum ama daha dingin, durulmuş
diyelim. ‘Zamanın insan üzerinde etkileri olur ama ben mizacım
itibariyle çok fazla değişmedim’ diyor. Geçirdiği son beş yılı
hayatının en acılı yılları olarak nitelendiriyor. Kendisi şu anda
66 yaşında. 20 yaşından bu yana hayatının hep böyle acılı,
takiplerle geçtiğini söyledi. Kendisini histerik derecede duyarlı
olarak niteledi. — Hocaefendi’nin durulmamış halini nasıl tarif
edersiniz? Bilmiyorum daha mı heyecanlıydı ya da onun cami
kürsüsünden ağlarken, çırpınırken verdiği vaazları vardı kafamda.
Belki onlarla örtüştürdüğüm için daha heyecanlı diyorum. Tabii
zamanla hastalıkları çok arttı. Bu sefer ne kadar hassas bir insan
olduğunu daha iyi fark ettim. Gözleri kanlıydı. Ya ağlamaktan yahut
günde 20 tane ilaç içtiğinden. Uykusuz geceler geçirdiğini
öğrendim. Ama acısını çok güzel yönetiyor. İnsanlara belli etmemeye
çalışıyor ama ciğerinin dağlandığını hissediyorsunuz. Bunu zaman
zaman usturuplu biçimlerde ifade ediyor. O kadar hassas ki, kendi
üzüntüsüyle kimseyi üzmek istemiyor. — Sağlık durumu nasıldı? Beş
yıldır beklemişim bu söyleşiyi yapmak için; bir an evvel daha çok
soru sormak, onunla daha çok vakit geçirmek istiyorum. Fakat bir
süre sonra şekeri de olduğu için yorgun düşüyor. Dili damağına
yapışıyor. Tansiyonunda oynamalar oluyor. Doktoru fark ediyor ve
tansiyonunu ölçüp ‘Tamam, yeter bu kadar’ diyordu. Doktor uyarmasa
öle öle devam edecek. Yani o kadar da kibar. Yoruldum artık,
kötüyüm demeyecek kadar da nazik bir insan. Türkiye’den gelecek en
ufak bir üzücü haberle, zaten kötü olan sağlık durumu birden bire
bozuluyor. — Amerika’nın Fethullah Gülen’e bakış açısı nasıl?
Amerikalılar sizi misafir olarak mı yoksa mülteci olarak mı
görüyor, diye sordum. ‘Resmi kişilerle görüşmedim ama sadece bir
kez geldiğim zaman görüştüm. Beni burada din görevlisi olarak
görüyorlar. Din görevlisi olarak ikamet ediyorum’ diyor. —Orada
kalmasında bir sıkıntı var mı? Hayır. Hiç kimse gelip sormuyor. O
da hiçbir yetkiliyle görüşmüyor. Kimseyi tahrik etmemek için
—gazetecilerin bile— görüşme isteklerini reddediyor. Bir odanın
içinde dışarıya bile çıkmadan, kendi yağıyla kavruluyor. —
Türkiye’deki davalar için ifadesi alınmak üzere davet edilmiş...
Resmi olarak çağrıldığı için bir tek o zaman gidiyor. Oradaki
yüksek düzeyde bir hakim, Türk hakimin gönderdiği soruları soruyor.
Hakim, soruları çok yadırgamış, gülmüş hatta. ‘Bu ne!’ demiş.
‘Nerede diğer örgüt elemanları, hiç yakalanan biri var mı?’ diye
sormuş. Bir ara susayınca, hakim gitmiş kendisine bir bardak su
getirmiş. Ne kadar iyi muamele yapıldığını, duygulandığını
anlatıyor. — İstanbul’daki saldırıları nasıl değerlendiriyor? Onu
direkt sormadım. Fakat olayı duyar duymaz Hahambaşı’nı aradığını,
çok üzüldüğünü, başsağlığı dilediğini, başka bir konu vesilesiyle
söyledi. İntihar komandolarının İslamla bağdaşmayacağını söyledi.
Bazı ham Müslümanların, Müslümanlığı anlamadaki eksikliği yüzünden
fedaileri bu eylemlere teşvik ettiğini, bundan üzüntü duyduğunu
söyledi. Ben de ‘Bunu cihat gibi kabul ediyor olabilirler mi?’ diye
sorduğumda “Cihadı şahıslar ilan edemez, ancak devlet başkanı ya da
ordunun başkanı savaş ilan edebilir. Aksi takdirde bir kaos olur.
Herkes kendi savaşını ilan eder” dedi. Müslümanlık adına terör
yapan insanları Müslümanlığı anlamamakla suçladı. Bu nedenle
herkesin, eğitimcilerin suçlu olduğunu anlattı. Bence çok radikal
bir tespit. İslami kesimde bu kadar açıklıkla bu konuya karşı
çıkılmamıştı. — İslam dünyasının jeopolitiği üzerine neler
düşünüyor? Müslümanlığı temsil eden bir devletin bulunmadığını
söyledi. “İslam dünyası diye bir dünya yoktur” dedi. Bence bu
siyasal İslam’ın önünü kesen bir yorumdu. Müslümanların şu anda
dünyanın dengesine katkıda bulunacaklarına ihtimal vermediğini
söyledi. Belli ölçülerde bir aydınlanma olsa bile dünyanın
problemlerini çözecek durumda olmadıklarını ifade etti. İslam
dünyası tabirinin kullanılmaması gerektiğini söyledi. Kültür
Müslümanlığından bahsedilebileceğini belirtti. — Türkiye ile ilgili
değerlendirmeleri oldu mu? Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının iyi
olduğunu söyledi. Bunun Allah’ın bir cezası olduğunu, çünkü tekke
ve zaviyelerin çok dar bir bakış açısıyla İslamı yorumladıklarını,
herkese bağırlarını açmadıklarını söyledi. — Türkiye’ye dönmeyi
düşünüyor mu? Yasal bir engel yok ama geldiği zaman neler olacağı
da belli değil. Gelişiyle burada bir negatif durum oluşmasın diye
çok yönlü düşünüyor. “Türkiye’ye dönersem yeniden fırtınalar
kopacak diye endişe ediyorum” diyor. İçinde bulunduğu durumu Âraf’a
benzetiyor. — Sıla hasretini nasıl gideriyor? 50 ilden getirilen
toprak var. Onlara birer mücevher gibi bakıyor. Onlarla hasret
gideriyor. Bunları Kâbe’den gelmiş toprak gibi nitelendiriyor.
Bunlara bakarak teselli oluyor. — Hocaefendi’nin bir günü nasıl
geçiyor? Namazların dışında odasından dışarıya pek çıkmıyor.
Okuyor, çalışıyor, Sızıntı’ya, oraya buraya yazılar yazıyor. Her
tür kitabı okuyor. Türkiye ve dünya haberlerini takip ediyor.
Türkiye’de ne oluyorsa biliyor. Kendini o bakımdan diri tutuyor.
Derin ve lezzetli sohbetler yapıyor. Odaya girdiğinde ayağa
kalkamıyorsunuz. Ayağa kalktım diye öyle kapıda bekliyor. Bana otur
yoksa girmez içeriye diye işaret ettiler. Öyle ayağa kalma yok.
Kimseye de el öptürmüyor. — Hz. İsa’nın son saatlerini anlatan
filmi izleme imkanı bulabilmiş mi? Ben bir gece önce gittim ona
sualler sorabilmek için, filmi izledim. “Bana detaylarını
anlattılar, DVD getirecekler” dedi. Üzerinde düşünülmesi gereken,
dünya problemini anlatan filmleri seyrediyor. Hz. İsa filminde
Yahudilerin kışkırtılmasının barışa hizmet etmediğini söyledi. —
Aksiyon’un Hz. İsa kapağı Türkiye’de çok tartışıldı. Bu konuda
herhangi bir şey söyledi mi? ‘Arkadaşlar iyi niyetle yapmışlar ama
resmini basmak zorunda değillerdi’ dedi. — Koruması var mı? Yok. —
Nasıl bir yerde yaşıyor? Evi ormanlık bir alanın içinde. Orada
küçücük bir göl var, şirin. Nadiren çıkıyormuş dışarıya. Kendisini
her şeyden çekme duygusu var. — Yemeklerini kim yapıyor? Malzemeler
Türkiye’den mi geliyor? İki tane şahane aşçı var. Biz tabakları
silip süpürüyoruz. Hocaefendi tabağın üçte birini yiyor. Kuş gibi
yiyor. Çayın yanında iki tane badem, bir tane hurma getiriyorlar.
Pensilvanya yakınlarında bir Türk mahallesi var, oraya her şey
Türkiye’den geliyormuş. — Size karşı davranışı nasıldı? Son derece
kibar. İlk gittiğimde de çok kibardı. Bu sefer de öyle. Siz nasıl
isterseniz diye bazı şeyleri bana bırakıyordu. — Uzun süren
röportaj sayesinde yakından tanıma fırsatı buldunuz. Hocaefendi’yi
nasıl tanımlarsınız? Bence o sınırlarda değerlendirilemeyecek kadar
derin bir insan. Bunu bu kez fark ettim.