Gülen ile ulusalcılar aynı safta!
Abone olFethullah Gülen ne demek istedi? İHH'yı eleştirmesi ne anlama geliyor? Köşe yazarlarından çarpıcı yorumlar geldi..
İNTERNETHABER.COM- Fethullah Gülen'in
İHH'yı İsrail'den izin almadan yola çıkmasını eleştirmesi gündeme
bomba gibi düştü. ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street
Journal’a verdiği söyleşide Gülen'in “IHH’nin politik bir amaç
güdüp gütmediğini söylemek kolay değil” şeklindeki sözleri
konuşuluyor.
Gazeteler kamuoyu ve köşe yazarları Gülen'in şifrelerini çözmeye
çalışıyor. Gülen'in çıkışını ulusalcılar ile Gülenciler'in aynı
safta buluştuğu yorumları da yapıldı.. Hatta kudreti artan Erdoğan
ile Gülen cemaatinin kapışması olarak da niteleyenler var.
Analizler ve ilginç sosylojik tespitler dikkat çekici. En çarpıcı yorumlar Ahmet Hakan ve Taha Akyol Serdar Akinan'dan geldi. Muhafazakar medyayı eleştiren bazı yazarlar da Gülen'in sözlerini referans aldı. İşte köşe yazarlarının Gülen yorumları:
Mehmet Ali Birand (Posta): Milli Görüş, Gülen çatışması
Son gelişmeler, Milli Görüşçüler ile Fethullah Gülen arasındaki yaklaşım farkını bir defa daha ortaya çıkardı. Şu sıralarda, Türkçe Olimpiyatları büyük bir gövde gösterisiyle tüm ekranları dolduruyordu. Marmara Gemisi olayı bu organizasyonu sildi süpürdü. Ekranlardan düştü. Fethullah Gülen de, İsrail’e yönelik Milli Görüşçülerin savaşını, ilk defa açıkça eleştirdi. Böylesine duygu dolu bir dönemde böyle bir eleştiri birçok çevrede şok yarattı.
Fethullah Gülen hareketi ile Milli Görüş hareketi arasındaki
yaklaşım farkı, hiç beklenmedik şekilde ortaya döküldü.
Milli Görüşçüler çok memnunlar. Konuştuklarım “Fena bir gol attık”
diyorlar. Golü de Gülencilerin kalesine attıklarını
söylüyorlar.
Baktım da, gerçekten Gülen ekibi rahatsız.
Tam Türkçe Olimpiyatları gibi dev bir organizasyonun tam
ortasındayken ortaya çıkan Mavi Marmara Gemisi, tüm
gösterilerin ikinci plana düşmesine neden oldu. Onca çaba, boşa
gitmedi ancak gereken medya ilgisini toplayamadı.
Gülen Cemaati Milli Görüşçülerin bu kampanyalarını da oldukça net
şekilde eleştiriyorlar. Hele Fethullah Gülen’in, Amerikan Wall
Street Journal ’daki söyleşisi, bunun en tipik örneği.
Gülen ekibi, Milli Görüşçüleri kaba ve İslam’ı kullanarak, sırf
kendi propagandalarını yapmak için abartılı bir gösteri peşinde
koşmakla suçluyorlar.
“Biz de Gazze’ye, hem de yıllardır muazzam yardım yolluyoruz.
Amacımız Gazzelilere insani yardım yapmak olduğu için, BM aracılığı
ile ve normal yollardan götürüyoruz.” diyen, Gülen’e yakın bir
isim, Milli Görüş’ü Türkiye’nin başına dert açmakla suçluyordu.
Gülen’in söyleşisi de hemen hemen aynı çizgide.
Doğrusu ben şaşırdım.
Toplumda öylesine bir duygu kabarması var ki, bu ortamda Gülen’den
böyle bir eleştirinin gelmesi, çok anlamlı. Gülen, kendini son
derece farklı bir yere koyuyor ve aşırı İslamcılığın en etkili
muhalifi oalcakmış gibi bir izlenim veriyor. Çok dikkatle
dinlenmesi ve bazı dersler alınması gereken uyarılarla dolu bir
söyleşi..
Nazlı Ilıcak'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Nazlı Ilıcak (Sabah): Gülen'in yorumu
Fethullah Gülen, İHH'nin davranışını "fayda getirmeyecek
şekilde otoriteye başkaldırmak" diye nitelendiriyor. Bu
tespite mukabil, şöyle bir soru sormak isterim: "Otorite
zulmediyorsa gene itaat mi icap ediyor?"
Zalime
itaatin, ne insani, ne İslâmi bir karşılığı olduğunu sanmıyorum.
Ayrıca, Gazze gönüllüleri, çok önemli bir başarı elde ettiler:
İsrail'in ablukasını yeniden dünya gündemine taşıdılar. Onurları
zedelenerek, yokluk içinde yaşamak zorunda bırakılan
Filistinlilere, onları düşünen, onlarla birlikte üzülen insanların
var olduğunu hatırlattılar. Burada bir fayda yok mu?
Gülen, niçin böyle bir eleştiri yapma lüzumunu hissetti
bilemiyoruz. Türkiye'de olsaydı, belki halkın hissiyatını görür,
onları rencide edebilecek bu gibi sözlerden imtina ederdi.
Ahmet Hakan'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Ahmet Hakan (Hürriyet): Derin olmayan bir
analiz: Gülen ne yapmak istiyor
GELİN Fethullah Gülen’in siyasal çizgisindeki önemli
duraklara bir bakalım:
* Türban eylemlerine karşı çıktı.
* Türbanlı kızlara “Otoriteyle çekişmektense açın başınızı
girin” dedi.
* Milli Görüş hareketine karşı mesafe koydu.
* Demirel’le iyi ilişkiler kurdu.
* Refah Partisi’nden farklı olduğunu göstermek amacıyla
“diyalog” adı altında toplantılar düzenleyip çeşitli kesimlere
açıldı.
* 28 Şubat’ta Erbakan’ı eleştirdi, askere destek verdi.
* 28 Şubat’a karşı en küçük bir direniş göstermedi.
* Ecevit’le yakınlaştı.
* * *
Bütün bunlardan “Fethullah Gülen’i nasıl bilirsiniz?” sorusuna şu
türden yanıtlar çıkar:
* Macerayı hiç sevmez, gözü kara değildir.
* Denge adamıdır ve aşırı ihtiyatlıdır.
* Türkiye’nin dünya sistemi içindeki yerini
önemser.
* Temkin onun şiarıdır, kelimenin tam anlamıyla
ılımlıdır.
* Radikalizme karşı mesafelidir.
* Savrulmaz, intizamsızlığa asla prim vermez.
* Kontrollüdür, cemaat içinde hiyerarşiye uyum ister.
* * *
Bu özelliklere bakarsak...
Fethullah Gülen’in “Gazze gemileri”ni eleştirmesi karşısında
şaşırmamamız, hayret etmememiz gerekir.
Ama şaşırıyoruz, ama hayret ediyoruz.
Neden mi?
Şundan dolayı:
Fethullah Gülen epey bir zamandır, hareketini AK Parti içinde
eritmişti.
Darbe planlarına karşı hayli enerjik, askerin etkinliğinin
kırılması için de epey agresif bir çizgi izliyordu.
Yani bu konuda AK Parti ile yüzde yüz uyum içindeydi.
* * *
Ama ne zaman ki “İsrail /ABD / Gazze gemileri” konusu gündeme
geldi, işin rengi birden değişti.
Gülen, AK Parti ile ayrışma ihtiyacı hissetti.
Bunun üç temel nedeni var:
* BİR: Askeri geriletmenin dünya sistemi
açısından bir sorun teşkil etmediğini bilen Fethullah Gülen, “gemi
olayı”nın dünya sistemi tarafından “çok aşırı bir hareket” olarak
algılandığını gördü. Ve sistemden kopmak istemedi.
* İKİ: AK Parti’nin dünya sistemiyle
uyumsuzluk sürecine girdiğini gördü ve bu nedenle AK Parti’den
ayrışmak istedi.
* ÜÇ: AK Parti’nin hafiften gerileme
sürecine girdiğini, CHP’nin hafiften yükselişe geçtiğini, ufukta da
bir CHP-MHP koalisyonunun göründüğünü fark etti.
Serdar Akinan'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
Serdar Akinan (Aksam): Müslümanlar saflara? Peki hangi
saflara
Fethullah Gülen'in dünkü çıkışı, birileri için gerçekten
şaşırtıcı olabilir. Olmasın. Bu bir saf duruştur. Nettir.
Nicedir açıktır...
Tıpkı, Davutoğlu'nun dış politikada yaptığı tasarımın pratiğe
dökülmesinin de AKP açısından net bir saf duruş olması gibi...
AKP, Türkiye'yi Ortadoğu'nun 'ılımlı gözlemci'sinden 'nüfuzlu
oyuncu'su statüsüne çıkarttı.
Sünni Müslüman dünyanın örtülü siyasi lideri Tayyip
Erdoğan'dır.
Teslim edelim.
İran konusunda Brezilya'yla ortak yürütülen 'takas anlaşması'
Washington'da birilerini çok mu memnun etti sanıyorsunuz?
Elbette değil.
Foreign Policy dergisinde çıkan bir yazıda, ABD-Türkiye ilişkisini
'model ortak' kavramından 'Frenemy' (arkadaşımsıdüşman) kavramına
taşıyan tedirginlik dolu bir yazı yayınlandı. Önemlidir...
Ama tam da bu noktada durup bir tespit yapalım.
Vaziyetin muğlaklığı net.
Dünyada güçlü İsrail lobisinden, medyadaki, finanstaki, ticaretteki
kollarından; 'karar vericilerin' Yahudi olmasının nasıl korkulacak
bir şey olduğundan dem vuran öcü masallarını yıllarca dinledik.
Elbette doğruydu. Ama zemin değişti... Aktör, aktörcüklere
dönüştü...
Karşımızda tek bir yapı yok...
Tıpkı iki kutuplu dünyadan aslında tek kutuplu bir dünyaya
geçmediğimiz gerçeği gibi...
Güç adacıkları oluşuyor... Oluştu.
Bunu gören, buna göre pozisyon alan bir Türkiye var.
İsrail'e yapılanı da tam bu çerçevede okumak gerek.
İskenderun'da 'Mavi Marmara'nın bandırası zekice değiştirilirken,
AKP yönetiminin bu adımdan bihaber olduğunu düşünmüyorum.
Başbakan'ın, 'Yeniden gideceğiz...' diyen sivil gönüllülere
'Hayır... Gitmeyeceksiniz.' sözü talimattır.
Bunu not edin.
Şimdi gelelim 'Hocaefendi'nin bu çıkışının ne anlama
geldiğine...
'Ne tuhaf, Ulusalcılarla Gülenciler aynı saflarda... İsrail'in
yanında...' yorumlarını duyar gibiyim...
Öyle ya... Ulusalcıların son kalesi İsrail değil mi? Veya ABD'deki
İsrail...
Bu çıkışla 'Hamas'ın yanında duran' İHH'ya, hatta Başbakan'a ayar
veren Fethullah Gülen, bir saf duruş sergilemiyor mu?
Kafanız karışmasın...
Gülen hareketi, Erdoğan'ın giderek artan kudretinden...
Erdoğan da Gülen hareketinin sandığa ve bürokrasiye etkisinden
hoşnut değil...
Baykal'ın o gün çıkıp durduk yerde Gülen hareketine selam çakması
neydi?
Fethullah Gülen'in 'Bunlar hoş görüntüler değil' demesi ne?
Burada bir kudret tanzimi yapılıyor.
Peki, Müslümanlar nerede saf tutuyor?
Kendini Müslüman olarak tarif eden, siyasi bir duruşu olanların
asıl sorması gereken soru budur.
Birileri Müslümanlara, 'Aaaa kuşa bak' derken aslında ne
oluyor?
Yoksa ne Erdoğan'ın, ne Davutoğlu'nun ne de Gülen'in durdukları yer
itibarıyla samimiyetsiz laflar ettiğini düşünmüyorum.
Hatta ötesinde mevcut tablonun Türkiye'deki siyaset fotoğrafını
algılamak için hakiki ve hayati bir veri sunduğunu düşünüyorum.
Taha Akyol'un yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Taha Akyol (Milliyet): Gülen ve İHH
İSRAİL‘e karşı Türkiye’de cenaze namazlarında “şehitlik”
duyguları yükselirken, Fethullah Gülen’in The Wall Street
Journal‘da ‘beklenmedik’ bir açıklaması çıktı. Gülen, İsrail’in
davranışını “çok çirkin” olarak niteliyor ama İHH’yı da
eleştiriyor: Önceden İsrail’den izin almak için çaba harcamamış
olmasını “faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteyi hiçe
saymak” olarak niteliyor.
Gülen’in sözlerinin İslami çevrelerde şok yarattığını tahmin etmek
zor değil.
Nitekim Zaman gazetesinin dış politika yazarı Abdülhamit Bilici
hemen dün gazetenin internet sayfasına “Gülen’den şehitlere taziye,
yönteme eleştiri” başlıklı bir yazı koydu; bugün çıkacak gazeteyi
beklemeden...
Bilici’ye göre, Gülen daha önceki açıklamasında Mavi Marmara
gemisinde hayatını kaybedenleri “şehit” olarak nitelemiş, taziyede
bulunmuştu; bu son eleştirisinin ise sebebi şu idi:
“Gülen, Türkiye’yi savaşın eşiğine getirecek bir krize meydan
vermemek için başka yolların denenmesi gerektiğini
düşünüyordu...”
‘Devlet’ten ‘sivil’e İslam
Olayın başından itibaren Zaman gazetesinin yayınları da farklı
oldu. Mesela dün Zaman‘ın manşeti “Uluslararası soruşturmaya ilk
delil Adli Tıp’tan”dı. Halbuki öbür gazeteler şehitliği, şehitlerin
cenaze törenini, İsrail’in katliamını, ‘gazâ’yı manşet
yapmışlardı.
Basit bir taktik farkı değil...
Bu fark “otorite” ve “itaatsizlik” kavramlarında somutlaşıyor.
Gülen “otoriteyi hiçe sayma”yı doğru bulmuyor, itaatsizlik
eylemleri yerine “diplomatik yollar”ı tavsiye ediyor...
İHH çizgisinde ise “sivil itaatsizlik” kavramı ve “aktivist” tipi
öne çıkıyor.
İslami kesimdeki değişimi ve çeşitlenmeyi görmek önemlidir:
Türkiye’de toplumsal modernleşmenin yani şehirleşme ve dışa
açılmanın toplumda yarattığı çeşitlenme, çoğulculuk ve sivilleşme
İslami kesimde de yaşanıyor...
Düşünce ve davranış farklılaşmaları İslami kesimde de ortaya
çıkıyor.
Seyyid Kutup’ların, Mevdudi’lerin “devlet” ve “şeriat düzeni”
odaklı İslam anlayışı yerine demokrasi vurgusunu ve sivil toplum
davranışlarını ön plana çıkaran anlayışlar gelişiyor...
Kim bilir, Max Weber yaşasaydı “ben dememiş miydim?” diye
yorumlardı belki de.
Yumrukların açılması
Gülen’in “otorite” duyarlığı geleneğe ve evrensel anlamdaki
muhafazakârlığa, mesela Edmond Burke’ün anlayışına daha uygundur.
Davranış modeli olarak “diplomatik yollar”ı tercih etmesi de ister
istemez yine gelenekteki “suhulet, istimalet, hilm” gibi kavramları
çağrıştırıyor.
İHH’nın davranışları ise mesela Green Pease’e benziyor; “sivil
itaatsizlik” kavramı ve “aktivist” tipi öne çıkıyor. Bosna ve
Çeçenistan konusunda da aynı “aktivist” yardım eylemlerinde
bulunmuşlardı.
Dikkat çeken başka bir yön, her ikisinin de dışa açık olması, başka
dinlerden, hatta ateist insanlarla belirli konularda beraber
olabilmeleridir.
Bu son olay Yahudilerin ve hahamların da farklı görüşlere sahip
olduğunu gösterdi.
Sıkılmış yumrukların açılıp aynı elin farklı parmaklarının ortaya
çıkmasını ve tokalaşmaya açık olmalarını çok olumlu bir gelişme
olarak görüyorum.
Bu insani, bu demokratik gelişmenin henüz açamadığı tek sıkılı
yumruk, PKK kaldı; kan ve ölüm kusan silaha sımsıkı sarılmış
vaziyette!
Mehmet Yılmaz'ın yorumu sonraki sayfada
[PAGE]
Mehmet Y. Yılmaz (Hürriyet) : Fethullah Hoca da mı ‘İsrail
yandaşı’?
YENİ bir fikri terör ile karşı karşıyayız: Eğer İHH’nın
önderliğindeki Gazze’ye yardım konvoyu ile ilgili bazı
eleştirileriniz varsa, mesela “O gemide bebeğin ne işi vardı”,
“Sonunun böyle olacağı bilindiği halde neden bu insanlar korunmadı”
gibi şeyler söylüyorsanız yandınız!
İstediğiniz kadar İsrail’in yaptığı işin hukuk dışı olduğunu
söyleyin. İsterseniz, İsrail’in “meşru müdafa” iddiasının
“orantısız güç kullanımı” nedeniyle geçersiz olduğunu söylemekten
dilinizde tüy bitsin, fark etmiyor!
Küçük bir eleştiri bile İsrail yanlısı olarak nitelenmenize
yetiyor. Başbakan da öyle söylüyor, yandaş medyanın militan
yazarları da aynı şeyi tekrarlıyor! Bir kez daha “Ya onlardansın,
ya bizdensin” terörü ile karşı karşıyayız. Meseleye dışarıdan
bakınca gördüklerinizi söylemeniz, bir üçüncü yol olabileceğini
düşünmeniz onları kızdırıyor.
Dün The Wall Street Journal’da Fethullah Gülen ile yapılan bir
söyleşi yayımlandı. Bu, Gülen’in ABD medyasına verdiği ilk söyleşi.
Şöyle diyor Fethullah Gülen: “İsrail’in onayı olmadan hareket
etmek, otoriteye başkaldırıdır!”
Gülen, kendisine yakın olanlara da böyle bir yardım işini
örgütlemeden önce “İsrail’den izin alın” dediğini de söylüyor.
Fethullah Gülen’e katılmıyorum. Bu otoriteye başkaldırıdır evet,
ama zaten amaç da Gazze’deki insanlara o kötü şartlarda yaşamayı
dikte eden otoriteyi teşhir etmekti.
Ama şu ortaya çıkıyor: Bu işin böyle gerçekleştirilmesinde
yanlışlıklar olduğunu söyleyen bir tek bizler değiliz. Fethullah
Gülen de mi “İsrail yanlısı”?
WSJ’nin haberinde dikkatimi çeken bir şey daha oldu.
Gülen, kendisini Pensilvanya’da ziyaret etmek isteyenlerden
öncelikle bulundukları bölgedeki kongre üyelerinin seçim
kampanyalarına bağış yapmalarını istiyormuş! Yerel politikacıları
desteklemenin İslami bir gelenekten kaynaklandığını
söylüyormuş.
İşte bunu gerçekten ilginç buldum. Acaba Gülen’in yıllardır ABD’de
rahatça hareket edebiliyor olmasının nedeni de bu bağışlar mı?
Zaman yazarı Abdülhamit Bilici'nin yorumu sonraki sayfada
[PAGE]Abdülhamit Bilici (Zaman): Gülen'den şehitlere taziye, yönteme eleştiri!
Bugün Wall Street Journal gazetesinde, Fethullah Gülen'le yapılmış bir röportaj yer aldı.
Röportajda Gülen, Türk kamuoyunda Gazze olayıyla ilgili görüşlerden farklı bir bakış açısı ortaya koyuyor. Başka konuların da ele alındığı röportajın Gazze'yle ilgili kısmını ve Gülen'in bu mevzuya yaklaşımını 3 noktada değerlendirebiliriz: Bir, yardım gönüllülerinin bulunduğu gemiye yapılan o korkunç müdahale öncesi izlenen yöntem ki Gülen bu noktada diplomatik yolların sonuna kadar zorlanmasında ısrar ediyor. İki, İsrail askerlerinin müdahale biçimi ki onu 'çirkin bir manzara' diyerek eleştiriyor. Bu söz, müdahale biçimini kınadığının açık göstergesi. Üç, şehit olan vatandaşlarımız ki, bunun için Gülen taziye yayınlayarak üzüntülerini ifade ediyor.
1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı açık hapishane Gazze'ye 4 yıldır uygulanan ambargoyu delmek için yola çıkan insani yardım gemilerine İsrail'in yaptığı kanlı müdahale millet olarak hepimizi öfkelendirdi. Hadisenin duyulduğu andan itibaren boşalmayan meydanlar ve dün Fatih Camii avlusunda kılınan cenaze namazında ortaya çıkan tablo, milletimizin duyduğu tepkinin göstergesiydi.
Aslında 9 insanımızın şehit olmasıyla sonuçlanan bu vahşi saldırıya duyulan tepki Türkiye ile de sınırlı kalmadı. New York'ta Türk bayraklarıyla İsrail'in bu hareketini telin eden Yahudilerden BM Güvenlik Konseyi'ne, Batı medyasından İsrail medyasına, Arap Birliği'nden NATO'ya bütün dünya İsrail'i kınama noktasında bir araya geldi. Konu, El Cezire, BBC,
CNN gibi uluslararası kanallarda birinci haber olma özelliğini
koruyor.
İsrail'in vahşi saldırısıyla hayatını kaybedenlerin acısını
paylaşanların arasında Fethullah Gülen Hocaefendi de vardı.
Gazetemizde yayımlanan taziyesinde Gazze'de bir insanlık dramı
yaşandığına dikkat çeken Hocaefendi şöyle diyordu:
"Filistin'de yaşanan bu drama son verebilmek beklentisiyle yola
çıkan, uğradıkları müessif saldırıda hayatlarını kaybederek şehit
olan insanlarımıza Allah'tan rahmet diler, başta aileleri olmak
üzere, milletimize ve bütün insanlığa taziyelerimi bildiririm."
Belki birçoğumuzun gündemine İsrail'in kanlı müdahalesinden sonra
giren bu hadise, böyle bir eylemin yapılacağının duyulduğu ilk
günden itibaren Hocaefendi'nin gündemindeydi. İyi niyetle atılan bu
adımın, olumsuz bir şekilde sonuçlanacağı endişesi içindeydi. Çünkü
İsrail'in benzer durumlardaki tepkilerine bakıldığında, endişe
etmekte de haksız sayılmazdı.
Nitekim yakınındaki insanlara, gemiler daha harekete geçmeden,
İsrail'in nasıl tepki vereceğini tahmin etmenin güç olduğunu, bir
sorun çıkmaması için diplomatik yolların sonuna kadar zorlanması
gerektiğini söylüyordu. Bu sağlanamayacaksa, kritik bir zamanda
Türkiye'yi savaşın eşiğine getirecek bir krize meydan vermemek için
başka yolların aranması gerektiğini düşünüyordu.
Endişe etmekte haklıydı.
Gerçekten de İsrail hükümeti, ne yapacağı kolay kolay kestirilemeyen, küçük bir sebeple bile dünyayı ateşe verebilecek hamleler yapan bir ülke haline gelmişti. İki askeri esir düştüğü için Lübnan'ı yerle bir eden, yine bir askeri Hamas tarafından esir alındığı için işgali altındaki Gazze'ye savaş açarak 400'ü çocuk 1500 insanın ölümüne yol açan, Türkiye gibi bölgedeki en yakın ülkeye büyükelçisini alçak koltuğa oturtarak ders vermeye kalkışan bir yönetim. Bunları hesaba katınca, hele meydan okur gibi tavrın iyice tahrik edeceği bir yardım hareketinin nereye varacağını kestirmek zor değildi. Önce bu insani yardım konvoyuna katılacağı duyurulan bazı AK Partili vekillerin, daha sonra bundan vazgeçmiş olması da aslında bu endişelerin ve doğabilecek sonuçların öngörüldüğünün işareti.
Nitekim Gülen, dün Wall Street Journal'de yayımlanan röportajında da bu büyük endişelerden kaynaklanan görüşlerini dile getirdi. Sağduyunun, aklıselimin yorumuydu söylenenler. Sivil insanlara, uluslararası sularda yapılan müdahaleyi ve ortaya çıkan tabloyu çirkin bulduğunu söyleyen Gülen, devletin ve bu işin öncülüğünü yapan İHH'nın, çocuk, yaşlı ve kadınların başına gelebilecek sıkıntıları, can kaybı hatta savaş riskini öngörerek diplomatik yöntemleri sonuna kadar zorlaması gerektiğini vurguluyordu. Acı da olsa bunca olay yaşandıktan sonra, Gülen'e göre yapılması gereken ilk iş, gerçeğin ortaya çıkması için Birleşmiş Milletler öncülüğünde şeffaf ve bağımsız bir soruşturma yapılması.
Bu görüşlerin doğru anlaşılması için röportajla ilgili bir hususu bilmek lazım. Öğrendiğim kadarıyla ve okunduğunda da anlaşılacağı gibi bu görüşme, Gazze krizi üzerine düşünülmüş bir röportaj değildi. Olaydan birkaç hafta önce yapılmak istenen bir röportajdı ve yazılı cevapları günler öncesinden gazetecilere ulaştırılmıştı. Fotoğraf çekimi için kısa süreli bir araya geldiklerinde tüm dünya bu konuyu konuştuğu için, Gazze meselesine girilmiş ve bu konu diğerlerinin önüne geçmişti. Meseleyi bu boyutundan çıkararak, sanki sadece bu mevzu için röportaj verilmiş gibi değerlendirmek doğru olmaz.