Gülen: Hıristiyanla münakaşa etme
Abone ol"Anlaşma ve uzlaşma düşünüyorsanız bunları konuşmamak lazım" diyen Gülen, şunları söyledi.
Kur’an’a olan itimadınız sağlamsa diyalogdan korkunuz
olmamalı
Hz.İsa’nın döneceği Aksiyon Dergisinde kapak olmuştu.
‘Bunun Aksiyon’da yayınlanmasının anlamı nedir?’ diye soruldu.
‘Neden bizim peygamberimiz, son peygamber olduğu halde dönmüyor da
Hz. İsa’nın döneceği kabul ediliyor?’ dendi.
Bu konuyla neden bu kadar ilgileniyorlar, ne yapılmak isteniyor
gibi, televizyonlarda birtakım tartışmalar oldu. Din adamları
arasında da bu konuda farklı düşünenler var. Kimisi Kur’an’da bu
konuda hiç açık bir işaret olmadığını söylüyor. Siz ne
düşünüyorsunuz? Hz. İsa geri gelecek mi?
Hz. İsa’nın geriye dönüşü muğlak zikrediliyor. Dönüş keyfiyetiyle
alakalı bir şey söylenmiyor. Dönüşü eskiden beri diğer dinlerde de
üzerinde durulan bir husus. Musevilerin de bekleyişi olmuş.
Museviler Hz. İsa’yı bekliyorlarmış. Yani o fonksiyonu eda edecek
birisini. Refetle, şefkatle gelecek, herkesi kucaklayacak birisini.
Ama Hz. Mesih zuhur edince “Sen o değilsin.” denmiş.
Efendimiz de bekleniyordu. Kur’an-ı Kerim bunu açık söylüyor. Ama o
peygamber karşılarına çıktığında onu da inkar ettiler. “Sen o
değilsin. Bizim beklediğimiz başkasıydı.” dediler. Yani her dinde
ahir zamanda gelecek birisinin beklentisi vardır. Hatta İmamiye’de
de vardır. İntizar edilen bir imam beklerler. Şia’da da vardır.
Ahir zamanda gelecek bir imam beklerler. Şia kesimindeki
ahenksizliği yeniden düzene koyacak, onlara rehberlik yapacak ve
onları içinde bulundukları gayyadan çıkaracak beklentileri var.
Bugün Hıristiyanların da böyle bir beklentisi var. Dolayısıyla
değişik yerlerde bir kısım kimseler Mesih unvanıyla çıkıyor.
Zannediyorum şimdiki işgallerin arkasında bazı kimseler kendilerini
öyle görüyor. Halk aynı zamanda o istikamette inandırılıyor da.
Müslümanlıkta da Kur’an’da sarih olarak geçmiyor. Fakat bazı büyük
alimler Allame Keşmirî diye Hindistan’da yetişen bir zat, dört
ayetin ahir zamanda Hz. Mesih’in ineceğine işaret ettiğini
söylemiş. Ve yüz tane de hadis toplamış bu mevzuda. Bu hadislerden
kırk küsuru sahihtir, yani hadis erbabınca itimat edilir
hadislerdir. Ona yakını için de hasen diyorlar. Ondan bir derece
aşağıya sıhhatine güven duyulan hadis demek. Yirmi otuz tane de
zayıf hadis var. Ama Hz. İsa’nın ineceğiyle alakalı yüz tane hadis
var. Dört tane ayeti açık değil, işaret olarak çıkarıyor.
Hangi ayetler?
Nisa, 4/159; Zuhruf, 43/61; Âl-i İmran, 3/46; Meryem, 19/33.
Siz Keşmirî’ye güvenir misiniz?
O mevzuda sahib-i salahiyet bir zat. Fakat mesele hadislere
dayandığı için Türkiye’de hadisleri inkar eden, ‘sadece Kur’an’
diyen insanlar var. Onlar tarafından tenkit görür; ama dünden
bugüne bütün ehl-i sünnet ve’l-cemaat kaynaklarımız demiş. Yani
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde o zatın ineceği söyleniyor; ama inme
meselesi muğlak bırakılıyor. Nasıl inecek? Semadan diri olarak
insanların arasına inecek, vazifesini, fonksiyonunu eda edecek
şeklinde mi anlamak lazım bunu? Yoksa bir ruh ve mana olarak mı?
Mesih’in vaz ettiği mesajın ruhu nedir? Şefkattir, merhamettir,
mülayemettir, herkesi barıştırma ve kucaklamadır. Acaba ahir
zamanda böyle mi olacak? Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında
böyle bir şey mi oluşacak?
Bediüzzaman Hazretleri her iki şıkka da ihtimal veriyor. Diyor ki,
dini mübini İslam’ın yeniden dünyanın değişik yerlerinde kendisini
ifade etmesi için ihtiyaç varsa Hz. Mesih öteki âlemin ta öbür
ucunda bile olsa böyle önemli bir fonksiyon için döner gelir. Ama
genel yorumu itibariyle onu şahs-ı manevi olarak yorumluyor. “Bir
şahs-ı manevi olarak gelecek” diyor. Buna kimsenin itiraz etmeye
hakkı yok. Şahs-ı manevi olarak gelecek demek, bir ruh, bir mana
gelecek, insanlar üzerinde bir esinti belirecek. İnsanlar
anlaşacak, uzlaşacaklar. Ama böyle bir hareketin önünde bu işin
bayraktarlığını yapan belki rehberler olacak.
Şahsen kimse “Ben Mesih’im” diyemez. Çünkü Hz. Mesih gelmiş,
içimizden ayrılmış ve gitmiştir. Peygamber olarak gitmiştir.
Birisinin kalkıp da “Mesih’im” demesi küfür olur. Çünkü peygamber
olmayanın “peygamberim” demesi küfürdür. Hz. Mesih de kendisine
“Ben peygamber değilim” deseydi o da aynı çukura düşerdi. Tehlikeli
şeyler bunlar. Peygamber “Peygamber değilim” diyemez. Peygamber
olmayan da “Ben peygamberim” diyemez. Ama dünyada çokları söylüyor.
Bazılarına hapishanede ilaç içirip delirtiyorlar, söyletiyorlar.
Bugün çok rahatlıkla yapıyorlar. Dünyanın değişik yerlerinde
oluyor. Bu Kapadokya’da da olmuştur. Bir insan sapasağlam içeriye
girer, dışarıya çıkarken ‘ben Mesihim’ diyorsa işin arkasını o
yönüyle de araştırmak lazım. Nörolojide o meseleye bakmak
lazım.
Afedersiniz. Kapadokya’da bu çağda mı oldu bu?
Evet. Ben onu o kadarlıkla bırakayım. Zaten akla hayale gelmedik ne
kadar tuhaflıklar varsa hepsi bu çağda oldu. Toprak çok münbit, her
şey yetişiyor. Eğer bir şahs-ı manevi olarak Hz. Mesih inecekse ben
onu çok uzak görmüyorum. Olabilir, o ruh, o mana inebilir.
Diyalog ve hoşgörü adına değişik kiliselere gidilip “Gelin Kur’an’ı
beraber okuyalım” deniliyor. Değişik yerlerde “Siz de bizim İncil
derslerimize iştirak edin” diyorlar. Bu karşılıklı olur. Sizin
kendi değerlerinizden şüpheniz varsa, Kur’an’a olan güveniniz ve
itimadınız hemen sarsılacaksa böyle mail-i inhidam olan bir inanç
bugün olmazsa yarın yıkılacak. Varsın yıkılsın. Ama sağlam
inanmışsanız, kimsenin size bir şey bulaştırmayacağına
inanıyorsanız korkunuz olmamalı. Değişik yerlere gidiliyor. Ruhani
reislerle görüşülüyor. Çağın başındaki büyük insan, büyük düşünür,
fikir mimarı diyor ki; “Hıristiyanlarla medar-ı münakaşa meseleleri
bahsetmemek lazım.” Anlaşma ve uzlaşma düşünüyorsanız bunları
konuşmamak lazım. Diyalog çabasındaki insanlar da o istikamette
hareket ediyorlar. Çok kimse bugün -Hıristiyan Müslüman
diyebileceğim çerçeve içinde mütalaa edilebilir bunlar- “Ben Hz.
İsa’ya inanıyorum, peygamberdir. Fakat Hz. Muhammed Allah’ın son
peygamberidir. Kur’an-ı Kerim de kitab-ı münzeldir.” diyor. Hiçbir
Müslüman’ın dinini değiştirip Hıristiyan olduğunu hatırlamıyorum;
ama dünya kadar insanın ihtida ettiğini hatırlıyorum.
Ancak dergide Hz. Mesih’in resmi konulmuş. Hz. Mesih’in resminin
nasıl olduğunu bilmiyoruz. Elde dolaşan bir resim var. Afrika’daki
resimlerde saçları biraz kıvırcıktır. Batı’da filmlerde sarı saçlı
ve mavi gözlüdür. Ortadoğu’da biraz Ortadoğu’daki insanların
tipindedir. Ama esas Ortadoğuludur. Nasıra’da doğmuştur. Adı
‘Nasıralı genç’tir. Herkes kendi bölgesindeki insanlara benzetiyor.
Ortada çok Hz. Mesih resmi geziyor. Burada da noellerde,
karnavallarda yolların kenarlarına asıyorlar. Değişik tipte
resimler oluyor. Onlardan bir tanesini bulmuşlar, dergide
neşretmişler. ‘Acaba hoşgörü içinde bulunmak istediğimiz kimselerin
gönüllerini biraz daha yumuşatır mı?’ diye düşünmüş olabilirler.
Bence buna gerek yoktu. Zaten Kur’an-ı Kerim, sünneti sahiha Hz.
Mesih’e verdiği makamı veriyor. Kısmen maddeciliği çok öne çıkarmış
bir dönemde belli bir kavme gönderilmiş bir peygamber. Mana ile
geliyor, ruh ile geliyor. Yani her tarafında mana ağırlıklı bir
insan. Babasız dünyaya geliyor. Hz. Meryem gibi bir pakizeden
dünyaya geliyor. Sadece “ruh” diyor, “Kavga etmeyin” diyor. O gün
kiliselerde papazlık yapmayı, daha doğrusu hahamlık yapmayı adeta
bir ticari sektör halinde gören insanlara karşı Yuhanna İncili’nde
lanet okuyor. “Allah canınızı alsın, böyle olmaz” diyor. Bir şeyi
tadil etmek, yanlışı düzeltmek, maddeyi kırmak için gelmiş.
Kur’an-ı Kerim’de buna işaretler verilebilir. Kur’an-ı Kerim Hz.
Mesih’i anlatırken ayrı anlatıyor, Tevrat’ta mesele anlatılırken
ayrı anlatılıyor. Tevrat’ın karakteri cemaatiyle mebsuten
mütenasip. Veya cemaatinin karakteri Tevrat’la mebsuten mütenasip.
Hz. Mesih’in de bir hususiyeti var. Dolayısıyla her ikisine de ayrı
bir bakışı var. Fetih Suresi’nin sonundaki en son ayet, bu iki
hususu çok güzel bir şekilde ifade ediyor.
Şimdi dergideki arkadaşlar belki orada biraz da işi ileri götürmüş
olabilir. Ben de hafif rahatsız oldum. Türkiye’de zaten bahane
arayan bazı kimseleri rahatsız edebilir bu. Hatta İbrahimî dinler
tabirinden de rahatsız olanlar var. Oysaki Hz. İbrahim’e karşı
Efendimiz çok ciddi saygı duyuyor. “Benden evvel gelmiş
peygamberler içinde ben Hz. Mesih’e ve Hz. İbrahim’e benzerim.”
diyor. Hz. İbrahim, Hz. Musa’nın da rehberi, Hz. Davud’un da, Hz.
Süleyman’ın da, Hz. Mesih’in de, Hz. Zekeriyya’nın da, Hz.
Yahya’nın da. Ve Efendimiz bir peygambere intisapla iftihar
duyuyorsa bence o peygambere karşı saygısız davranmamak lazım. O
peygamberin ismi altında bir yerde platform oluşturmak, birlik
düşüncesini tahlil etmek için çalışılıyor. Bundan kendi dinimizde
pişmanlık aramak, başka bir dini tervic etmek gibi manalar çıkarmak
çok insafsızca şeylerdir.
Bediüzzaman Vatikan’a mektup yazmış
Ben bu hoşgörü ve diyalog mevzuunda değişik insanlar gördüm. “Acaba
iyi yapıyor muyum, yapmıyor muyum?” diye şüpheye düşenler oldu. Ama
başta Efendimiz Hıristiyanlara karşı çok iyi davranıyor. Hz. Ömer
Filistin’i fethettiği zaman hem Hıristiyanlara hem de Yahudilere
karşı çok iyi davranmış. Selahaddin-i Eyyübi onlara karşı çok iyi
davranmış. Fatih İstanbul’u fethedince, Ortodokslar ve Ermeniler
“Batı barbarlığından kurtulduk” demişler, Müslümanların
müsamahasını, hoşgörüsünü görünce.
Seleflerimiz var bu mevzuda. Bediüzzaman Vatikan’a mektup yazmış.
Aynı zamanda Ortodokslara mektup yazmış. Onlardan cevabî mektuplar
almış. Bayram tebriği almış. Hoşgörü içinde olmanın yollarıdır
bunlar. Ama bununla beraber ‘acaba iyi ediyor muyuz, yanlış
anlaşılır mı bu mesele?’ diye oturup bir yerde hıçkıra hıçkıra
ağladığımı bilirim. Fakat uçakta giderken yanımda olan insanlardan
birisi eğildi kulağıma, -isim vermeyeceğim- “Ben senden saklayamam
ki, La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” dedi. Onlardan birisi
dedi bana bunu. On tane şahidim var bu meseleyle ilgili. Dünya
kadar insan var, burada grup halinde geziyorlar. Tabirleri de
şudur: Kur’an, kitab-ı münzeldir, Allah’ın indirdiği bir
kitaptır.
Bana bir arkadaşım geldi dedi ki: “Bunlar biz Hıristiyanız
diyorlar; ama falan yerde ekip halinde peygamberimiz ve Kur’an’ın
propagandasını yapıyorlar. Biz Hıristiyanız demeyin diyeyim mi
onlara?” Ben, ‘Hayır’ dedim. Öyle dediğiniz zaman siz taraf
olursunuz. Sözleriniz o derece tesirli olmaz. Efendimiz’in kabulü
çok önemlidir. Necip Fazıl ya Pascal için veya bir başka düşünür
için, çok hayranlık duyduğundan, “Limana kadar geldi gemiyi
kaçırdı” derdi. Şimdi onun gemisine binmek çok önemlidir. Sadi,
Bostan’ında “O ümmete ne gam var ki onun gemisine binmişler. O
geminin kaptanı O’dur.” diyor. Onu dedirtmek çok önemlidir.
Binlerce insana “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah”
dedirtilmişse şayet...
Burada Katolik kilisesindeki bir direktörün hocalık yapan bir
arkadaşımızla arasında geçen bir olayı anlatayım: Arkadaşımız
anlatıyor: “Direktör bir keresinde ‘Ben derse giremeyeceğim.
Dersime sen gir’ dedi. Hocam dedim ‘Derse gireyim ama ben ne
anlatayım orada?’ ‘Canım ne anlatacağım var mı? Gir Fatiha’yı
anlat. Sizinle bizim aramızda müşterek bir suredir bu.’ dedi. Ben
de girdim, onun sınıfında Hıristiyanlara Fatiha’yı anlattım. Hiçbir
tepki almadım. Takdir aldım. Bir gün yanına gittim. Odasında
oturuyordu. Elinde Kur’an, okuyordu. ‘Ne yapıyorsunuz?’ dedim.
‘Kur’an-ı Kerim okuyorum’ dedi. ‘Ama bilesiniz, sizin Eski Ahid’i
okuduğunuz gibi sadece bilgi edinmek için değil Kur’an Allah’ın
kitabı olduğu için sevap kazanayım diye okuyorum.” (Duygulanıyor,
gözleri doluyor.)
Şimdi eğer elit sınıf arasında bu kadar bir yumuşaklık meydana
getirmişse bence bu kazançtır. Bunu sadece inananlarla, ihtida
edenlerle ölçmemek de lazım. Müslümanlığı şöyle böyle kabul
edenleri de bu işin içinde düşünmek lazım. “Kur’an Allah’ın kelamı
olabilir” diyenleri bu işin içinde mütalaa etmek lazım. “Hz.
Muhammed peygamber olabilir.” diyenleri de. Bunlar çok önemli
şeyler. Bu nesilden sonra gelecek nesiller vardır. Siz bu
uçurumları bugün kapamazsanız yarın kendinizi, doğru
düşüncelerinizi ifade etme imkanını bulamazsınız. Şimdiye kadar hep
uçurumlarla birbirimize karşı uzak durmuşuz. Onlar gelsinler diye
beklemişiz. Öyle değildir mesele. Uçurumların kapatılması lazım.
Üstad diyor ki: “Bir yerde Hıristiyan’a ve Yahudi’ye değil, kafire
kafir demek doğru değildir, su-i edeptir, saygısızlıktır.” Bu ne
terbiyedir, bu ne keşiftir, bu ne tespittir. Şimdi bunlar ehl-i
kitap. Onlara hitabında Kur’an, “Ya ehlelkitap” diyor. Hiç kimsenin
yapmadığı bir yorumu yapıyor, “ya ehlelmektep” diyor. “Siz okumuş
insanlarsınız. Gelin bir kelimede, Allah kelimesinde birleşelim.” O
ayete öyle yorum getiriyor. Bunu binlerce insan bilir. Bu çerçevede
bir hoşgörü aktivitesi, faaliyeti sürdürülüyor. Her platform
değerlendiriliyor. Bizim büyüklerimiz anlatılıyor. Muhyiddin İbn
Arabi anlatılıyor, Mevlana Celaleddin Rumi anlatılıyor.