Gülen AK Parti'ye ne demek istedi?
Abone olFethullah Gülen'in baskının ardından yaptığı açıklama kafaları karıştırdı. Bu konuda bakın yazarlar ne diyor?
Fethullah Gülen'in ABD'nin ünlü gazetesi WSJ'ye
verdiği röportaj medyada yeni bir polemiğe konu
oluyor. Ahmet Hakan, Ergun Babahan, Fehmi koru, Ruşen
Çakır, Emre Aköz, Mahmut Övür de Gülen'in açıklamalarını
sorgulamış bugün. Köşe yazarları cemaat ve
AKP ilişkilerini bu açıklamalar ışığında tekrar
ele alıyor.
Hürriyet - Ahmet Hakan
Gülen ile AK Parti kavgaya girişir
mi
DÜNKÜ yazımda “Fethullah Gülen ne yapmak istiyor?”
diye sormuş ve şu üç yanıtı vermiştim:
BİR: Dünya sisteminden kopan AK Parti’den ayrışmak
istiyor. İKİ: Ufukta CHP-MHP koalisyonunu gördü,
ona göre yatırım yapıyor. ÜÇ: Gemi olayının
ABD’deki algılanışından ürktü.
* * *
Dün konuyu bir kez daha düşündüm.
İnce eledim sık dokudum... Eldeki verileri bir kez daha alt alta
dizdim... Aradaki bağlara bir kez daha dikkat kesildim...
Ve şuna karar verdim:
Fethullah Gülen ile AK Parti’nin arasının açılması, öyle
kolayca olacak bir iş değil.
Yani...
“Cemaat ile AK Parti ilk kez karşı karşıya geldi... Şimdi
seyreyleyin gümbürtüyü” diye mal bulmuş Mağribi gibi
üzerine atlanacak bir durum yok.
* * *
Her şeyden önce...
Fethullah Gülen Cemaati’nin tabanı ve sempatizanları ile mevcut
iktidarın tabanı arasında belli bir örtüşme var... Cemaat, kendi
tabanını da, AK Parti tabanını da küstürmeyi göze alamaz.
Nitekim...
Cemaat cephesinden hemen tevil etme çabaları devreye girdi.
“Öyle demedi / böyle dedi” türünden izahlar
yapıldı.
* * *
Bir de şu var:
Fethullah Gülen Cemaati ile AK Parti iktidarı, son zamanlarda
fazlasıyla iç içe girdi.
“Askerin sivil siyasete müdahalesinin ve etkisinin
azaltılması” şeklinde özetleyebileceğim “muazzam bir
dava”ya sahip olmak, öyle küçümsenecek bir şey değildir.
Hiçbir gerekçe, bu davayı terk etme sonucuna yol açmaz.
Zaten bu tür büyük eksen kaymaları da dünden bugüne kolayca
gerçekleşmez.
“Güçlü ve etkin bir cemaat” ile “güçlü ve etkin bir iktidar”ın
giriştikleri ortak serüvenden söz ediyoruz.
Bu şarkı öyle kolay bitmez.
* * *
Yani Fethullah Gülen’in çıkışını abartmamak
gerekir.
Peki hiç mi sonucu olmaz bu çıkışın?
Tabii ki olur...
Mesela şöyle bir şey:
Radikal rüzgârların etkisi altındaki iktidar partisinin biraz frene
basmasına yol açabilir.
Hem belki böylece...
Radikal bir söylemle radikal oyları garantileyen AK Parti,
kaybedebileceği liberal oyları da hepten kaybetmemiş olur.
Yeni Şafak - Fehmi Koru
Fethullah Gülen aslında ne dedi?
Yeni Şafak - Fehmi Koru
Fethullah Gülen aslında ne dedi?
Fethullah Gülen'in, yakınlarının verdiği bilgiye göre, bir fotoğraf çekimi sırasında ağzını yoklayan Wall Street Journal (WSJ) gazetesi muhabirine birkaç cümleden ibaret açıklamasının bizim medyada nasıl değerlendirildiğini görüp de şaşırmamak elde mi?
En çarpıcı cümle şu: "Yardım malzemesi taşıyan
gemiler için İsrail'den izin alınması gerekirdi; otoriteye meydan
okumak yanlıştır."
Şimdiye kadar Fethullah Gülen ve hareketi için en galiz ifadeleri kullanmaktan çekinmeyen, kendisini ülkemiz için 'tehlike' gören, hayatının en değerli yıllarını 'gurbet cehennemi'nde geçirmesine sebep olan kalemler, kendilerini haklı çıkarmak için, bu tek cümleyi sakız gibi çiğneyip duruyorlar.
Lâfı fazla uzatmadan söyleyelim: Gülen Hareketi her çeşit fikrin meşheri olan İslâm Dünyası'nda en 'ılımlı' görüşü temsil ediyor. Aşırılıktan uzak, günümüzün şartlarını göz önünde bulunduran, inançlıların 'demokratik bir hukuk devleti' çatısı altında güven ve huzur içerisinde yaşayabileceğini savunan bir görüş bu.
'Ulu'l emre itaat' ilkesini hep gözönünde bulunduran bu anlayışın, ülkemizdeki yönetimler tarafından 'aşırılık' ile suçlanıp neredeyse 'el-Kaide' muamelesi yapılmasının vebali, WSJ mülâkatına can kurtaran simidi gibi yapışan medyanındır. Kendisine ve yakınlarına 'vebalı' muamelesi yapıp huzurlarını kaçıran tipler şimdi Hocaefendi'yi övme yarışında...
Oysa Fethullah Gülen'in WSJ'a söyledikleri hareketin yıllardan beri savunageldiği çizgiye uyuyor. İçinde yaşadıkları toplumla uyumlu, 'demokratik' ve 'hukukun üstünlüğüne inanan' her devletin kurallarına ters düşmeyen insanlar yetiştirmeyi hedef almış bir hareketi, geçmişte, bağlamından kopartılmış iki cümleyle mahkum etmeye kalkışıyorlardı, şimdi de iki cümleyle başlarının üzerine yerleştirme girişimini başlattılar.
Amaç mı? Amaç, kendi yanlış tezlerine destek arayışı olduğu kadar, Gülen Cemaati ile o hareket içinde yer alanlara saygı duyanların arasına 'kuşku' tohumları ekmek...
Söyledikleri temelde yanlış değil Fethullah Gülen'in; bir ülkenin uluslararası hukuka uygun olarak 'karasuları' ilân ettiği bölgeye izinsiz girerek sorunlara yol açmak, kan dökülmesine sebep olmak elbette yanlıştır... Gazze'ye insani yardım götüren gemiler bunu yapmadı zaten; uluslararası karasularında İsrail'in izin vermesini beklediler... İsrail izin verseydi, ya da silâhsız gönüllülere saldırıp kan dökmek yerine yüklerini Gazze'ye ulaştırma sözüyle gemileri bir limana yöneltseydi, 'çirkin manzaralar' olmayacaktı.
İsrail bildiğimiz anlamda bir 'demokrasi' olmadığı gibi uluslararası hukukun geçerliliği konusunda duyarlılığı da yok; kendi bildiğini okuyan politikacılar ve insan canının kutsiyetini önemsemeyen bir ordu, mağduriyet ve mazlumiyet iddiasıyla kurulmuş bir ülkeyi, kendisine hoşgörüyle bakmaya hazır dünyanın gözünde itibarsızlaştırmayı becerdi.
Helikopterlerden ellerinde canlı kurşun kusmaya hazır makinalı tüfek bulunan komandolar indirmeyip "İsrail karasularına girmeyin" uyarısı yapsa ve kendi sınırına çekilseydi İsrail ordusu, sorun kansız çözülebilecekti.
Gemiler Gazze ablukasının vahametini dünyaya hatırlatmış, İsrail de 'çağdaş normlarda bir ülke' görüntüsünü kaybetmemiş olurdu.
Bir üst otoriteye meydan okuyan kim oluyor bu durumda? Yüzyılların deneyimiyle oluşmuş 'uluslararası hukuk'a ve ona dayalı Birleşmiş Milletler sistemine meydan okuyan İsrail değil mi?
Fethullah Gülen'in ağzından çıkan cümledeki ilke doğru, ancak o ilkenin masumları kast eder biçimde yorumlanması yanlış... Yanlışı kim yaparsa yapsın yanlış yanlıştır.
'Ilımlı' bir çizgiyi 'aşırı' diye mahkum edip ülkede barınamaz hale getirdikten sonra 'ılımlı' olduğunu yeniden keşfedip arkasında saf tutmak nasıl bir duygu acaba?
Vatan - Ruşen Çakır
Gülen cemaati ve AKP: Yollar yeniden ayrılıyor
mu?
Vatan - Ruşen Çakır
Gülen cemaati ve AKP: Yollar yeniden
ayrılıyor mu?
Fethullah Gülen’in The Wall Street Journal’a
verdiği röportaj üzerine çok şey yazıldı, söylendi ancak şu soru
hâlâ sorulmayı ve cevaplanmayı bekliyor: Gülen’in eleştirileri
sadece Mavi Marmara olayıyla mı sınırlı, yani zaman geçtikçe
unutulup eskisini yitirir mi, yoksa bu sözler, Gülen cemaatinin,
İslami kesimin diğer kesimleriyle arasına “yeniden” mesafe koyma
arayışının bir dışa vurulması mı?
Bu sorunun cevabına koyulmadan önce neden “yeniden” sözcüğünü
tırnak içine aldığımı açıklamam gerekiyor. Şöyle ki Fethullah Gülen
kendi başlattığı hareketi bugünlere getirmek için ilk aşamada diğer
İslami cemaatlerle arasına belirgin bir mesafe koymuştu. Gülen bir
yandan öğrencilerinin diğer cemaatlerla ilişkisini en az düzeyde
tutarken diğer yandan, başta devlet olmak üzere ilgili odaklara,
kendisinin kimseyle birlikte hareket etmediğini göstermek için
elinden geleni yapıyordu. Özellikle şu ya da bu alanda, şu ya da bu
şekilde “radikal” tavır alanlara uzak kalmakla yetinmiyor, onları
alenen eleştirmekten de geri kalmıyordu. Sırf bu stratejisi
nedeniyle, başta radikalliğe eğilimli gruplar olmak üzere diğer
İslami oluşumlar da Gülen ve cemaatine uzak durmuş, onun niyet ve
ilişkilerine kuşkuyla yaklaşmış ve hakkında sayısız komplo teorisi
üretmişti.
Gülen cemaatinin Milli Görüş hareketiyle ilişkisi de bu
anlattıklarımıza benzer biçimde hayli sorunlu
olagelmiştir. 1990 başlarında kendini görünür kılan Gülen
birçok lider ve siyasetçiyle görüşmüş ancak o dönemde yükselişte
olan Refah Partisi’nin önde gelen isimleriyle pek yanyana
görülmemişti. Aynı tarihlerde bazı odakların Gülen’i, RP’nin
yükselişini engelleyebilecek bir güç olarak gördükleri, Gülen’in de
bu algıdan alabildiğine istifade edip, bir tür “devlet gözetiminde”
kendi yükselişini yaşamış olduğu da bir sır değildir.
Sır olmayan bir başka olgu da Gülen’in 28 Şubat sürecinde mağdur RP
ile dayanışma içine girmek yerine geleneksel iktidar odaklarıyla
iyi geçinmenin yollarını araması, bu uğurda onlara danışmanlık
yapmaya bile talip olmasıdır. Fakat 28 Şubat’ı yapanlar, kısa
sürede RP’yi ve ona yakın cemaat ve grupları devre dışı bıraktıktan
sonra Gülen cemaatine de acımadılar. Gülen de buna bağlı olarak
ABD’ye gitti ve hâlâ dönmedi.
Ergenekon’la kapanan ara
İşte Gülen cemaatiyle Milli Görüşçüler arasında, geleneksel olarak
varolup 28 Şubat’ta iyice açılan mesafe yıllar sonra, özellikle
Ergenekon süreciyle birlikte kapanmaya yüz tutmuştu. Dönem dönem
farklı strateji ve taktiklere meyletseler de AKP hükümetiyle Gülen
cemaatinin, askeri siyasi alanın dışına atma noktasında, genel
olarak başarılı bir ittifak yürüttüklerini söyleyebiliriz. Bu
ittifakla birlikte diğer İslami oluşumların Gülen cemaatine
bakışlarının da yumuşadığını, eleştirilerin rafa kaldırıldığını da
gözledik. Fakat kökleri çok eskiye dayanan “karşılıklı güvensizlik”
varlığını hep korudu. Ama asıl varlığını sürdüren, Gülen cemaatiyle
diğerleri arasındaki dünyaya bakış farklılığıydı. Bu farkı şöyle
özetleyebiliriz: Gülen ve cemaatindekiler, sevsinler ya da
sevmesinler, Batı dünyasını çok önemser, ona “rağmen”, hele ona
“karşı” çıkarak faaliyet yürütmenin uzun vadede hiçbir işe
yaramayacağına inanırlar.
Diğerlerinde, örneğin Milli Görüş geleneğinden gelenlerdeyse tam
tersi bir yaklaşım egemendir. Onlar ne kısa, ne uzun vadede
meşruiyetlerini Batı dünyasında aramadıkları ve hatta esas olarak
onu dize getirmeyi hayal ettikleri için güçlü ve haklı olduklarını
düşündükleri her anda Batı’ya rağmen, hatta ona karşı davranmaktan
geri durmazlar. Batı derken tabii ki öncelikle ABD’yi kastediyorum
ancak İsrail’in de hem Gülen cemaati, hem de diğer İslami oluşumlar
tarafından çok önemsendiğini, hatta bazen en önemli güç odağı
olarak görüldüğü de aşikârdır. Ve aşikâr olan diğer bir husus,
Gülen ve cemaatinin sadece ABD değil İsrail’i de cepheden
eleştirmekten, bu arada Filistin sorununu da gündemlerinin ana
maddelerinden biri yapmaktan kaçındıklarıdır.
Gülen eksenini koruyor
Gülen’in Mavi Marmara olayı hakkındaki sözlerine dönecek olursak:
Nasıl bazı Batılılar, Ankara’nın İran ve Filistin sorunlarındaki
son çıkışlarını bir tür “eksen kayması” olarak görüyorlarsa
Gülen’in de benzer bir kaygıya sahip olduğunu görüyoruz. En
azından, hükümet ne yaparsa yapsın, kendisinin ekseninde bir sapma
olmayacağını, Batılı güç odaklarıyla kuracağı her ilişkide onların
otoritelerine saygıda kusur etmeyeceğini göstermek istediğini
söyleyebiliriz. Ancak nasıl 28 Şubat’taki tavrı kendi cemaati
içinde derin tartışmalara yol açtıysa bu sefer de bazı öğrencileri
ve bağlılarının onun bu sözlerinden rahatsız olduklarını
kestirmemiz güç değildir. Tabii Gazze sorununa ve dolayısıyla Mavi
Marmara olayına bu kadar angaje olan hükümetin de bu sözleri kolay
kolay unutmayacağı da muhakkaktır.
Sabah - Emre Aköz
Hocaefendi'nin değerlendirmesi "gerçekçi" mi?
Sabah - Emre Aköz
Hocaefendi'nin değerlendirmesi "gerçekçi" mi?
Soru: Mavi Marmara'nın yola
çıkışını nasıl takip ettiniz? Fikir olarak size nasıl
geliyordu?
Cevap: Medyadan ve internetten izledim. Mükemmel
bir fikir olduğunu düşündüm. Gazze halkının durumuna dünya
kamuoyunun dikkatini çekmenin daha iyi bir yöntemi olamaz gibi
geldi.
Soru: Mesela yöntemi ajitatif (kışkırtıcı)
buldunuz mu?
Cevap: Elbette ajitatif bir yöntem. İsrail'in
tepkisini çekeceği besbelli olan bir yöntem. Tam da olması
gerektiği gibi...
İsrail'le baş etmenin sessiz sakin, uslu bir yöntemi olabileceğine
inanmıyorum. İsrail'den herhangi bir şey "rica" etmenin bir anlamı
yok.
Bu, hem uluslararası, hem kitlesel, hem insani bir yöntemdi. Ve tam
da bu nedenlerle, İsrail'in kaçınılmaz tepkisi nasıl bir canavarla
karşı karşıya olduğumuzu bütün dünyaya gösterdi. (Pınar Öğünç'ün
söyleşisi, Radikal Cumartesi, 5 Haziran.)
Yukarıdaki cevaplar Türkiye'nin "sosyalist ve Yahudi"
aydını Roni Margulies'e ait.
Marguiles'in sözlerini buraya aldım. Çünkü zamansal açıdan daha
önce söylenmiş olsalar da, Fethullah Gülen'e cevap
niteliğindeler.
***
Ara notu: Elbette Margulies'inki gibi "vicdan sahibi" ve "gerçekçi"
değerlendirmelerini başkaları da yapabilir.
Ancak bu tip eleştirileri İsrail yöneticileri, "Siz Yahudi düşmanı
olduğunuz için böyle konuşuyorsunuz" diye cevaplıyor.
Bu durumda Roni Margulies'e başvurmak zorunlu oluyor. Ona da "Sen
Yahudi düşmanısın" diyecek halleri yok ya...
***
Gelelim asıl konuya...
ABD'de yaşayan Gülen, ünlü Wall Street Journal gazetesine ilginç
bir demeç verdi. (Bu gazete hakkındaki eleştirilerimi dün
yazmıştım.)
İsrail'in saldırısını kınayan, ölenlere rahmet dileyen
Hocaefendi'nin, aynı demeçte, "İsrail'in izni olmadan Gazze'ye
yardım götürmesini" eleştirmesi, "otoriteye başkaldırmanın" yanlış
olduğunu söylemesi eleştirilere yol açtı.
***
Bence Fethullah Gülen'in olaya yaklaşımı, vicdanlı ama gerçekçi
değil. Niye değil?
1) Çünkü Gazze ablukası üç yıldır sürüyor. Bu süre içinde ablukayı
kaldırması ya da hafifletmesi için İsrail'e dünyanın her yerinden
çağrılar yapıldı.
Ama İsrail yönetimi oralı olmadı, hatta ablukayı daha da
sıkılaştırdı.
2) İsrail'in şahin yöneticileri askeri zihniyetle hareket ediyor.
"Sen kazanırsan, ben kaybederim... O halde hep ben kazanmalıyım"
diye düşünüyorlar. "Birlikte kazanmak" gibi bir vizyonları yok.
3) Hocaefendi'nin hep savunduğu "diyalog" ve "hoşgörü" ilkelerini,
İsrail yöneticileri çarpıtarak siyasallaştırıyor:
Diyalogu "propaganda", hoşgörüyü ise "bizi hoşgörün" haline
getiriyorlar.
4) Uluslararası sularda seyreden, silahsız bir sivil gemiye
saldırıp, dokuz kişiyi öldüren güce "otorite" denebilir mi?
Demokrat Yahudi yorumcuların da İsrail için korsan, haydut gibi
sıfatlar kullanması tesadüf mü?
Bazen barışı sağlamak için bağırmak gerekir.
***
Sadece Hocaefendi'nin değil, Saadet Partisi Başkanı Numan
Kurtulmuş'un da bazı yaklaşımlarına katılmak mümkün değil.
Kurtulmuş, "Yardım konvoyunu Türk hükümeti niye sahipsiz bıraktı"
diye soruyor.
Arkadaşlar! İnsani Yardım Vakfı (IHH), uluslararası ölçekte hareket
eden bir sivil toplum kuruluşu.
Hükümetin yanlarına askeri gemi katması, İsrail'e karşı "Ben bu işi
icabında zorla yaparım" mesajını vermek olurdu ki bu savaş
sebebidir.
Zaten öyle bir durumda yardımı, IHH değil, Kızılay götürüyor
olurdu.
Hükümetin amacı dövüşmek değil, İsrail'in egemenlik haklarını
sorgulamadan, Gazze'ye yardım etmek; o kadar.
Sabah - Mahmut Övür
Fethullah Gülen ne demek
istedi?
Sabah - Mahmut Övür
Fethullah Gülen ne demek
istedi?
Gazze'ye insani yardım götüren "Mavi Marmara" gemisine İsrail
askerlerinin saldırısı sadece Türkiye'yi değil, dünyayı da ayağa
kaldırdı. İnsanlık dışı bu saldırı birçok ülkede protesto edildi
ama en sert tepkiyi Türkiye toplumu verdi.
Sokaklar dolup taştı, İsrail protesto edildi. Başbakan Erdoğan'ın
çıkışı diplomatik sınırlar içinde ama sertti, etkisini de gösterdi.
Ancak bu bile toplumu sakinleştirmeye yetmedi. Yapılan kamuoyu
araştırmaları da bu gerçeği gösteriyor.
Metropoll, olayın sıcaklığı sürerken bir kamuoyu araştırması yaptı.
Buna göre toplumun yüzde 60'ı hükümetin İsrail'e tepkisini yeterli
bulmuyor.
İşte bu noktada Fethullah Gülen'in açıklaması geldi ve herkesi şoke
etti.
"Gördüğüm şeyler hiç de hoş değildi" diyen Gülen, Gazze'ye yardım
götürmeden önce İsrail'le uzlaşma yolunu seçmemelerini "Faydalı
sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmak" olarak
tanımladı.
Gülen'in bu sözleri Türkiye'de bir hayli tartışma yarattı. Yarattı
çünkü Türkiye'de "İslamcıların girişimi" olarak görülen ve
eleştirilen olay , yine bir "İslamcı Hoca" tarafından
eleştiriliyordu. Gerçi ne söylediği tam anlaşılmadı ama böyle de
olsa Gülen'in amacının farklı olduğu kesin.
Büyük olasılıkla Gülen, Türkiye'nin sokaklarında yükselen tepkinin
daha aşırı bir noktaya ulaşmasını doğru bulmadı ve toplumu sakin
olmaya davet etti.
Gülen'in yakın çevresiyle de görüştüm. Hoca'yı iyi tanıyan ve bu
tür toplumsal gerilimlere yol açabilecek olaylara karşı tavrını
bilenler de aynı şeyi söyledi. Tabii bu çıkışı, daha önce Deniz
Baykal'ın "Pensilvanya" açıklamasıyla birleştirip, "Acaba Gülen
Hareketi yeni bir iktidar arayışı içinde mi?" diyenler de var.
Yakın çevresi bu yaklaşımı da doğru bulmuyor. Kısaca Gülen, giderek
sertleşebilecek bir toplumsal yükselişi bu çıkışıyla biraz olsun
aşağı çekmiş oldu. Çünkü toplumun yüzde 60'ı hükümetin tepkisini
yeterli bulmayıp daha fazlasını istiyor. Belki de "akil adamlık"
böyle bir şey… Bunu ileride daha iyi göreceğiz…
Star - Ergun Babahan
Hoca Efendi’ye çok ciddi itirazım
var
Star - Ergun Babahan
Hoca Efendi’ye çok ciddi itirazım
var
Dünyanın farklı ülkelerinde yaptığı hizmetleri gördüm.
Türkiye’nin farklı kentlerinde cemaat üyelerini tanıdım.
Hepsinin farklı siyasi görüşlerden olduğunu gördüm.
O yüzden Batılı kimi yorumcuların komplo teorilerine
katılmıyorum.
Tanıdığım kadarıyla bu hareket mensupları New Jersey’den gelecek
bir emirle oy verecek yapıda değil.
Çünkü bu bir tarikat değil, cemaat ve içlerinde çok farklı siyasi
görüşler var.
Hoca Efendi bu hareketin mensuplarını bir gecede CHP’li yapamaz
diye düşünüyorum veya böyle bir niyeti olduğu konusunda ciddi
kuşkularım var.
Ayrıca kimileri gibi önyargı, korku veya nefretle yaklaşmıyorum bu
harekete.
İslami hareketin modernleşmesindeki önemlerinin farkındayım.
Yaptıkları çok önemli icraatlar, devletin yapmasının mümkün
olmadığı işler.
Ama Fethullah Gülen’in son açıklamalarına katılmıyorum.
O gemideki herkesin inancına veya amacına evet demiyorum.
Hayır dediğim noktalar evet dediğim noktalardan fazla olabilir.
Ancak bu gerçek yaptıkları eylemin yüceliğini azaltmaz.
Onlar dünyanın dikkatini Gazze’ye çevirdiler.
Gazze şu anda çok ciddi bir uluslararası sorunsa, bu o gemideki
insanları otoriteye hayır demesi sayesinde.
Orada, dini, inancı, ırkı ne olursa olsun 1.5 milyon insan
yaşıyor.
Üstelik bu insanlar inanılmaz bir yoksunluk ve zulüm altında
yaşıyor.
Onları bu zulüm altında yaşatan otorite de ortada.
Bu otorite ile anlaşmak, sadece 10 milyon dolarlık bir yardım
malzemesinin ulaşmasını sağlar belki ama o insanların uzun vadeli
esaretini ortadan kaldırmaz.
Faşizmle uzlaşılmaz, savaşılır.
28 Şubat’ta otoriteyle anlaşmanın sonuç ve bedellerinin ne olduğunu
muhafazakar camia birebir yaşadı.
Bugün Gazze’de tanıklık ettiğimiz açık bir faşizmdir.
O insanları özgürlüğe, hakkettikleri yaşam koşullarına faşistlerle
uzlaşarak kavuşturamazsınız.
Mücadele etmeniz, bazen ölümü göze almanız gerekir.
Hoca Efendi hareketi, kavgayı, çatışmayı sevmeyen bir hareket.
Saygı duyulur.
Ama İsrail’le anlaşma, otoriteye karşı gelmeme söylemini kabul
etmek mümkün değil.
Müslümanlar, Hazreti İsa’nın ‘’Sana tokat atana öbür yanağını dön’’
inancından gelmiyor.
Müslümanlık, haksızlığa, tiranlığa karşı koymayı gerektiriyor.
Bugünün dünyasında adalet, insan hakkı mücadelesi de otoriteye
karşı durmaktan geçiyor.
Türkiye’de otorite, anayasa değişikliğine karşı çıkıyor, başörtülü
kızın üniversitede okumasına karşı çıkıyor.
Sevgili Çetin Altan’ın dediği gibi, otorite bazen marangoz hatası
olabilir.
Otoriteyi veri kabul ederseniz, her türlü adaletsizliği,
haksızlığı, insan hakkı ihlalini kabul etmeniz gerekir.
Fethullah Gülen Hoca’nın barışçı yöntemlere inancını saygıyla
karşılıyorum ama Gazze’deki faşizmin, bugün itibarıyla durduğu
noktayı zayıflattığına da inanıyorum.
Dünyanın hiçbir otoritesi 17 yaşındaki bir çocuğa 5 kurşun
sıkılmasını haklı gösteremez.
Göstermemeli.
Yine de bu çıkış, Türkiye’de İslami hareketi tekvücut gören
kesimlere, muhafazakar dünyada da çelişkiler olduğunu göstermesi
açısından önemli.
Bu dünyada da İsrail’e, barış hareketine, Türkiye’nin geleceğine
ilişkin farklı yaklaşımlar var.
Gördüğümüz gibi kimi de hayati çelişkiler içeriyor.
Korkmayın ve hayatı olduğu gibi kabul edin.