Gül Meclis’e hitap etti
Abone olCumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni yasama yılının açılışında Meclis Genel Kuruluna hitap etti.<br/>Türkiye ve dünya gündemine dair gelişmeleri...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni yasama yılının açılışında
Meclis Genel Kuruluna hitap etti.
Türkiye ve dünya gündemine dair gelişmeleri değerlendiren
Cumhurbaşkanı Gül, şu açıklamayı yaptı:
"Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. Dönem 4. Yasama Yılı’nın
açılışında, siz Değerli Milletvekillerine hitap etmekten büyük
memnuniyet duyuyor, hepinizi en samimi duygularımla
selamlıyorum.
Her yasama yılı başlangıcında bu kürsüden ülkemizi yakından
ilgilendiren gelişmeler hakkında görüşlerimi sizlerle
paylaşıyorum.
Altı yıl önce ben de milletvekili olarak şimdi sizin oturduğunuz
sıralarda oturuyordum. Beni Cumhurbaşkanı olarak seçen, üyesi
bulunduğunuz Yüce Meclis’tir.
Kurtuluşumuzun, kuruluşumuzun ve demokrasimizin ocağı olan bu
Meclis, istiklal ve istikbalimizin de nihai teminatıdır.
Görev yaptığım altı yıl boyunca Yüce Meclis’in seçtiği 11.
Cumhurbaşkanı olmanın şeref ve gururunu hep taşıdım. Bir yandan,
anayasal sorumluluklarımı yerine getirirken, diğer yandan,
egemenliğin gerçek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin
çalışmalarını yakından izledim.
Demokrasimizin kendi dinamikleri içinde yaşaması ve ilerlemesi için
yoğun mesai harcayan Değerli Siyasi Partilerimize ve tüm
Milletvekillerimize bu vesileyle teşekkür ederim.
Bu süre zarfında Anayasa’nın bana verdiği yetki ve sorumlulukları,
demokratik teamüller, hukukun üstünlüğü, kamu vicdanı ve
milletimizin hassasiyetleri çerçevesinde kullanmak için azami çaba
sarfettim.
2007 yılındaki seçilme sürecinde yaşanan demokratik olgunluğa
yakışmayan zorlama ve tartışmaları arkamda bırakarak, Türkiye’nin
normalleşmesine özen gösterdim.
Millet iradesine gölge düşüren, siyasi hayatımızı zaman zaman
tehlikeye sokan örtülü vesayetlerin ortadan kaldırılması için
Meclisimizin ve halkımızın ortaya koyduğu kararlılığa destek
oldum.
KUTUPLAŞMANIN, SİYASİ PARTİLERİMİZE DE ÜLKEMİZE DE FAYDASI
YOKTUR
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Çoğulcu demokrasilerde siyasi partiler, birbiriyle yarışır,
mücadele eder, neticede ülke kazanır. Sizin demokratik
mücadelenizden de hep Türkiye kazanmıştır, kazanacaktır. Bu
kazancın ne kadar değerli olduğunu görmek için gözlerimizi
sınırlarımızın biraz ötesine çevirmemiz yeterli olacaktır.
Aktif siyasetin içinden gelen, Başbakanlık ve Dışişleri Bakanlığı
yapmış biri olarak seçimlerin belirleyiciliğine, sandığın erdem ve
onuruna yürekten inandım. Demokratik teamüllerin zorlandığı veya
ayaklar altına alındığı dönemlerde dahi, halkımızın milli iradesini
er ya da geç sandığa ve ülke yönetimine yansıtacağına inancım
hiçbir zaman sarsılmadı.
Demokrasinin hoşgörü, tahammül, sabır, azim ve fedakârlık
gerektirdiğinin hep bilincinde oldum.
Yine, demokrasinin bir fren ve dengeler sistemi olduğunu daima
akılda tuttum.
Katılımcı, çoğulcu ve özgürlükleri genişleten bir demokrasi
anlayışı içinde demokratik reformların gerçekleştirilmesini her
fırsatta savunageldim.
Bu nedenle, temel insan hakları ve demokratik değerler bakımından
etrafımızda yaşanan onca trajediye rağmen, demokrasinin, hukukun
üstünlüğünün bölgemizde de er ya da geç hüküm süreceğine olan
inancım hiç eksilmedi.
Bu şartlar altında, yüzlerini ve umutlarını Türkiye’ye çeviren
kardeş halklara yapabileceğimiz en anlamlı katkının, Türk
demokrasisini sağlam ve güçlü tutmak olacağı kanaatindeyim.
200 yıllık anayasa ve demokrasi geleneğimizin en önemli unsuru,
hâkim güvencesinde yapılan seçimlerdir. Yani, sandıktır.
Önümüzdeki iki yıldan az sürede ülkemiz üç önemli seçimi
gerçekleştirecektir. Halkımızın önüne, tercihlerini hür bir şekilde
yapacağı seçim sandıkları konulacaktır.
Bir demokrasi şöleni havasında gerçekleştirileceğinden emin olduğum
seçimlerin ortaya çıkaracağı milli iradeye, her zaman olduğu gibi,
herkes saygı duyacak, seçimi kazananlar tüm milletimizi temsil
edeceklerdir. Demokrasinin en temel şartı olan seçim dönemlerinde
bazen tanık olunan kutuplaşmanın, siyasi partilerimize de ülkemize
de faydası yoktur.
Ülkemizde siyasi tartışmalarla başlayan kutuplaşma, bazen siyasetin
ötesine geçebilmekte, kimliklere, inançlara, hassasiyetlere dokunan
bir nitelik kazanabilmektedir.
Böyle bir kutuplaşma elbette milletimizin sosyal insicamını bozma
tehlikesi taşır.
Her meseleye, her tartışmaya “siyah-beyaz”, “doğru-yanlış”,
“haklı-haksız”, “bizden-onlardan”, “dost-düşman” zaviyesinden
bakamayız.
Esasen toplumsal meselelerde, hayata geçirelebilir çözümler, daha
çok gri alanlarda, orta yolda ve uzlaşıda bulunabilmektedir. Çünkü
insan fıtratı, kalıpları, kampları, önkabulleri, önyargıları ve
ötekileştirilmeyi sevmez. Aslında kutuplaşmadan uzaklaşan ülkeler
normalleşir. Yapılan reformlar ancak kutuplaşmanın yaşanmadığı
dönemlerde kalıcı olur, kök salar.
Bu nedenle, kutuplaşmalardan kaçınarak, demokrasimizin değer ve
erdemlerine toplum olarak sahip çıkalım. Demokrasiye yönelik
tehlikeler konusunda hep birlikte uyanık olalım.
DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ VE REFORMLAR
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Bir ülkede gelişme, ilerleme, toplumsal huzur, refah ve mutluluk
demokrasi çatısı altında mümkün olabilir. Ancak demokrasi statik
bir sistem değildir; yaşayan, gelişen ve değişime ayak uyduran bir
yönetim biçimidir. Son yıllarda demokratik standartlarımızı
yükseltmek amacıyla “sessiz devrim” olarak adlandırılabilecek pek
çok köklü reform hayata geçirilmiştir.
Bu sürece, iktidarın olduğu kadar, muhalefetin de katkısı
olmuştur.
Doğu’da da Batı’da da takdirle karşılanan bu reform ruhunu bugün de
devam ettirmemizde büyük fayda vardır. Hak ve özgürlüklerin
genişletilmesi, ülkemizin daha kolay ve iyi yönetilir hale
getirilebilmesi ancak bu reform ruhuyla mümkün olabilir.
Bu bağlamda, dün Sayın Başbakan tarafından açıklanan ve ülkemizin
önemli sorunlarına çözüm getireceğine inandığım yeni adımları da
memnuniyetle karşıladığımı belirtmek isterim. Bu sürecin devam
ettirilmesi gerektiğine de inanıyorum.
GEZİ PARKI OLAYLARI
Türkiye gibi genç, dinamik ve hızla şehirleşen bir toplumun
demokratik sistem içerisinde dile getirilen ihtiyaçları ve
talepleri bitmez, hep süreklilik arzeder.
Bu anlayışla, Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği
kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik
gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm.
Uzun yıllar yargısız infazlarla, işkenceyle ve vahim insan hakları
ihlalleriyle anılmış olan ülkemizin, bu kez, gelişmiş
demokrasilerdekilere benzer kaygı ve taleplerle gündeme gelmesinden
çekinilecek bir husus yoktu.
Bu nedenle, gerek ben, gerek Hükümet yetkilileri, “iyi niyetli
mesajların alındığını” eylemlerin hemen ardından ifade ettik. Ne
var ki, bazı aşırı gruplar, şiddet kullanarak ve vandalizm
sergileyerek barışçı gösterileri istismar etme teşebbüsünde
bulunmuşlardır. İyi niyetle başlayan bu eylemler zamanla kamu
düzenini bozan, yanlış bir niteliğe bürünmüştür.
Neticede, ülkemizin algısını zedeleyen talihsiz olaylar yaşanmış ve
maalesef bu süreçte biri polis altı vatandaşımız hayatını
kaybetmiştir.
Bu eylem ve olaylarda hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza
Allah’tan rahmet, acılı ailelerine başsağlığı dilerim.
Bu süreç içerisinde zaman zaman şahit olduğumuz başta aşırı güç
kullanımı olmak üzere tüm hukuk ihlalleri araştırılmakta, yargı
süreçleri devam etmektedir.
Millet olarak bu olaylardan gerekli dersleri çıkartmalı, yapılacak
ayrıntılı sosyolojik çalışmalarla özellikle genç kuşakların
hissiyatını anlamak için duyarlılık göstermeliyiz.
Demokrasilerde, farklı düşünceler, itirazlar, şiddete bulaşmadan,
hukuk ve meşruiyet sınırları içinde ifade edilebilir. Böylece,
yetkililerin ve kamuoyunun dikkati çekilebilir.
Ne var ki yapılacak bu eylem ve gösterilerin toplum hayatının genel
akışını engellememesi ve diğer vatandaşların hak ve özgürlüklerini
zedelememesi gerekir.
Şiddet yoluyla demokratik mesaj ve taleplerin dile getirilmesi de,
bu mesajların alınması da sözkonusu olamaz. Toplum düzeninin
illegal şekilde bozulduğu durumlarda ise yetkililer elbette
görevlerini yerine getirmek zorundadırlar.
Bu olayları arkamızda bırakarak, artık ileriye doğru bakmalı ve bu
tecrübeden demokrasimizin katılımcı ve çoğulcu vasıflarını
güçlendirme yolunda yararlanmalıyız.
Unutmayalım ki, farklılıklarımız milli kumaşımızın renk ve
desenleridir. Esasen bu renkler ve desenler bir bütün olarak
‘milletimizi’ oluşturmaktadır.
Bu nedenle, tüm kimliklere, inançlara ve hayat tarzlarına saygıyla
yaklaşmak ve sorunlarını çözüme kavuşturmak toplumsal barışın
vazgeçilmezidir.
“ÖZGÜRLÜKLERİNİ KULLANMA İRADESİNE SAHİP BİR MEDYANIN VARLIĞI,
DEMOKRASİMİZE GÜÇ KATAR”
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Kuvvetler ayrılığı, özgür basın ve etkili muhalefet demokrasinin
olmazsa olmazları arasındadır.
Yasama, yürütme ve yargının etkin ve verimli çalışması; ciddi,
yapıcı, güçlü bir muhalefetin varlığı; özgür, eleştiren, tarafsız
ve bağımsız bir medya; ülkelerin demokratik gelişimi açısından çok
önemlidir. Anayasa ve yasalarla teminat altına alınmış
özgürlüklerini kullanma iradesine sahip bir medyanın varlığı,
demokrasimize güç katar.
Geçen yıl bu kürsüden de ifade ettiğim gibi, tüm bu konularda
ortaya çıkan eksikler veya yanlış uygulamaların düzeltilmesi tüm
ülkemizin yararınadır. Zira, demokratik hak ve özgürlüklerin en
geniş biçimde kullanılmasına imkan sağladığı için geriye gitmiş,
bundan zarar görmüş dünyada tek bir ülke dahi yoktur. Bu nedenle,
işleyen demokrasisiyle bölgesinde seçkin bir yere sahip olan
ülkemizde, en yüksek demokrasi standartlarını hâkim kılmak temel
önceliğimiz haline gelmelidir.
Öte yandan, demokratik kültürün içselleştirilmediği bir siyasi ve
sosyal düzende, anayasal kurum ve güvenceler ne kadar iyi çalışırsa
çalışsın, gerçek anlamda olgun bir demokrasinin varlığından söz
edilemez.
Tüm siyasi partilerimizin demokrasi kültürümüzü geliştirmek için
gayret göstermesi ülkemizin geleceği bakımdan önemlidir.
Demokrasi kültürünün oluşması bakımından en kritik aktörlerden biri
de şüphesiz ki medyadır. Bu bakımdan medyanın da yapıcı bir tavırla
bu sorumluluğunun farkında olması önemlidir.
Değerli Milletvekilleri,
Uzun yılların ihmali ile demokratik noksanlıklarımızın eseri olan
Kürt sorununun da yine demokrasi içerisinde çözülebileceğini hep
savundum.
Bu doğrultuda yürütülen tüm reform çalışmalarına ya öncülük ettim,
ya da bu gayretleri destekledim. Sözkonusu çabaların siyaseten
değil, milletimizin bekası için yapılması gerektiğine daima
inandım.
Millet olarak kendi sorunlarımızı büyük bir özgüven içinde
çözebileceğimizi her zaman ifade ettim. Halkımızın hak, adalet ve
daha geniş özgürlük yönündeki taleplerinin karşılanmasının ve
vicdanlara ters düşen yanlışların giderilmesinin, devletimizin ve
hükümetimizin en şerefli vazifesi olarak gördüm. Bu şekilde
gerçekleşecek çözümlerin onuru ve itibarının da devletimize ve
milletimize ait olacağına inandım.
Hâlihazırda, Hükümetimiz, iyi niyetle ve cesaretle çözüm sürecini
sürdürmektedir.
Bu gayretlerin sonucunda erişilen sükûnet ortamı, halkımızın barış,
huzur ve refah yönündeki umutlarını arttırmıştır. Anadolu’yu
ziyaretlerim sırasında, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde
gerçekleştirdiğim temaslarda halkımızın bu heyecanına bizzat şahit
oldum.
Mevcut sükûnet ortamının kalıcı kılınması ve sürecin bir “kardeşlik
barışı”yla taçlandırılabilmesi için gerekli adımlar suhuletle ve
kararlılıkla atılmalıdır.
Bu elbette bir pazarlık süreci olamaz. Sorunun özü de, çözümü de
demokrasimizin standartlarının daha da yükseltilmesinde
yatmaktadır.
Milli birlik ve beraberliğimizi pekiştirmenin yolu, ülkemizin
geleceğine tüm vatandaşlarımızın eşit ve kararlı bir şekilde
inanması ve sahiplenmesinden geçer.
Demokratik sahiplenme ve ilerleme, tehditlerle, şiddetle
sağlanamaz. Türkiye gibi köklü devlet geleneğine sahip bir ülkenin
halkı, bu tür tehditler karşısında nasıl davranacağını kuşkusuz
bilir.
Bu nedenle, herkesin sorumluluk duygusu içinde hareket ederek iyi
niyetli gayretlere katkıda bulunması gerekir.
Yakın bölgemizde yaşanan trajediler, ülkemize, demokrasimize, milli
birlik ve bütünlüğümüze sahip çıkmanın ne kadar önemli olduğunu
göstermiştir.
Bölge halklarının umut olarak gördüğü Türkiye, “kendi barışının
fırsat ve umudunu” söndürmemelidir.
MISIR’DAKİ ASKERİ DARBE
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Geçen yıl bu kürsüden küresel ve bölgesel gelişmelere dair yaptığım
değerlendirmelerde tablonun karamsarlığına vurgu yaptığımı herhalde
hatırlayacaksınız. Maalesef bugün gelinen noktada, çok daha
olumsuz, kırılgan ve daha karamsar bir tabloyla karşı
karşıyayız.
Suriye’de geçen yıl binlerle ifade ettiğimiz kayıplar, bu yıl yüz
bini aşmış; toplu katliamlara yol açan kimyasal silahlar
kullanılmış ve Suriye nüfusunun neredeyse yarısı mülteci durumuna
düşmüştür.
Etnik, dini, mezhebi ve ideolojik fay hatları etrafında cereyan
eden Suriye’deki iç savaş, tüm bölge için risk ve tehdit
oluşturmaktadır.
Ayrıca, Arap âleminin en önemli ülkesi Mısır’da, başlangıçta büyük
ümitler yeşerten demokrasi deneyimi akamete uğramıştır. Yine,
komşumuz Irak’ta son 10 yıldır devam eden terör ve şiddet dalgası
sadece geçen mübarek Ramazan ayında 1500 kişinin ölümüne neden
olmuştur.
Tüm bunlara ilave olarak, dünyanın başka yerlerinde irili ufaklı
çatışmalar, terörist eylemler, yoksulluk ve sosyal huzursuzluklar
devam etmektedir.
Malumunuz olduğu üzere, geçen hafta BM Genel Kurulu vesilesiyle
bulunduğum New York’ta çok sayıda temas gerçekleştirdim. Sizlere
özetini sunduğum vahim durumlar karşısında uluslararası camianın
sergilediği tutum da üzüntü vericidir.
Büyük umutlarla başladığımız 21. Yüzyılın ilk 13 yılında insanlık
bu yüzyıla hiç de yakışmayan trajedilerle karşı karşıyadır.
Yaklaşık yüzyıl önce yasaklanmış kimyasal silahlar kullanılmakta;
Orta Çağ’da Hıristiyan âleminde yaşanan mezhep çatışmalarının
benzeri, maalesef bu sefer bizim bölgemizde Müslümanlar arasında
cereyan etmektedir.
Ardımızda bıraktığımızı düşündüğümüz Soğuk Savaş’ın ideolojik
rekabet ve vekâlet savaşlarının benzerleri, bugün Suriye’de
sahnelenmekte; radikalizm ve aşırılık küresel düzeyde
yayılmaktadır.
Arap dünyasında yönetenler ile yönetilenler arasındaki meşruiyet
bağını sağlamlaştıracak demokratik dönüşüm süreci sancılı bir
döneme girmiştir.
Bahsettiğim küresel ve bölgesel konjonktür, doğal olarak ve belki
de en fazla ülkemizi çetin dış politika tercihlerinde bulunmaya
zorlamaktadır.
Tüm bu olumsuz tabloya rağmen ülkemiz, işleyen demokrasisi ve
gelişen ekonomisiyle bölgesinde bir istikrar adası ve umut kaynağı
olmayı sürdürmektedir.
Esasen bizim açımızdan en temel dış politika önceliğinin de, bize
yumuşak ve erdemli güç olma özelliği sağlayan bu konumumuzu korumak
ve bugüne kadar elde ettiğimiz kazanımları muhafaza etmek olduğu
kanaatindeyim.
Türkiye ancak bu yolla, çevresinin demokratik değişim ve dönüşümüne
katkı sağlar.
Dolayısıyla, önceliklerimizi bu şekilde belirlemek, halkımıza karşı
sorumluluğumuzun ve ülkemizin yüksek menfaatlerinin bir
gereğidir.
SURİYE’DE YAŞANANLAR
Değerli Milletvekilleri,
Komşumuz Suriye’de cereyan eden iç savaş şüphesiz ülkemizin en
ciddi dış politika meselesidir. Kimyasal silahların kullanımı iç
savaşa yeni bir boyut getirmiştir.
Suriye’deki kimyasal silahların önce uluslararası denetime
alınması, bilahare yok edilmesi için Birleşmiş Milletler çatısı
altında bir ara-çözüm bulunmuştur.
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, Türkiye olarak Suriye’deki
kimyasal silahların tamamının, denetlenebilir bir şekilde, en kısa
zamanda imha edilmesinden memnuniyet duyarız.
Ayrıca ümit ederim ki, Suriye’deki kimyasal silahların temizlenmesi
için başlatılan bu süreç, tüm Ortadoğu’nun nükleer dâhil bütün
kitle imha silahlarından arındırılmasına öncülük edecek yeni bir
güvenlik mimarisinin ilk adımı olur.
Ancak, kimyasal silahlarla ilgili atılacak adımlar, Suriye’deki
insani trajedinin gerçek mahiyetini unutturmamalıdır. Ülkede akan
kan ve şiddet mutlaka durdurulmalıdır.
Ortada yüz binden fazla insanın hayatını kaybettiği, 21. Yüzyılın
en büyük katliamı sözkonusudur. Bu vahşi iç savaşa bir son
verilemezse korkarım gelecek sene bu rakamların katlanarak devam
ettiğini hep birlikte görürüz.
İnsanlık onuru ve vicdanını yaralayan bu durum karşısında
uluslararası camianın daha fazla hareketsiz kalması kabul edilemez.
Suriye halkının bekası, güç dengesi politikalarına, Soğuk Savaş
mantalitesiyle yürütülen vekâlet savaşlarına ve dar çıkar
hesaplarına feda edilmemelidir.
İç savaşlar, savaşların en acımasız olanıdır. Bu çatışmalar
uzadıkça radikalizm ve aşırıcılık kök salmakta, kendi altyapısını
oluşturmakta, sadece iç savaş yaşayan ülkeyi değil, bölgesel ve
küresel istikrarı da tehdit etmektedir. Bunun örneklerini,
Afganistan’da, Somali’de, Irak’ta gördük, görmeye devam
ediyoruz.
Bu bağlamda, her ne gerekçe ile ve kaynağı ne olursa olsun masum
insanları vahşice katleden her türlü eylemi kınıyorum.
Ülkemizi hemen yanıbaşımızda filizlenen tehlikelerin uzağında
tutmak, şüphesiz milli güvenlik politikamızın öncelikleri
arasındadır.
Suriye’deki iç savaşın komşu ülkeler için oluşturduğu bir başka
büyük sorun da mülteciler meselesidir.
Suriye’deki çatışma ve saldırılardan kaçarak ülkemize sığınan
insanlara bu zor günlerinde kucak açmak, milletimizin şerefle ifa
ettiği bir insanlık vazifesidir. Ülkemizin bu sorumluluğu büyük bir
fedakârlık ve özenle yerine getirdiğine esasen tüm dünya
şahittir.
Bugün itibariyle sayıları yüzbinleri bulan ülkemizdeki
Suriyelilerin memleketlerine olan bağlarının idamesi ve kopmaması
için Suriye’nin bir an önce yeniden yönetilebilir ve yaşanabilir
bir ülke haline getirilmesi elzemdir. Aksi takdirde, bu durumun
kalıcı hale gelmesinin mülteciler için de, kabul eden devletler
için de ne kadar zor ve kalıcı bir soruna dönüştüğünün dünyada çok
çarpıcı örnekleri mevcuttur.
Suriye halkının acılarının dindirilmesi ve bölgenin yeniden
istikrara kavuşturulması için çabalarımızı uluslararası camiayla
birlikte kapsamlı ve iyi planlanmış bir siyasi çıkış stratejisi
çerçevesinde kararlılıkla sürdürmeliyiz.
Nihai hedefimiz, kendi halkıyla ve komşularıyla barışık, toprak
bütünlüğünü ve siyasi birliğini koruyan yeni bir Suriye’nin inşası
olmalıdır. Bir geçiş döneminin ardından kurulacak yeni Suriye’de,
savaş ve insanlık suçu işlemiş kişilere asla yer
verilmemelidir.
Suriye’de devam eden insanlık dramının sona erdirilmesinde BM
Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesi (P5) ve Suriye’ye komşu
ülkelerin birlikte yürütecekleri samimi çabaların belirleyici rol
oynayabileceğine inanıyorum.
Er ya da geç insanlığın ortak vicdanının bu vahşete son verecek bir
çıkış kapısını aralayacağına dair umudumu korumak istiyorum.
Son olarak, Suriye’nin içinden geçtiği bu zor süreçten bir şekilde
menfi etkilenen halkımızın meselelere sağduyu içinde yaklaşan vakur
tutumunu da şükranla karşıladığımı bu vesileyle ifade etmek
isterim.
MISIR’DA YAŞANANLAR TÜM DÜNYAYI ETKİLER
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Çok büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış bir ülke olan Mısır’da
yaşanan gelişmelerin, hem Arap dünyası hem de İslam Dünyası
bakımından her zaman önemli yansımaları olmuştur. Biz Mısır’ın
geleceğinin, halkının özgür iradesinin tecelli ettiği, anayasal
meşruiyetin hâkim olduğu ve demokrasinin temel prensiplerinin
hayata geçirildiği bir sistemde yattığına inanıyoruz.
Bu doğrultuda, kardeş Mısır’ın en kısa zamanda kaldığı yerden
tekrar demokrasiye geçmesini; siyasi tutukluların serbest
bırakılmasını; ülkenin yaralarını saracak şekilde bütün siyasi
akımların yer alacağı özgür ve adil seçimlerin gerçekleştirilmesini
umut ediyoruz.
Tarih boyunca Akdeniz’in iki yakasında sürekli etkileşim içinde
bulunmuş iki halk ve ülkeyiz. Türk halkı olarak, Mısır’ın her
bakımdan güçlü bir ülke olmasını, halkının huzur ve refah içinde
yaşamasını çok samimi bir şekilde arzu ederiz.
Netice itibariyle, Mısır halkı ve devleti ile kadim kardeşlik ve
dostluk hukukumuz, aramızdaki görüş farklılıklarını aşabilecek
kadar güçlüdür. Bu güçlü bağlardan yararlanarak, Mısır’ın
demokrasiye dönmesine ve normalleşmesine katkıda bulunabilir,
ülkelerimiz arasındaki ilişkileri daha da ileri seviyeye
taşıyabiliriz.
ABD TEMASLARI
Değerli Milletvekilleri,
New York’taki temaslarım çerçevesinde, İran’da yeni bir dönem
başlatan Cumhurbaşkanı Ruhani ile görüşme fırsatı buldum. Önemli
komşumuz İran ile ikili ilişkilerimizi ilerletmek ve başta Suriye
krizinin çözümü olmak üzere çeşitli bölgesel meselelerde
işbirliğimizi güçlendirmek hususunda anlayış birliğine vardık.
Ayrıca, İran ve ABD arasında başlayan ilk doğrudan temasların da
bölge barışına katkı sağlamasını temenni ediyorum.
Diğer bir komşumuz Irak ile ilişkilerimiz de kuşkusuz çok
önemlidir. Son 10 yıldır kritik bir dönemden geçen Irak’ın toprak
bütünlüğü ile siyasi birliğini hep savunduk. Siyasi istikrarına ve
ülkenin yeniden imarına katkıda bulunmak için her türlü çabayı
sarfettik. Irak’ta 10 yıldır süren şiddet sarmalından büyük üzüntü
duyduk, duyuyoruz. Özellikle son dönemde Irak’taki her kesime ve bu
arada Türkmen kardeşlerimize de yönelik artan terör saldırılarını
endişeyle takip ediyoruz.
Hâlihazırda Irak, ülkemizin en önemli ticari ve ekonomik
ortaklarından biridir. Son dönemde siyasi ilişkilerimizde yaşanan
hassasiyetin de en kısa zamanda aşılacağına inanıyorum.
Muazzam bir işbirliği potansiyeline sahip Irak-Türkiye ilişkileri
tam layıkıyla değerlendirildiğinde, sadece halklarımızın ortak
refahına değil, tüm bölgenin barış ve istikrarına katkıda
bulunacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Son yıllarda geliştirdiğimiz bölgesel süreçlerden biri de Körfez
İşbirliği Konseyi üyeleriyle başlatılan Stratejik Diyalog
mekanizmasıdır.
Körfez ülkeleriyle karşılıklı saygı ve güven temelinde büyük bir
ivme kazanan ilişkilerimiz son dönemde her alanda meyvelerini
vermeye başlamıştır. Bu ülkelerle çok sayıda önemli ticari,
ekonomik ve askeri anlaşmalar imzalanmıştır. Ayrıca, KİK ülkeleri
ve Türkiye pek çok bölgesel meselede benzer tavırlar sergilemiş,
ortak girişimlerde bulunmuşlardır.
Bazı meselelerde Körfez ülkeleriyle konjonktürel görüş
ayrılıklarımız olsa dahi karşılıklı kazanımlarımızın korunmasını ve
ilişkilerimizin daha da güçlenerek devam etmesini arzu
ediyoruz.
FİLİSTİN SORUNU
Değerli Milletvekilleri,
Orta Doğu’nun temel sorunu olan Arap-İsrail ihtilafı çözülmeden
bölgenin ve dünyanın huzur bulması mümkün değildir.
Bu anlayışla, son dönemde başlayan müzakerelerin, tüm
Filistinlilerin kabul edebileceği, 1967 sınırlarını esas alan,
başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin
Devleti’nin kuruluşuyla ve kalıcı bir barışla neticelenmesini
arzuluyoruz.
Ancak, bir yandan müzakereler sürerken, diğer yandan başta Doğu
Kudüs’te olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında yeni
yerleşim yerleri inşasına izin veren İsrail’in tavrını çok
tehlikeli ve bu süreçle bağdaşmaz buluyoruz.
AB ÜYELİK SÜRECİ
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
Meclis kürsüsünden yaptığım bütün konuşmalarımda Avrupa ülkeleriyle
ve müttefiklerimizle olan ilişkilerimizin önemine değindim. Bu
ilişkilerin sadece bir dış politika veya güvenlik ittifakı tercihi
değil, aynı zamanda milletimizin tarihi tecrübesinin ışığında
şekillenen stratejik yönelimi olduğunu ifade ettim. Bugün de hangi
kritere göre bakarsanız bakın, ekonomik, siyasi, askeri ve insani
ilişkilerimizin sıklet merkezini hala bu ülkeler
oluşturmaktadır.
Kuşkusuz bu ilişkilerin en temel sütununu üyelik müzakerelerini
sürdürdüğümüz AB ile münasebetlerimiz teşkil etmektedir.
Mevcut küresel ve bölgesel konjonktür ışığında, bir ayağını sağlam
bir şekilde AB’de tutabilen bir Türkiye, hem kendisi için
belirlediği büyük hedefleri gerçekleştirebilir, hem de AB ile
birlikte, bölgesine, komşu halklara çok daha etkili bir destek
sağlayabilir. AB sürecinin ülkemizin pek çok alandaki
standartlarının yükseltilmesinde oynadığı rol de hepinizin
malumudur.
Diğer taraftan, Euro bölgesinde yaşanan kriz, AB’nin daha esnek bir
yapıya kavuşturulması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu yeniden
yapılanma sürecini dikkatle takip etmeli, 5 yıl öncesinin değil, 5
yıl sonrasının Avrupa Birliği’ni düşünerek stratejilerimizi
belirlemeliyiz. Yeniden yapılanan AB’de Türkiye’nin yerini
pekiştirecek biçimde kendi politikalarımıza bugünden yön
vermeliyiz.
Amerika Birleşik Devletleri ile ikili çerçevede siyasi, askeri,
ekonomik ve bilimsel alanlardaki ilişkilerimizin önemi kadar,
bölgesel konulardaki istişarelerimiz de önemlidir.
Öte yandan, NATO müttefiklerimizle ortak değerler temelinde
yürütülen ilişkilerimiz, bugün de dayanışma ruhuyla
sürdürülmektedir.
Bu bağlamda, Suriye’de kriz dolayısıyla, hava savunma sistemimize
katkı sağlamak suretiyle Türkiye ile dayanışma sergileyen
müttefiklerimiz, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya ve Hollanda
hükümetlerine Türk halkı adına teşekkür ederim.
KIBRIS MESELESİ
Değerli Milletvekilleri,
Yaklaşık 50 yıldır devam eden bir ihtilaf olan Kıbrıs meselesi,
artık bir çözüme kavuşturulmalıdır. Çözümün parametreleri esasen
bellidir. Bu temel üzerinde vakit kaybetmeden kapsamlı bir çözüme
ulaşılması için iki toplum arasındaki doğrudan müzakerelerin
yürütülmesi elzemdir. Ancak ucu açık müzakere süreçlerinden de bir
netice alınamadığı tecrübeyle sabittir. Başlayacak süreç esasen
herkes için bir samimiyet testi olacaktır. Türkiye, her zaman
olduğu gibi adada adil ve kalıcı bir barışın tesisi yönünde her
türlü diplomatik süreci destekleyecek ve kardeş Kuzey Kıbrıs Türk
halkı ile dayanışmasını en yüksek seviyede tutacaktır.
Cumhurbaşkanı olarak görev yaptığım süre zarfında en fazla önem
verdiğim alanlardan biri de kardeş Türk Cumhuriyetleri ile
ilişkiler olmuştur. Şüphesiz bu sürecin en önemli kazanımı Türk
Konseyi’nin kurulmasıdır. Son 6 yılda Türk Cumhuriyetlerine
gerçekleştirdiğim 19 ziyaret ise, ilişkilerimizin somut olarak
hacim ve derinlik kazandığının bir göstergesidir. Bu ilişkileri
gelecek nesillere güçlü bir şekilde taşımalıyız.
Komşumuz Rusya Federasyonu ile yürüttüğümüz çok boyutlu ve kapsamlı
ilişkilerin her geçen gün ilerlemesinden büyük memnuniyet
duyuyorum. Bu yakın işbirliğinin bölgesel ve küresel meselelerde de
sürdürülmesi ayrıca memnuniyet vericidir.
Türk dış politikasının son 11 yılda sergilediği aktif çabalar
ülkemizi küresel ve bölgesel bağlantıları güçlü bir ülke haline
dönüştürmüştür. Bu itibarla G-20’nin aktif bir üyesi olarak,
dünyanın yükselen ekonomileri Çin, Hindistan, Brezilya ve Endonezya
ile ilişkilerimize daha da ivme kazandırmamız gerektiğine
inanıyorum.
Aynı şekilde son yıllarda önemli neticeler aldığımız Afrika, Latin
Amerika ve Pasifik ülkelerine açılım politikalarımızın
sürdürülmesinde büyük fayda vardır.
Son olarak, dünyada ve bölgemizde yaşanan dramatik gelişmelerin,
ülkemizin kapsamlı savunma reformu ihtiyacını daha da
belirginleştirdiğini dikkatinize getirmek isterim. Esasen
talimatlarım doğrultusunda başlamış olan kapsamlı çalışmaların
önemli olduğuna inanıyorum.
EKONOMİK KRİZ
Sayın Başkan,
Değerli Milletvekilleri,
2008’de Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan, kısa süre içinde
önce Avrupa’yı, daha sonra tüm dünyayı tesiri altına alan ekonomik
krizin etkileri henüz tam atlatılamamıştır. Başta ABD olmak üzere
gelişmiş piyasa ekonomilerinin kriz döneminde uyguladıkları parasal
genişleme politikalarını değiştirme yönünde verdikleri sinyaller,
aralarında ülkemizin de olduğu yükselen ekonomilerin kur ve faiz
göstergelerinde bir dalgalanmaya yol açmıştır.
Ortaya çıkan bu şartlar, Türkiye’de de kur ve faiz hadlerinde
dalgalanmaya sebep olmuştur. Ancak bu hareketler ülkemize has bir
durum olmayıp, diğer yükselen piyasalarla paralellik
arzetmektedir.
Esasen, Türkiye’nin makroekonomik temelleri son derece güçlüdür.
Başarıyla uygulanan ekonomik politikalar ve sağlanan mali disiplin
sonucunda enflasyon ve faiz oranları tek hanelere inmiştir. Kamu
borç stokumuz ve bütçe açıklarımız Maastricht kriterlerinin de
altında seyretme başarısını göstermiştir.
2001 yılında yaklaşık yüzde 18 olan faiz harcamalarının gayrisafi
yurtiçi hasılaya oranı, 2012 yılında yüzde 3,5’a çekilmiştir. Bu da
ülke kaynaklarının fiziki yatırımlara ve reel ekonomiye aktarılması
imkânı tanımıştır.
Kredi derecelendirme kuruluşları da bu olumlu tabloyu görerek
geçtiğimiz dönemde ülkemizin notunu “yatırım yapılabilir ülke”
seviyesine yükseltmişlerdir.
Nitekim, büyüme performansıyla ilgili son veriler de Türk
ekonomisinin güçlü makro ekonomik temeller üzerinde yükselmeye
devam ettiğini göstermektedir.
EKONOMİK KRİZ
Değerli Milletvekilleri,
Önümüzdeki dönemde gelişmiş ülkelerde 2008 krizi sonrası başvurulan
parasal genişleme politikalarının büyük ölçüde değiştirileceğine
şahitlik edeceğiz. Söz konusu küresel ekonomik konjonktür, bizim
gibi iç tasarruf oranları düşük ülkelerin büyümelerini finanse
edebilmek için gerekli kaynağa erişimlerini zorlaştırabilir.
Türk ekonomisi açısından bu yeni dönemin kayda değer etkileri
olacağı aşikârdır. Esasen ülkemizde artık kronikleşen düşük iç
tasarruf oranı sorununu halletmemiz öncelik arzetmektedir.
1990larda yüzde 23ler civarında olan iç tasarruf oranımız,
ilerleyen yıllarda düşmeye başlamış, son dönemde ise alınan tüm
tedbirlere rağmen ancak yüzde 15’e yükseltilebilmiştir.
Söz konusu düşük tasarruf oranı, sürdürülebilir bir büyüme
performansı yakalamamızın önünde en önemli engellerden birini
teşkil etmektedir. Dolayısıyla, büyümenin finansmanında bir
taraftan iç tasarruf oranını arttırırken, diğer taraftan doğrudan
dış yatırımlar ve toplam faktör verimliliğini arttırmamız
elzemdir.
Bu doğrultuda gerçekleştirilecek yapısal reformlar, her zaman
dikkat çektiğim gibi, ülkemizin orta gelir tuzağına düşmemesi
bakımından da son derece hayati bir konudur.
Bugünün küresel ekonomik rekabet şartları altında verimliliği
arttırmanın ilk şartı eğitim kalitesini yükseltmektir.
OECD verilerine göre Türkiye’nin temel bilimler eğitimindeki
performansı son sıralarda yer almaktadır. Hükümetimizin eğitime
bütçeden en fazla payı ayırdığı, en büyük yatırımları yaptığı bir
dönemde ortaya çıkan bu durum hala eğitim sistemimizde katedilmesi
gereken mesafe olduğuna işaret etmektedir.
Anadolu’yu ziyaretlerim sırasında pek çok üniversitede
incelemelerde bulundum. Üniversitelere gerçekten muazzam kamu
kaynağı sağlanmakta, bunlar yüksek standartta fiziki ve teknolojik
altyapıyla donatılmaktadırlar.
Dolayısıyla, üniversitelerimizden de eğitim ve bilimsel araştırma
performansını aynı şekilde yükseltmelerini beklememiz toplum olarak
en tabii hakkımızdır.
Bilgi çağının gerektirdiği donanımlara sahip, özgüveni yüksek,
araştırmacı, analitik düşünceye sahip bir neslin yetiştirilmesi,
gelecekte ekonomik ve beşeri kalkınmamızın lokomotifi
olacaktır.
Verimliliği artırmanın ve rekabet üstünlüğünü sürdürmenin diğer
önemli şartı ise, bilim, teknoloji ve yenilik politikalarına
öncelik vermekten geçer. Bu politikaların artık bir beka meselesi
olduğuna her vesileyle dikkat çektim.
Dolayısıyla, araştırma-gelişme ve inovasyon faaliyetlerine son
yıllarda sağlanan desteğin aratarak devam etmesi bu bakımdan büyük
önem taşımaktadır.
Sözkonusu faaliyetlerin özel sektör tarafından ticari ürün ve
başarıya dönüştürülmesi, yeni büyüme politikamızın da temel
dinamiği olmalıdır.
REFORMLAR
Değerli Milletvekilleri,
Son 12 yılda ülkemizi işleyen bir piyasa ekonomisi yapmak için çok
gayret sarf edildi. Bunu gerçekleştirmek için pek çok iktisadi ve
hukuki köklü reformlar hayata geçirildi. Ülkemizde sağlanan siyasi
istikrar süreklilik arzeden önemli ekonomik başarılara tahvil
edildi.
Yapılan reformlar sayesinde yerli-yabancı ayrımı gözetmeden tüm
girişimcilere dostça davranan bir ekonomi olduğumuz algısı tüm
dünyada yerleşti. Ülke olarak bunun meyvelerini doğrudan yabancı
sermaye yatırımları ve ucuz maliyetli fon girişleriyle aldık.
Önümüzdeki dönemde de bu kazanımlarımızın ve dünya piyasalarındaki
müspet algımızın aşınmasına izin vermemeliyiz. Hem yabancı
yatırımcıyı, hem de kendi ülkemizdeki müteşebbisi rahat ve güvenli
hissettirecek ortamı her zaman muhafaza etmeliyiz.
Diğer taraftan, bir ülkenin ekonomik büyümesi tek başına toplumsal
huzur ve barışın teminatı olamaz. Dolayısıyla, ekonomik büyümenin
ortaya çıkardığı refah artışının da adil dağıtılması önemlidir.
Bu bağlamda, ülkemizdeki gelir dağılımını düzeltici sosyal
politikaların devamında büyük yarar vardır. Bu çerçevede, en önemli
araçlardan biri olan kentsel dönüşüm projelerinin çevre, şehir
estetiği ve sosyal intibak kriterleri de dikkate alınarak
uygulanması elzemdir.
Nihayet, kadınların başta siyaset ve ekonomi olmak üzere toplum
hayatımızın tüm alanlarına aktif katılımlarının sağlanması, beşeri
kalkınmamızın anahtarı olacaktır. Bu konuda yaşanan sorunların
çözümü de memleketimizin öncelikleri arasında yer almalıdır.
CUMHURİYETİN 90. YILI
Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri,
Bu yıl 29 Ekim’de Cumhuriyetimizin 90. Yıldönümünü kutlayacağız.
Tüm halkımızla birlikte Cumhuriyetimizin bu süre zarfında elde
ettiği kazanımlardan gurur duyuyorum.
Bugün ekonomisiyle, demokrasisiyle ve ordusuyla güçlü bir ülke
olarak tüm dünyada saygın bir yere sahibiz. Şimdiye kadar ki
kazanımlarımızın üzerine daha büyüklerini inşa ederek yolumuza
azimle devam edeceğimizden de hiç şüphem yoktur.
Bu, seçildiğim görev süresi içerisinde benim son yasama yılını açış
konuşmam. Cumhuriyetin 27. Yıldönümünde doğmuş; ve onun en önemli
erdemlerinden biri olan fırsat eşitliğinden yararlanmış bir Türk
vatandaşı olarak; Milletimizin bana lütfettiği Cumhurbaşkanlığı
görevini layıkıyla yerine getirmeye çalıştım. Geride bıraktığımız
altı yıl içerisinde doğru bildiklerimi söylemeye, hatırlatmaya ve
yapmaya gayret ettim. Rehberim, Anayasamız, inançlarım ve vicdanım
oldu.
Hayatım boyunca, “halka hizmeti Hakk’a hizmet bilerek, Yüce
Milletimizin hizmetinden hiç ayrılmadım. Bundan sonra da bu anlayış
ve şuurla Milletimizin hizmetinde olmaya devam edeceğim.
Sözlerime son verirken, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak
üzere Yüce Meclis’in ebediyete intikal etmiş tüm üyelerini ve bütün
şehitlerimizi bir kez daha rahmetle yad ediyor ve yeni yasama
yılının Milletimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan
niyaz ediyorum."
(İHA)