Gül e-muhtırayı öğrenince ne dedi?
Abone olYakın tarihin sır perdesini aralayan kitap.. Olayların görünmeyen kısmında yaşananları Hasan Cemal kitaba döktü..
Hasan Cemal’in kitabına göre 27 Nisan 2007'de
e-muhtıranın verildiğini öğrenen dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah
Gül apar topar evden çıkarken yakın bir dostunu arayıp şöyle
diyor: “Eğer bana bir şey olursa ailem sana
emanet”
Meslekte 40 yılı geride bırakan gazeteci Hasan Cemal sekizinci
kitabını yazdı: “Türkiye’nin Asker Sorunu.” Kitabın üzerinde bir de
logo var: “Ey asker, siyasete karışma!”
Doğan Kitap’tan 12 Mayıs’ta çıkacak çalışma toplam 557 sayfa.
Milliyet'ten Devrim Sevimay kitapta yer alan çarpıcı anıları
yazdı.. Kitapta çok yakın tarihin önemli olaylarına ışık tutan
bilgiler bulunuyor.
"AİLEM SANA EMANET"
Ankara, 27 Nisan 2007
Çankaya’da Dışişleri
Konutu, eski deyişle Hariciye Köşkü.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu dolayısıyla yorucu ve gergin
bir gün geçirmiş olan Ak Parti’nin cumhurbaşkanı adayı, Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül çalışma odasında bilgisayarının başında
internette dolaşırken dinlenmeye çalışıyor.
Eşi Hayrünnisa Hanım ise televizyonda “Hatırla Sevgili” dizisini
izliyor. Menderes’in, Polatkan ile Zorlu’nun darağacında biten
acıklı sonlarını düşündükçe gözyaşlarını tutamıyor. Bir ara
Abdullah Bey’in yanına gidiyor, ekrana gözü ilişince:
“Aman Allahım!” oluyor ilk tepkisi. “Televizyonda seyrettiklerimizi
aynı mekanlarda bir daha mı yaşayacağız?.. Tarih tekerrür mü
edecek?..”
27 Nisan Muhtırası verilmişti.
Geceyarısı haber kanallarında Genelkurmay’ın “e-bildirisi”
okunuyordu. Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinde yayınlanan
bildiriyle asker, Gül’ün Çankaya yolunu kesmek için siyasal
tarihimize yeni bir müdahalenin antidemokratik bir sayfasını daha
ekliyordu.
Abdullah Gül bir koşu üst kata çıkar, giyinir, kısa bir süre sonra
yine aynı hızla aşağı iner. Hayrünnisa Hanım, belki de kocasını ilk
kez her şeye bu kadar hazırlıklı bir halde görüyordu. Gül de eşine
her şeye, ama her şeye, ölüme de, alıp götürmelere de, tutuklanmaya
da hazırlıklı olması gerektiğini söyledikten sonra ekler:
“Hazırlıklı ol, ama aynı zamanda metin ol!”
Bu
arada Gül çok yakın bir arkadaşına telefon eder:
“Bana bir şey olursa, ailem sana emanet...”
27 Nisan Muhtırası’nı izleyen o sıcak saatlerde, belki daha doğru
deyişle dakikalarda Gül ile partili arkadaşları arasında yaşanan
hızlı bir telefon trafiği sonunda, Gül’ün iç dünyası şöyle tarif
edilebilirdi:
“Ne 12 Mart’taki Demirel gibi şapkayı alıp gidecektik, ne de 28
Şubat’taki Erbakan gibi elimiz titreyecekti. Direnecektik,
direnebildiğimiz kadar... Hiçbir şey olmamış gibi bırakıp
gitmeyecektik.”
D.S.’nin notu: Hasan Cemal’le söyleşimiz sırasında sizin de şimdi
muhtemelen merak ettiğiniz soruyu kendisine sordum:
“Cumhurbaşkanı’nın ailesini emanet ettiği arkadaşı kimmiş, en
azından siz öğrenebildiniz mi?” Hasan Cemal, “Anlatan bana da
söylemedi” dedi. “Anlatan kim?” diye merak ederseniz, onun için de
Cemal “En birincil ağızlardan biri” demekle yetindi.
HAYRÜNNİSA HANIM AĞLADI
Kasım 2002
Ak Parti’ye iktidar yolunu açan Kasım seçimleri yeni sonuçlanmış.
Okuduğu bir şiir yüzünden hapis yatan Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı
olarak partisinin başında. Bu nedenle başbakanlık koltuğuna
Abdullah Gül yeni oturmuş.
Çankaya’da ise Ahmet Necdet Sezer var.
Özel kalem müdürü, Başbakan Gül’ün yanına girer. Bir devlet
teamülünden söz eder: Başbakan’ın eşinin Cumhurbaşkanı’nın eşiyle
tanışması ve birlikte çay içmeleri... “Peki” der Gül. Birkaç gün
geçer, özel kalem müdürü gelir Başbakan’ın yanına, hık mık ederek.
Cumhurbaşkanı Sezer’in eşi, Başbakan’ın eşiyle böyle bir buluşmayı
istememiş... Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım sabaha kadar
ağlar.
GÜL’DEN ÖZKÖK’E 12 SAAT MÜHLET
Ocak 2004
Dışişleri Bakanı Gül ile Genelkurmay Başkanı Özkök arasında ilginç
bir olay yaşanır. Genelkurmay, BM Genel Sekreteri Annan’a hakemlik
yetkisi tanınmasına sürekli karşı çıkar. Dışişleri Müsteşarı
Büyükelçi Ziyal’ın, Genelkurmay nezdinde sık sık başı ağrır. Bunun
üzerine Gül, Özkök’e bir öneride bulunur:
“Bir yazılı metin hazırlayalım, BM Genel Sekreterliği’ne hakemlik
yetkisinin kabulüne karşı çıkan... Ama bu konuda bütün sorumluluğun
sizde olduğunu gösteren bu metnin altına da siz Genelkurmay Başkanı
olarak imza atın.”
İki ayrı kopya olan bu metinler hazırlanır. Dışişleri Bakanı Gül 12
saatlik bir süre verir Genelkurmay başkanına. Ancak süre dolarken,
Genelkurmay ısrarından vazgeçer. Gül ile Özkök baş başa
kaldıklarında, “Gelin karşılıklı olarak o yazılı metni yok edelim”
der Genelkurmay başkanı ve metin imha edilir.
28 ŞUBAT’TA NİZAMİYEDEN DÖNDÜK
28 Şubat 1997
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, İsmet Sezgin’e
şöyle diyecekti:
“Nizamiyeden döndük. Güç tuttum. En büyük kaygım Rüştü Erdelhun!”
durumuna düşmekti. Tansiyon sorunum yoktu, çıktı.”
H.C.’nin 1. notu: Bunu İsmet Sezgin’in kendi ağzından, savunma
bakanı olduğu dönemde İstanbul’da yediğimiz bir yemekte
dinlemiştim.
H.C.’nin 2. notu: 1960’ta Genelkurmay başkanıydı Orgeneral Rüştü
Erdelhun. Demokrat Parti’ye yakın bilinirdi. 27 Mayıs darbesinde o
da tutuklandı, DP’lilerle birlikte Yassıada’da yargılandı, hapse
mahkûm edildi. 2003-2004 darbe tertipleri döneminde, zamanın
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de, o tertiplere yakın bazı gazete
yazarları tarafından “Rüştü Erdelhun olursun sonra!” diye
korkutulacaktı.
ERDOĞAN, EMASYA’YI İLK BAYRAMOĞLU’NDAN ÖĞRENİYOR
2004 yılının şubat ayı. Yerel seçim kampanyası...
Başbakan Erdoğan, yanında eşi Emine Hanım özel bir uçakla Rize’ye
gidiyor. Nazlı Ilıcak ile Ali Bayramoğlu da var uçakta. Sohbet
askerdeki sosyetik fişleme skandalından açılıyor. Bayramoğlu,
Erdoğan’a soruyor:
“1. Ordu’da yaşanan fişleme skandalının arkasında EMASYA yatıyor.
Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?”
Erdoğan ilk kez duyduğunu söylüyor. Bunun üzerine Ali Bayramoğlu,
28 Şubat’ın bir ürünü olan ve sivil asayiş alanının pratikte
“askerleştirilmesi” anlamını taşıyan EMASYA protokolünü özetliyor
Başbakan’a.
... Başbakan Erdoğan uçakta Ali Bayramoğlu’ndan dinliyor 1997
tarihli EMASYA’yı.
Şu tepkiyi veriyor:
“Böyle şey olmaz, biz bunu hemen kaldırırız.”
EMASYA’nın kaldırılması altı yıl sonra 2010 yılının mart ayını
bulacaktı. EMASYA’nın 28 Şubat’taki mimarlarından olan, eski 1.
Ordu komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın Balyoz Harekât
Planı’ndan dolayı tutuklanmasıyla birlikte Başbakan Erdoğan da bu
protokolü kaldıracaktı.
ERDOĞAN: YÜZÜME BİLE BAKMADILAR
Şarm El Şeyh, 20 Mayıs 2006
Mısır’ın Kızıldeniz kıyısındaki tatil beldesinde Dünya Ekonomik
Forumu’nun yıllık Ortadoğu toplantısı. Büyük salonda Başbakan
Erdoğan’ı bekliyorum. Türkiye konulu öğle yemeğinde konuşma
yapacak.
Türkiye’nin Danıştay cinayetiyle çalkalandığı günler...
... Başbakan Erdoğan salona girdiğinde beni gördü, yanıma doğru
yürüdü, baş başa sohbet etmeye başladık ayaküstü.
Çok sıkıntılıydı.
Eşiyle birlikte Danıştay yargıcının ailesine başsağlığı ziyaretine
gittiğini, karşılaştığı kötü muameleden dolayı derin üzüntü
duyduğunu şöyle anlattı:
“Yüzüme bile bakmadılar. Nedir bu nefret?.. Ailemi de yanıma alıp
başsağlığı ziyaretine gidiyorum. Ne kadar acılı olduklarını
biliyorum. Diyelim ki bizden nefret ediyorlar, bizi sevmiyorlar.
Ama ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanıyım. İnsan hiç olmazsa
buna, makama biraz saygı göstermez mi? Bizimle tek kelime
konuşmadılar. Tek kelime etmediler. Çok üzüldüm.”
Şarm El Şeyh’e gelen Türk heyetinin yüzünden düşen bin parça...
Başbakan konuşmasını yaparken Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı
Dengir Mir Fırat’la sohbet ediyoruz. ... Bir yıl sonra 2007’de
yapılacak cumhurbaşkanı seçimine ilişkin “derin komplo”yla ilgili
olarak kulağıma eğilip diyor ki:
“Şöyle bir çıtlatıver, Sarıkız operasyonu diye yazıver!”
CEMAL’İN SORUSU: DEMİREL GİBİ Mİ OLACAKSINIZ?
ERDOĞAN’IN YANITI: TESLİM ALAMAZLAR BENİ!
2008, 3 Mayıs akşamıydı.
Ak Parti’yle ilgili kapatma davası bir buçuk ay önce açılmıştı. Can
Paker’in Boğaz’a bakan Otağtepe’deki evinde bir grup gazeteci,
Başbakan Erdoğan’la buluşmuş, uzun bir akşam yemeği yemiştik.
Eşlerimiz, Emine Erdoğan’la ikinci bir masada oturmuşlardı.
Erdoğan’la bir ara baş başa kaldım ve sordum:
“Teslim olacak mısınız?”
Tayip Erdoğan, yüz hatlarında herhangi bir çizgi oynamaksızın, hiç
duraksamadan konuştu:
“Teslim olmam!”
Sorumu yineledim:
“Demirel altı kere gitmekle, yedi kere geri gelmekle övünür. Doğru,
darbelerle devrildi, her seferinde gitti geldi seçimle. Ama ne
yaptı Demirel? Kürt sorunu, Kıbrıs, demokratikleşme, asker, vesayet
meseleleri... Seçim kazanıp geldi, ama bu temel sorunlara el
sürmedi. Günü geldi, askerin kırmızı çizgilerine razı oldu, yani
teslim oldu Demirel. Sizi de ya tasfiye etmek ya da teslim almak
istiyorlar. 2002 yılı sonundan beri asker içinde tertipler
yapılıyor size dönük, ya tasfiye ya teslim diye...”
Erdoğan bana o kendine özgü dik bakışlarından birini atıp yine aynı
yanıtı verdi:
“Teslim olmam!”
Şöyle devam etti:
“Teslim alamazlar beni. Partimi kapatsalar da, beni yasaklasalar da
yoluma devam ederim. Bu da demokrasi yoludur.”
ÇİLLER: ASKER GELİRSE TÜRKİYE’Yİ BİRBİRİNE KATARIM
28 Kasım 1996
Başbakan Yardımcısı Çiller, Zafer Mutlu’ya demiş ki:
“Görevden alacağım Çevik Bir’i (Genelkurmay İkinci Başkanı H.C.)
Her şeyin arkasında Çevik Bir var. Asker gelirse, Türkiye’yi
birbirine katarım. Sanıyor musun ki beni buradan
çıkarabilirler?..”
Aslında Çiller de koalisyonun (DYP-RP) yürümeyeceğinin
farkında...
Çiller’den son bir not:
Erbakan’ı normal bir insan olarak görmüyor!
KARADAYI, TAKIMINI GETİRMEYİ BEKLİYOR
Ankara, 20 Şubat 1997
ANAP lideri Mesut Yılmaz’la Sheraton Oteli’ndeki İtalyan
restoranında akşam yemeği, diyor ki:
“Sincan’daki tankların yürüyüşünden Karadayı Paşa’nın haberi yoktu.
Komuta kademesinin tepesinde uyum yok. Geçen ay Gölcük’teki
toplantıyı bunun için yaptılar. Karadayı Paşa daha zamana yaymak
istiyor işi, ağustosta güçleneceğini düşünüyor, kendi takımını
getireceği için... Ahmet Çörekçi (Hava Kuvvetleri Komutanı), Teoman
Koman (Jandarma Genel Komutanı) ve Çevik Bir gidecekler. Çevik Bir
en şahini...”
Sözü Demirel’e getiriyor:
“Demirel’e de tam güvenmiyor komutanlar... Ecevit’e de öyle.. Akşam
söz veriyor, Rahşan’la görüştükten sonra ertesi sabah vazgeçiyor
diyorlar. Bu arada Demirel’in de kendi oyunu var gibi.. Bütün olup
bitenden istifa ederek Fransa’dakine benzer bir yarı-başkanlık
sistemine gitmek gibi...”
...Çiller’den nefret ettiğini saklamıyor:
“İdraksiz! Demirel darbe tehlikesini bir saat anlatmış, ama yine
anlamamış...”
‘DEMİREL TESLİM OLMA, DİRENİŞE GEÇ’
Ankara, 12 Eylül 1980
Darbe haberi Güniz Sokak’a, Başbakan Demirel’in evine ulaşır, Eşi
Nazmiye Hanım’ın gözleri yaşlıdır, kocasına der ki:
“Demirel, teslim olma... Direnişe geç!”
Ama Demirel direnmez.
Yavuz Donat yıllar sonra bu konuyu Demirel’e açıp, “Nazmiye Hanım
12 Eylül geceyarısı size “Teslim olma, direnişe geç!’ dedi mi?”
diye sorunca Demirel ne yalanlar ne de doğrular. Şöyle demekle
yetinir:
“Kime karşı direneceğim? Kendi askerime karşı mı? Neyle
direneceğim? Kendi askerime karşı benim bir askeri gücüm mü var?
Siyaset uzun soluklu bir iştir. O an düşündüğüm şey şuydu... Bu
işin ne zaman normalleşmeye döneceği...”
28 ŞUBAT’A 5 GÜN KALA ÇİLLER - MUTLU
TARTIŞMASI
İstanbul, 23 Şubat 1997
Çiller’in Yeniköy’deki yalısı
Milli Güvenlik Kurulu’nun kritik 28 Şubat toplantısına beş gün
var.
Siyasal tansiyonun gitgide tırmandığı bir dönem.
Darbe var mı, yok mu?
Tansu Çiller, DYP Genel Başkanı, REFAHYOL hükümetinin başbakan
yardımcısı ve dışişleri bakanı. Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni
Zafer Mutlu, yazarlar Hasan Cemal ve Fatih Çekirge’yi pazar sabahı
erken kahvaltıya davet etti. Fatih’le ben alt katta Boğaz’ı
seyrediyoruz. Zafer Mutlu üst katta, Çiller’le baş başa
görüşüyor.
Biraz sonra kahvaltı salonuna iniyorlar.
Suratlar asık! Hatta Çiller’inki allak bullak...
Zafer Mutlu’nun üstüne yürümüş Çiller. Sabah’ı batırmakla tehdit
etmiş... Zafer de, “Sen de kendinle birlikte ülkeyi de bataklığa
çekiyorsun” demiş...
Kahvaltı masasında hiçbir şey olmamış gibi siyaset konuşmaya
başlıyoruz. Çiller, Sabah’ın eskisi gibi kendisini desteklemesini
istiyor. Bir ara beni üstü örtülü bir dille “darbe
kışkırtıcılığı”yla suçluyor, reddediyorum. Asıl kendi tutumunun
Türkiye’yi darbenin eşiğine getirdiğini belirtiyorum.
Dinleyecek halde değil.
Sonra üçümüzü de hayrete düşüren bir şey söylüyor.
“Şunu bilin, asker benim yanımda!”
Şaka gibi! Bir şeyler söylemek ihtiyacını hissediyorum “Tansu Hanım
bakın, rejimle ilgili çok ciddi kaygılar yaşanmakta” diyorum.
Dinlemiyor:
“Bunlar birtakım darbe çığırtkanlarından kaynaklanıyor.”
Fatih Çekirge:
“Tansu Hanım, darbe kışkırtıcıları olarak kimleri kastediyorsunuz
bilmiyorum. Ama bildiğim şu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sözcükleri
bile açık açık rejim endişesinden bahsediyorlar. Sizin kulağınıza
gelmiyor mu?”
Çiller oralı değil. Öyle şeyler söylüyor ki donup kalıyoruz:
“Bakın arkadaşlar bu darbe lafları falan boşuna. Hiçbir şey olmaz.
Size çok özel bir şey anlatacağım. Kısa süre önce Genelkurmay
Başkanı Karadayı bana çok önemli bir olay aktardı. Karadayı, Mesut
Yılmaz’a haber göndermiş, “Siz çekilin sağı Tansu Çiller
bütünleştirir” demiş. Bunu bana kendisi söyledi.”
Sustuk, Çiller’in ruhi halleri vahim gözüküyordu.
Üstelik devam etti:
“Bir Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra Karadayı Paşa’yla
birlikte çıkıyorduk. Yanımızda Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven
Erkaya da vardı. Karadayı bana “Biz arada sırada Refah’a karşı sert
açıklamalar yapıyoruz. Siz bunu üstünüze alınmayın. Hatta bundan
yararlanırsınız” dedi. İşte darbe yapacak denilen komutanlar böyle
konuşuyor.”