Geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirilen “Öğretmenler
Günü” kutlamalarında yaşanan bir olay haftaya damgasını vurdu.
Olayın yaşandığı gün ve sonrasına yapılan yorum ve eleştirilerde
genellikle vali haksız bulunurken bence yaşanan başka bir detay
atlandı.
Önce olayı hatırlayalım:
Konya’da düzenlenen Öğretmenler Günü
kutlamasında konuşmak için kürsüye gelen vali, ön tarafta oturan
bir kişinin oturuşundan rahatsız olmuş olmalı ki önce şahsa
“Sen öğretmen misin bilader” diye sordu.
Sonrasında ise yüzlerce kişinin içinde bu şahsı rencide edecek
sözler söyledi.
Valinin olaya yaklaşım şeklinin yanlışlığı üzerinden yüzlerce
yazı yazıldı ve binlerce yorum yapıldı. Zaten vali de yaptığı
yanlışın farkına vararak daha sonrasında özür diledi. Ancak valinin
özür dilemiş olması olayın vahametini azaltmıyor.
Her şeyden önce bir yanlışı düzeltmenin çeşitli yolları vardır.
Eskiler bu konuda çok hassasmış. Yanlışını düzeltecekleri
kişinin hatasını asla yüzüne vurmazlar, uygun bir şekilde yanlışı
düzeltirlermiş.
Yeri gelmişken bu konu da bir kıssayı anlatıp asıl üzerinde
durmak istediğim konuya geleceğim...
Peygamber Efendimizin mübarek torunları Hz. Hasan ile Hz.
Hüseyin, câmi avlusunda durmuş şadırvandan abdest alan yaşlıca bir
adamı seyrediyorlardı. Hz. Hasan bir ara kardeşi Hz.
Hüseyine:
- Bak dedi, dirseklerini iyice yıkamadı.
- Evet görüyorum, bazı yerler kuru kalıyor.
- Bunu ona söylemeliyiz, abdest sırasında yıkanması farz
olan yerlerde iğne ucu kadar kuru bir yer kalsa abdest olmaz,
abdest olmayınca tabiî namaz da olmaz.
-Ama nasıl söyleyeceğiz? İşte bak, ayaklarında da aynı
ihmali yaptı. Parmak aralarını ovuşturmadı, suyu topuklarına
değdirmedi bile. Haydi gidip kendisine söyleyelim.
Hüseyin:
- Bir dakika, diye kardeşini durdurdu. O bizden çok yaşlı.
Söylersek utanabilir. Yahut çocuk olduğumuz için bizi
dinlemeyebilir. Onu kırmadan yanlışını anlatmanın bir yolunu
bulmalıyız.
Birden aklına geldi:
- Tamam, dedi sevinçle; buldum! Adama yaklaştı. Saygı dolu
bir sesle:
- Efendim, dedi, sizden bir ricamız var.
- Söyleyin bakalım çocuklar.
- Biz henüz çocuk sayılırız. Şuradan abdest alırken
başımızda dursanız da yanlışlarımızı söyleseniz. Adam memnun memnun
güldü:
- Tabiî, dedi. Başlayın bakalım.
İki kardeş abdest almaya başladılar. Adam dikkatle bakıyor,
bir yanlış bulmaya çalışıyor, ama bulamıyordu. Kendi abdestini
düşündü. Hasan ile Hüseyin gibi dikkat göstermediğini
anladı.
Abdestleri bitince saçlarını okşadı:
- Yanlış sizde değil çocuklar bende, dedi. Kusurlu benim.
Yanlışımı yüzüme vurmadan bu kadar nazikçe düzelttiğiniz için çok
teşekkür ederim. Artık ben de sizler gibi abdest alacağım. İşte
başlıyorum. Yeniden suyun başına çöktü ve bir güzel abdest
aldı.
Demek ki, bir şeyin doğrusunu bilmek yeterli
değil. O doğruyu başkalarını kırmadan, darıltmadan
anlatabilmek de lâzım. Peygamber Efendimizin torunları Hz. Hasan
ile Hz. Hüseyin gibi...
Valinin yaptığı yanlışın, tabiri caizse bir öğretmeni rezil
rüsva etmesinin ardından salondan yükselen alkışlar ise beni adeta
şoke etti.
Nasıl yani,,,
Öğretmenler bir öğretmen arkadaşlarının rezil edilmesini
alkışlıyorlar mı?
Evet, evet, resmen alkışladılar.
Bunun arkasında yatan psikolojiyi iyi tahlil etmek lazım
bence.
Gücün karşısında boyun eğmek sağlıklı bir durum değil
bence.
Hele ki o hakaret mensubu olduğunuz mesleğe karşı
yapılıyorsa.
Valinin yanlış yaklaşımını alkışlamak, sesini çıkarmamak nasıl
bir ruh halidir anlayabilmiş değilim.
İşin en kötü tarafı gücün karşısında ses çıkarmamak, şakşakçılık
toplumumuzda genel bir ruh haline dönüşmeye başladı.
“Güçlü her zaman haklıdır” deyip ses çıkarmamak bizi
iyi bir yere götürmez bu böyle biline...
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser