Gör güzel kardeşim, gör, gör!

Benim o tarihlerde anlatmak isteyip de anlatamadığımı BBC televizyonu bugün bir çırpıda özetlemiş.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

9 Nisan 2013 tarihinde, "T.C. Tartışmaları ve Erdoğan'ın yaralayıcı dili" başlıklı yazımda, kendisini dayatmalarından dolayı eleştirmiş "İlkbahar bitti bitiyor. Yaz ayındayız artık.. Sonbahar yaklaşıyor ve hepimiz sonbaharı neyin takip ettiğini iyi biliyoruz" diyerek bugünkü sıkıntılı halin olabileceğine dikkat çekmeye çalışmıştım.

"Görüyor musunuz ne kadar ilerici adamım. Taaa o zaman demiştim" küstahlığıyla yazmıyorum bunları. Aksine, sıradan herkesin çıplak gözle göreceği bir ayrıntıyı, göremeyenlerin dikkatine o tarihte sunduğumu anlatmaya çalışıyorum.

Belli zamanlarda insanları anlamak, gözenekleri bağlı büyük bir ağ ile sinek avlamaya benzer. Tam yakaladığınızı düşündüğünüz anda o sinek örgünün içinden kaçar ve siz apışıp kalırsınız. Onun için bugün ne yazarsam yazayım, birilerinin anlayamayacağını biliyorum.

Ama yine de ben anlatmaya çalışacağım.

***

Sokaklar barut. Siyaset dünyası tozlu ve puslu. Çılgına dönenler, isyan çıkaranlar, kelle isteyenler arasında gaddarca nutuk atanlar var.  Kökleri taaa Refah Partisi'ne kadar dayanan eski bir öfke yeniden kabarıyor.

Belli ki o Erdoğan'a karşı çok özel bir nefret var. Yaşananların adına sadece nefret demek yanlış olur. Çünkü o artık ciddi bir hesaplaşmanın da tam orta yerinde.

Günlerdir karşılaştığım herkes aynı soruyu soruyor: "Ne olacaktı yani özür dilese. Bu kadar germenin ne anlamı vardı.."

Sahi Erdoğan neden özür dileme yolunu seçmedi de, gerdikçe gerdi bu durumu?

Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyorsan, o zaman gel daha ilginç şeylerden bahsedelim.

Dikkatli oku ama.

Dikkatli oku çünkü, işin sonunda puzzlenin parçalarını birleştirmen gerekecek kardeşim.

***

Hatırlar mısın?

Bundan bir süre önce Erdoğan yine Fatih Altaylı'nın programına çıkıp, "Köprü ve Otoyollar ihalesi bana göre düşük derecede teklif aldı. İhaleyi iptal ettiriyorum. Yeniden yapacağız" dedi.

Bu birinci ayak...

Aradan bir zaman geçti ve geçtiğimiz Mayıs ayında Türkiye'nin son yıllarda en çok tartışılan iki kurumunda bir kadro operasyonu yapıldı.  Bu kurumlardan biri MİT, diğeri Emniyet'ti. Her iki kurumdan, sayıları 30-35'i bulan kritik görevdeki önemli kişilerin ya görev yerleri değiştirildi, ya da bu kişiler emekliye sevkedildi.

Bu ikinci ayak...

Bu olaydan birkaç gün sonra bu kez bankalara çok önemli bir operasyon yapıldı. Ekonomi kurmayları, yerli ve yabancı bankaların yaptığı soygunu durdurmak için çok önemli bir karar aldı. Vatandaşa verilen her kredinin, ama her kredinin (Buna kredi kartları da dahil) faiz oranlarının bundan böyle TEFE ve TÜFE'nin üzerinde olmayacağını "Dayattı"

Bu üçüncü ayak...

Hemen akabinde IMF'ye olan borcun son taksidi ödendi. Bu sırada İstanbul'a yapılacak 3. Havaalanı ihalesi ile 3. Köprü'nün ihalesi yapıldı. Ayrıca "Şov amaçlı açıklandı, asla yapılamaz" denilen Kanal İstanbul ile ilgili proje çalışmasında da sona gelindiği ve ihaleye çıkılacağı açıklandı.

Bu da dördüncü ayak...

Buraya kadar eksiksiz anlatabildiysem, şimdi geçen haftaya, Gezi parkına "İlk polis müdahalesinin yapıldığı" saatlere gelelim.

Lütfen buraya çok ama çok dikkat et!

Saat sabahın 07.00'ı...

Gezi Parkı'nda yaprak kımıldamıyor. Bazı masum eylemciler hamakta sallanıyor, bazıları yeşilliklerin üzerine uzanmış kitap ve gazete okuyor, bazıları ise bağdaş kurmuş kahvaltı yapıyor.

Ama bir tuhaflık var. Bütün kameralar açık, bütün fotoğraf çeken muhabirler ayakta ve hepsi aynı noktaya odaklanmış. Polise "müdahale edin" diye bir emir gelmemişken, ortalıkta çevik kuvvet bile yokken tuhaf bir şekilde, görüntü almaya çalışıyor hepsi.

Ve o beklenen görüntü nihayet geliyor.

TOMA diye tabir edilen aracın içindeki polis, bir talimat dahi gelmeden aniden harekete geçiyor. Suçları sadece kahvaltı yapmak, hamakta sallanmak, kitap gazete okumak olan eylemcileri tazyikli suyla dövmeye başlıyor.

Göstericiler şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken bir başka polis grubu gaz bombaları ve biber gazları ile ortalığı cehennem alanına çeviriyor.

Olay televizyonlarda "Şafak operasyonu! Aktivistlere gaddarca müdahale" denilerek veriliyor. Hemen akabinde CHP'nin bir vekili aynı ekranlar karşısında "Sayın Genel Başkanım. bizi burada öldürüyorlar. buradan ölümüz çıkacak" diyor ve bu sözler de büyük bir hezeyan içinde televizyonlarda yayınlanıyor.

Ne oluyorsa oluyor, o saatten sonra ekranlar kararıyor.

Bu sırada mesai saati olmasına rağmen yüzbinlerce insan akın akın Taksim'e doluşmaya ve polisle çatışmaya başlıyor. Üniversiteler, bankalar, özel reklam şirketleri bir anda kapısına adeta kilit vurup eylem alanına koşuyor.

Saatler akşamı bulduğunda ise yıllardır tek gelir kaynağı banka reklamları olan bir sanatçı, yüzbinlerce takipçisine, "Sen meseleyi hala Gezi Parkı Meselesi mi sandın arkadaş! Hadi gel!" diyor.

Pek çok ünlü sanatçı ve gazeteci adeta militanlaşıyor ve bir anda zemberekten boşalırcasına "Taksim'e gidin, Taksim'e gidin orada çevreciler katlediliyor" diyerek milyonlarca insana cehennemin kapılarını gösteriyor. Masum insanlar da bu çağrıyla gaza gelerek, herşeyden habersiz bir şekilde, bir haksızlığın karşısında durduğunu düşünerek Gezi Parkı'nın etrafında kümeleniyor.

Bu sırada bazı karanlık eller Erdoğan'ın "Başbelası" dediği twitter üzerinden harekete geçiyor ve takipçi sayıları milyonları bulan büyük hesap sahiplerine para akıtarak, "#direngeziparki" etiketi üzerinden kirli propaganda yapmaları için para akıtıyor.

Devam ediyorum...

Bir sonraki gün CHP'nin mitingi var Kadıköy'de. Ama ne hikmetse mitinge birkaç saat kala, CHP lideri mitingi iptal ediyor. Bir dolmuş şoförü gibi arkasına taktığı onbinlerce insanı meydana bırakıp, 5 dakika göründükten sonra kayboluyor.

Gerisini anlatmaya gerek yok. Yurdun dört bir yanına dağılan eylemler, cansız bedenler, yakılıp yıkılan evler, araçlar ve parti binaları...

Şimdi senden son bir ricam var. Dün Başbakan vekili Bülent Arınç ile bir araya gelen direnişçilerin taleplerini tekrar önüne al ve oku. Ne istemişti direnişin temsilcileri.

1- Yeni yapılması düşünülen 3. havaalanı yapılmayacak.

2. Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapılmayacak.

3. Kanal İstanbul Projesi iptal edilecek.

Bu 3 projeye başka kim karşı çıkıyor?

Geri kalan talepleri neler? Gözaltına alınanlar serbest bırakılsın, AKM yıkılmasın, gezi parkına Topçu kışlası yapılmasın.

Yani tırı-vırı..

Söyle hadi bana. Gezi Parkı eyleminin, Kanal İstanbul'la, yeni havaalanıyla ve 3. köprüyle ne ilgisi var? Bütçesi 35-40 milyar doları bulan bu ihalede avucunu yalayanlar kimler? Almanlar başta olmak üzere birkaç ülke. Hangi ülkeler mi? Onları sen son günlerde medyalarında çıkan haberlerden iyi tanırsın!

Şimdi oturup sakin kafayla düşün ve şu soruyu sor kendine..

Köprü ve otoyollar ihalesi iptal olan kimler?

Bankası eski faiz sisteminde haraç kesemeyeceği için zorda kalacak olan kimler?

Polis ve MİT teşkilatında örgütlenmesi zarar gören, gücünü kaybeden kimler?

Sonra şu soruyu sor!

Nasıl oldu da, düne kadar, "Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olamaz. Rejim yıkılır" diyerek 367 krizi çıkaranlar bugün, "Erdoğan gitsin, Abdullah Gül gelsin" demeye başladı.

Nasıl oldu da düne kadar "Kahrolsun Amerikan emperyalizmi" diye bağıranlar, ABD'den gelecek hükümet karşıtı bir eyleme kulak kabarttı. Nasıl olur da o kahrolsun dedikleri emperyalist ülkenin gazetesine ilan vermek için bizzat para harcama yolunu seçti?

Erdoğan neden gerek Fatih Altaylı ve gerek Routers muhabirine özellikle ve altını çizerek, "Bu işin yurtdışı bağlantıları var. Hepsini ortaya çıkaracağız" diyerek bastıra bastıra birşeyler anlatmaya çalıştı?

Salı günü yazdığım yazıda Erdoğan'ın yanlışlarını yazacağımı söylemiştim..

Evet kabul ediyorum. 

Erdoğan üslubuyla milyonlarca insanı aşağılar gibi bir tavır sergiliyor, rencide ediyor. 

Evet kabul ediyorum.

Erdoğan'ın dayatmacı biri olduğunu ve bazı kararları milletin yarısını azarlayarak aldığına ben de katılıyorum. Ama sırf bunun için Erdoğan'ın devrilmesi çabalarına, ipe çekilmesi oyunlarına ortak olmak evlerindeki milyonlara doğru gelmiyor.

Hadi senin, "Erdoğan diktatör" tezine katıldım diyelim. Peki Erdoğan diktatörse, hak ararken şiddet, yakma, yıkma ve yağma yolunu seçenlere nasıl bir isim vereceğiz? Bugün bu ülkede demokrasi yok diyerek terör estirenlerin yarın demokrasiyi ve özgürlüğü savunacağına nasıl inanacağız?

Sokaklarda uygulanan teröre bak ve neden bugüne dek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 10 Kasım Atatürk'ün ölüm yıldönümü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 1 Mayıs İşçi Bayramı ve 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nın sokaklarda yasaklandığını şimdi daha iyi anla! Bu prova o bayramlarda devreye sokulacaktı, plan belliydi ama tutmadı.

Bu oyunu gör güzel kardeşim, gör!

Hala göremiyorsan körsün, kör!