Son dönemin en çok konuşulan isimlerinden biri Gonca Vuslateri. Anne dizisinde oynadığı Şule karakteriyle döneme damga vuran Gonca Vuslateri'nin keşfedilme hikayesi ise bomba. Hem oyunculuğuyla hem de söylemleriyle gündeme damga vuran Gonca Vuslateri bilinmeyenlerini anlattı. 30 yaşında olan ve bir yıl önce evlenen Gonca Vuslateri'nin keşfedilme hikayesini okuyunca çok şaşıracaksınız. Gonca Vuslateri, nasıl oyuncu olduğunu, oyunculuktaki dönüm noktalarında yolunun kimlerle kesiştiğini ve hakkında bilinmeyenleri Hürriyet'e anlattı. İşte o röportajın çarpıcı bölümleri. *** Canlandırdığınız ‘Şule’, hem ekranın en sivri karakteri hem de bir nefret objesi... Siz ona dışarıdan bakınca ne görüyorsunuz? - Şule özeleştiri yapan biri değil. Alacağı eleştiri çok net. Mutluluk körü. Yaşam enerjisini karanlıktan alıyor. Aslında kötü değil ama sığınma ve erk olarak gücü şefkatten değil, ‘Cengiz’ (Dizide ‘Şule’ karakterinin eşi) gibi bir adamdan alıyor. Bu da bir tercih. Ve bunu oynamak benim için büyük zenginlik. Mesela bazen “Şule bu hareketi de yapmaz artık” diyorum. İnanamıyorum. Sonra bir bakıyorum hikâyeye çok girmişim. *** Böyle rolden çıkamadığınız zamanlar var mı? - Bu dediğin rahatsızlığa girer. Ama ağır sahnelerden sonra içimden gülmenin gelmediği, eve gidip uyumak istediğim zamanlar oldu. *** Sosyal medyada karaktere bir sürü ağır laf yazıyorlar, sokakta tepki nasıl? - Hiç kötü tepki almadım. Aksine yolda görüp sarılan çok oluyor. Sonuçta karşılaştıkları, hata da yapsa bir anne. *** Evet, çocuğunu çöp torbasına koyup çöpe atan bir anne. - Ama aynı zamanda ‘Zeynep Öğretmen’le (Cansu Dere) karşılıklı bir masaya oturup, “Bu defterde senin adın neden yazıyor, neden benim adım yazmıyor” diye ağlayan ve bunu sorgulayan bir anne. Gerçekten çok acayip! *** Sizi en çok o sahne mi zorladı? - O sahnede bardağa vurduğumda elimi kestim. 18 dikiş atıldı. Sonra “Seti artık keselim” dediler. Ama ben o duyguya bir daha giremem diye sete döndüm ve tamamladım. O gün boynum da çıksa o sahneyi çekecektim. *** Böyle etkili bir ‘kötü’ karakteri yaratırken rehberiniz neydi? - Hayatımda birçok şeyi konservatuvarda öğrendim ama bir oyuncuya fısıldanabilecek temel şeyleri 9 yaşımdan beri zaten bana fısıldıyorlar. *** Nedir onlar? - Kendini doldur. Kitap okumak mı? İnsan ilişkisi mi? Hata yapmak mı? Benim için başıma gelen her şeyi not almak hayatın en büyük eğitimi. Ben de her anımı bilirim. İçimde bana “Gonca bu anı sakın unutma” diyen bir ses var. Bu yüzden önüme gelen rolde önce kendi not defterime bakarım. *** ‘Anne’nin hikâyesinin odağında şiddet ve istismar var. Toplumda da şiddetin giderek arttığını görüyoruz... - Bu role başladıktan sonra derim çok hassaslaştı. Okuduğum her haberde gazeteyi tutamıyorum, parmaklarım yanıyor. Şiddetle ilgili hiçbir şeyin mantıklı açıklaması yok. Ama muazzam bir şiddete düşkünlük var. *** Neden dünya bu noktaya gidiyor? - Cevabım çok basit gibi durabilir ama; eğitimsizlik. Toplum içinde davranmayı, baba olmayı, anne olmayı bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmeden panik halde büyüyoruz. Bu panik duygusu bizi şiddetlendiriyor, hiddetlendiriyor. Taciz, kadına karşı şiddet, çocuk gelinler hepsi çoğalıyor. Ülkeler de birbirleriyle anlaşamıyor. Eğitim seviyesi daha düşük yerlere bakalım; çocuklar küçük yaşta hemen oyuncak silaha sarılıyor. Neden? Çünkü sarıldığımız şey aslında güvenlik ihtiyacı. *** Siz anne olmayı düşünüyor musunuz? - Çok istiyorum ama 2019 gibi. Evliliğin dördüncü senesi sanki uygun. *** Evliliğiniz bir seneyi geçti. Evli olmak sizde neleri değiştirdi? - Güzel bir şey başardık. Birbirimizin işine gücüne karışmıyoruz. İkimizin de bir sistemi var. Onun ayrı, benim ayrı uykusuz dünyalarımız oluyor. Eşim Burak (Ertoğan), ‘Kösem’ ve ‘Vatanım Sensin’de çalışıyor. Akşamları iş ve dizileri konuşuyoruz. *** Ne zaman “Oyunculuk benim mesleğim olacak” dediniz? - Ben demedim, annem dedi. İlkokuldayken eve geldim, “Öğretmen herkese ‘Ne olacaksın’ diye sordu, ben ne olayım?” dedim. Annem de “Tiyatrocu ol” dedi. Bir-iki hafta sonra Ediz Hun’un bir konuşmasına gittik. O kadar hayrandım ki onun saçlarını beyazlamış görünce ağlamaya başladım. “Ölecek mi?” diye sordum. Annem “Tiyatrocu olursan hiç ölmezsin” dedi. Ve tiyatrocu olmaya böyle karar verdim. *** Peki o karardan sonra her şey kolay mı ilerledi? - Her dönemim zorluklarla geçti. Bunu da mağduriyet olarak anlatmıyorum. Hâlâ da öyle, zaman zaman zorluklar çekiyorum; ekonomik sıkıntılarım, gerçekleştiremediğim hayallerim oluyor. Hâlâ bazen rolümle ilgili sıkıntılar yaşıyorum. Tedirginliklerim var. Ama tedirginliğimden çok mutluyum. Çünkü eğer halkı kazanmışsam anlattığım hikâyeler ömür boyu anlatılır, simit de satsam bana yine “Bu kız oyuncu” derler diye düşünüyorum. Benim tek hedefim kendime ‘oyuncu’ dedirtmek. *** Parasızlık yaşadınız mı? - Türkiye’nin her yerini gezip çalıştım, beyaz eşya tanıtımında balon şişirme işi bile yaptım. Mesela yazları Bodrum’da boynuma tepsiyi asarak meşrubat satardım. Bir gün Selçuk Yöntem gördü. Daha dizilerde oynamıyordum. Enerjimden anladı sanırım, “Oyuncu musun?” diye sordu. Sırtım o kadar çökmüştü ki bütün meşrubatı aldı. O gün bugündür de babam gibi. Müjdat Hoca’yla da bir anım var. 17-18 yaşımda okulda yatıp kalkıyordum. Bu yoklukla savaşamayacağımı düşündüm bir gün, Müjdat Hoca “Ben sana bu hakkı vermiyorum” diye masaya vurdu. Bir daha açlık tokluk düşünmeden sadece sanatı düşünerek işimi yaptım...