Gölge CIA'de cemaate ağır ithamlar
Abone olCIA'nın yan kuruluşu olarak nitelenen Stratfor'un AK Parti-cemaat gerilimi üzerine inanılmaz iddialar ortaya atıyor
Stratfor, Gülen hareketinin 12 Haziran seçimleri
öncesinde Erdoğan’a baskı yapmak için gazetecileri tutuklattığını
karşılığında ise 150 vekil istediğini iddia etti.
Amerikan özel istihbarat kuruluşu Stratfor’un 2011 yılı boyunca yaptığı Türkiye analizlerinde AK Parti hükümetiyle Fethullah Gülen hareketi arasındaki ilişkiler önemli bir yer tutuyor.
Taraf gazetesi Wikilieaks'da yayınlanan o raporları yayınlamaya devam ediyor. Gazete bugün sürmanşetten iktidar-cemaat ilişkisine dair ilginç yazılara yer verdi. Yazışmaların MİT krizinin ardından basına sızdırılması dikkat çekiyior.
Bu kapsamdaki yazışmalarda, “MİT krizi” nedeniyle geçen aydan
itibaren medyada ilk kez açıkça tartışılmaya başlayan
hükümet-cemaat gerginliğinin, Amerikan isihbarat dedikodularına çok
önceden yansıdığını görmek mümkün. Stratfor, 12 Haziran genel
seçimlerini de bu gerginliği hesaba katarak değerlendirmiş.
ŞENER'LE ŞIK TUTUKLANDI ÇÜNKÜ CEMAAT AK PARTİ'DEN 150 VEKİL
İSTİYOR
Gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tam bir yıl önce, 5 Mart
2011’de tutuklanmaları, ertesi gün Reuters’ın konuyu, yaklaşan
seçimler bağlamında değerlendiren bir haberiyle Stratfor yazışma
sirkülasyonuna giriyor. Kuruluşun başkanı George Friedman aynı gün,
Türkiye’de tutuklamalara gösterilen tepkiden yola çıkarak,
kuruluştaki analistlere sormuş: “AKP’nin bu adımı niye attığını
bana açıklayın. Bu adım AKP’yi güçlendirmekten ziyade, muhalefete
enerji katmış gibi görünüyor. Kafalarında ne var?”
Stratfor Türkiye uzmanı (bugünkü TÜSİAD Washington Temsilcisi) Emre
Doğru’nun Friedman’a yanıtı şöyle: “Bence bu adımı atan AKP değil,
Gülen hareketi. İki hafta önce generaller ve bazı diğer gazeteciler
gözaltına alındıklarında AKP, muhalefetin ve ABD’nin eleştirisine
maruz kaldı. Dolayısıyla iki gazeteciyi (ki çoğu kişi bunların AKP
karşıtı komplolardan hiçbiriyle alakalı olmadıklarına inanıyor)
daha gözaltına alarak, seçimler öncesinde yeni bir tartışma
yaratmak AKP açısından hiç akıllıca değil. Erdoğan pragmatik bir
adamdır, seçimler öncesinde halkın AKP’den korkusunu arttıracak ek
bir baskı istemez. Dolayısıyla, Gülen hareketi bu gözaltıları
gerçekleştirerek AKP’ye baskı yapıyor. Sorulması gereken soru:
Niye? Bunu yakın bir zaman önce Austin’e gelen Türk arkadaşımızla
tartıştım. O, Erdoğan eğer üzerindeki baskının azalmasını
istiyorsa, Gülencilerin buna karşılık AKP’den 150 vekillik talep
ettiğini söylüyor. Bu esasen seçim sonrasına yönelik bir
pazarlık.”
AK PARTİ'Yİ DEVİRMENİN YOLU MU?
Bunun üzerine bir başka Stratfor çalışanı Kamran Bokhari, 12
Haziran seçimleri öncesindeki TBMM’yi kastederek, “Şu andaki
parlamentoda kaç Gülenci var” diye sormuş. Emre Doğru yanıtlıyor:
“Gerçekten bilmiyorum, bunun tam olarak bulunabileceğini de
düşünmüyorum. En iyi ihtimalle bunu bakanlar düzeyinde bilebiliriz.
Cumhurbaşkanı Gül ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu mesela Gülen’e
yakınlar.” Bokhari, “150(vekil) çok büyük bir rakam. Ben bunu
Gülen’in AKP’yi devirmesinin bir yolu olarak görürüm” deyince,
Doğru bu kez şöyle yazmış: “Katılıyorum ama şunu unutmayın ki bu
seçimler Gülen’in AKP’yi ele geçirmesi için son büyük fırsat.
ERDOĞAN CUMHURBAŞKANI OLACAK
AKP’nin oyları (Erdoğan’ın liderliği olmaksızın) bu seçimlerden
sonraki seçimlerde düşme eğilimine girebilir. Ayrıca, Gülen’in bu
vekilleri yok yere istediklerini de düşünmeyin. Gülen hareketi de
AKP’nin oylarını arttıracaktır, dolayısıyla kendi payını ve belki
biraz daha da fazlasını talep ediyor.” Erdoğan da, Ali Fuat
Yılmazer’i görevden alarak cemaati vurdu Bu yazışmadan beş gün
sonra, Emre Doğru, Türkiye’deki bir başka gelişme üzerine daha
önceki analizinin doğru olduğunu savunan bir e-postayı George
Friedman ve diğer Stratfor yöneticilerine göndermiş. Doğru’nun 11
Mart 2011 tarihli mesajı şöyle:
“İstanbul’da Emniyet İstihbarat’ın başı olan Ali Fuat Yılmazer dün
görevinden alındı. Eskiden Erdoğan’a çok yakındı. Yılmazer, AKP’nin
rakiplerinin hareketlerini sınırlamak için kullandığı Ergenekon,
Balyoz vs. davalarda bütün gazetecilerin, akademisyenlerin ve
askerlerin gözaltına alınmasını yöneten kişiydi. Ancak, daha önce
tartıştığımız üzere, son gözaltılar AKP’nin otoriterliğinden
duyulan korkuyu arttırdı çünkü herkes son gözaltıların bu komplo
planlarıyla bir ilişkisi olmadığını biliyor.
Pazar günü sorduğunuz şu soruya cevaben (Gözaltılar muhalefete
enerji katıyorsa, AKP buna niye izin veriyor), bunu yapanın AKP
değil, Erdoğan’a baskı yapmak ve parlamentoda daha fazla vekillik
almak isteyen Gülen hareketi (Emniyet İstihbarat üzerinden)
olduğunu, Gülen hareketinin bu amaçla daha fazla gazeteci gözaltına
alarak sınırlarını aştığını savunmuştum. Başbakan Erdoğan’ın
İstanbul Emniyet İstihbarat’ın başındaki Yılmazer’i görevden alması
teorimi kanıtlıyor. Bu hareket, Erdoğan’ın seçimler öncesinde
Gülen’e bir karşı darbe vurması ve baskı altına alınamayacağını
söylemesi anlamına geliyor. İki taraf da birbirini test etti. Şimdi
ortam pazarlığa müsait.”
Şimdi biraz geriye gidelim. Stratfor’un 23 Ağustos 2010’da
yayımladığı “İslam, Laiklik ve Türkiye’nin Geleceği için Mücadele”
başlıklı rapor, istihbarat kuruluşunun Türkiye’nin siyasi
görünümünü nasıl okuduğunu ve müşterileri arasında yer alan
uluslararası bürokrasi ve iş dünyası temsilcilerine nasıl
yansıttığını göstermesi bakımından ilginç.
“Türkiye Cumhuriyeti’nde derin bir iktidar mücadelesi devam ediyor.
Birçok dış gözlemci bunu İslamcılık ile Kemalist laiklik arasında
on yıllardır süren çatışmanın son aşaması olarak görüyor. Diğerleri
ise geleneksel Anadolu’nun modern İstanbul’la, eşitlikçiliğin
iktisadî elitizmle mücadelesi ya da otoritariyanizme karşı
demokrasinin yükselmesiyle açıklıyor bunu. Nihayetinde, bütün bu
mücadele tek, evrensel bir kavrama indirgenebilir: İktidar.”
GÜLENCİLER 40 YILDIR DEVLETE SIZIYORLAR
Bu paragrafla başlayan raporda, Gülen Hareketi’nin AKP ile ilişkisi
de geniş yer tutuyor. “Türkiye’nin İslamcı Hareketi” başlıklı bölüm
şöyle:
“AKP İslamcı vizyonun kesinlikle tek takipçisi değil. Gülen
Hareketi olarak bilinen güçlü bir kuvvet kırk yılı aşkın süredir
Kemalist devletin zırhından içeri sızıyor. Pennsylvania’da yaşayan
karizmatik imam Fethullah Gülen, ulusötesi bu örgütü Gülencilerin
‘akil adamlar’ dedikleri küçük bir grupla birlikte yönetiyor.
Türkiye içinde, Gülen hareketi Kemalist elitin yerine geçmek ve
Türkiye’yi dinsel açıdan daha muhafazakâr bir topluma dönüştürmek
için kararlı bir gündem izliyor. Türkiye dışında, Gülen kendini iş
çevrelerini, dinî liderleri, siyasetçileri, gazetecileri ve sıradan
vatandaşları biraraya getirmeye çalışan çok dinli bir küresel
teşkilat gibi takdim ediyor. Halkla ilişkiler manevraları ne olursa
olsun, Gülen hareketi esasen Türkiye’de iktidar için at koşturan
oyunculardan sadece bir başkası.
Kemalistler Gülen hareketini uzun zamandır Türk cumhuriyetinin laik
tabiatına yönelik kritik bir tehdit olarak algılıyorlar. Fethullah
Gülen 1998’de Türkiye’den ayrılıp ABD’ye geldiğinde, aleyhine
hazırlanan mahkeme belgelerinde, takipçilerine ‘bütün güç
merkezlerine ulaşıncaya dek hiç kimse varlığınızı fark etmeden
sistemin anadamarlarında ilerleyin’ dediği vaazlarına da yer
verilmişti. Gülen ayrıca ‘Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı
omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve
koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz’ de demişti.
AK PARTİ GÜLEN CEMAATİNE NASIL BAKIYOR? MİT'ET İKTİDAR SAVAŞLARI... ORTA ASYA'DA CIA AJANLARI KORUNDU MU? SONRAKİ SAYFADA
[PAGE]
AK PARTİ GÜLENCİLERE AŞIRI BAĞIMLI HALE GELMEK İSTEMİYOR
On yılı aşkın bir zaman sonra, Gülen hareketi fiilen Türkiye’nin
bütün güç merkezlerinde mevcudiyete sahip. Önceki yıllarında,
hareket ketumiyet içinde hareket eder, kendisini farkettirmeden
‘sistemin anadamarlarına’ girmeye odaklanırdı. Ancak AKP’nin
seçmenden yüzde 47 oy alarak seçildiği 2007’den bu yana koşullar
Gülen hareketinin ülke içindeki faaliyetleri konusunda çok daha
açık davranmasına elverişli hale geldi. Gülenciler şimdi dışarıdan
insanlarla konuşmalarında karşılarındakine güçlü bir özgüven ve
kazanım duygusu veriyorlar, zira hareket artık kendi zamanının
geldiğini ve on yıllardır Türk toplumunu dönüştürmek için
gösterdiği sessiz gayretin meyvesini verdiğini biliyor.
AKP’ye gelince, Gülen hareketiyle bire bir uyum içinde hareket
etmiyor ve Gülencilere aşırı bağımlı bir hale gelmek de istemiyor.
Parti bir dizi konuda Gülencilerle tam olarak aynı görüşe sahip
değil ve laikçilerin AKP’nin tamamen İslamcı bir gündeme sahip
olduğu şeklindeki ithamlarını güçlendirme korkusuyla bilinçli
olarak bu grupla arasındaki mesafeyi koruyor. Benzer şekilde,
Gülenci hareket de seyrek de olsa, yeri geldikçe AKP ile görüş
ayrılıklarını dile getiriyor. Mesela, İsrail özel operasyon
güçlerinin Filistin yandaşı eylemcilerle dolu bir filoya
düzenlediği baskında dokuz Türk vatandaşının öldüğü Türk-İsrail
filo krizinde (Mavi Marmara olayı), Fethullah Gülen bir
söyleşisinde filoyu yola çıkaran İnsanî Yardım Vakfı (İHH) grubunun
Gazze’ye yardım götürmeden önce İsrail’in iznini istemeyerek
otoriteye karşı geldiğini söyledi. Gülen’in yardım kuruluşuna
yönelik eleştirisi, AKP’nin İsrail’in eylemlerini kınaması ve
İHH’ye açık, güçlü destek vermesiyle keskin bir tezat
oluşturuyordu. Görünen o ki, Gülen filo krizini, duruma verdiği
tepkideki pragmatizmin Batı’yla arasındaki ortak bir yön olduğunu
göstermek ve hareketini çok katı biçimde İslamcı ve aşırıcı olmakla
eleştirenlere karşı bundan yararlanmak suretiyle, kendi örgütüne
ilişkin dış algıyı değiştirmek için bir fırsat olarak kullandı.
Ancak Gülen’in değerlendirmesi Türk halkının geniş bir kesiminde
(tabii AKP içinde de) öfke yarattı ve hareketin liderlerinden
birinin ertesi gün bu açıklamaları geri çekmesine yolaçtı. AKP ile
Gülenciler arasında gerilim olduğu aşikâr, ama iki tarafın da
birbirine ihtiyacı ve geleneksel laik elitin yerine geçmek gibi
ortak bir arzusu var. Bu hedef, laikçi müesses nizamdan gelen ortak
tehditle birleşince, aralarındaki simbiyotik (ortak hayata dayanan)
ilişkinin temelini oluşturuyor: Gülen hareketi AKP’ye toplumsal
taban sağlıyor, AKP de Gülencilere kendi gündemlerini
ilerletebilecekleri bir siyasi platform veriyor.”
EMNİYET İSTİHBARAT ELLERİNDE ŞİMDİ MİT'İ ELE GEÇİRMEK İSTİYORLAR
Raporun devamında, Türkiye’de AKPGülen cephesi ile laikçi elit
arasındaki mücadele anlatılırken söz, güvenlik bürokrasisine de
geliyor:
“Türkiye’nin İslamcıları devletteki güç dengesini değiştirme
şansları varsa, bunun için silahlı kuvvetlerin üzerine gitmeleri
gerektiğini biliyorlardı. Bu süreç yavaş, sessiz ve hesaplı bir
süreç olacaktı ama nihayetinde ordu uzun zamandır sahip olduğu
dokunulmaz statüsünden sıyrılacaktı.
Gülen hareketi bu görevi Emniyet İstihbarat birimlerinden başlattı.
Türk polis gücü uzun zamandır güvenlik mekanizması içindeki en
zayıf kurumdu, ülkede yirminci yüzyılın büyük bölümüne hâkim olan
kentsel-kırsal bölünmenin bir yansımasıydı. Yüzyılın ilk
dönemlerinde, kırsal nüfus ülkenin üçte ikisini oluşturuyordu, bu
da silahlı kuvvetlerin kırsal alandan sorumlu olan birimi
Jandarma’ya kentsel bölgelerde devriye gezen polise nazaran çok
daha fazla nüfuz sağlıyordu. Yüzyılın ikinci yarısında daha çok
sayıda Türk, kentlere yerleşmeye başlayınca ve giderek kentler
kırsal nüfusu geride bırakınca polis de önem kazandı ve bu, Gülen
hareketine az bulunur bir fırsat sundu. Polis vaktiyle önemli bir
güç olmadığından, laik müesses nizamdaki laikçiler, polisi o kadar
sıkı denetlemiyorlardı. Sonuç olarak, polis memurlarının İslamcı
eğilimleri konusundaki özgeçmiş denetimleri daha gevşekti, bu da
mütedeyyin muhafazakârların Gülen hareketinin rehberliğinde bu
kurum içindeki varlıklarını giderek arttırmalarına imkân verdi.
Otuz yıl içinde polis ve özellikle Emniyet İstihbarat, AKP’nin ve
Gülen’in şemsiyesi altına girdi.
İslamcılar artık laikçi rakiplerinin altını oymak için güçlü bir
araca sahipti. Sadece Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunu
denetleyen güvenlik ağının yaygınlığından ve güvenlik
bürokrasisinin içini soruşturmaya yarayan telefon dinleme
imkânlarından yararlanmadılar, aynı zamanda AKP’nin varlığında,
Derin Devlet’i söküp atmak ve ordunun hükümet üzerindeki elini
etkisizleştirmek isteyen kuvvetli bir mekanizma buldular.”
Rapor burada Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarından, davalardan ve
askerî nüfuzun geriletilmesinden bahsediyor. Daha sonra söz yine
aynı konuya, AKPGülen ilişkisine geliyor:
“AKP ve Gülen hareketi ülkenin Emniyet İstihbaratı’na âlihazırda
fiilen sahip olsalar da, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) içine
de dikkat çekici bir şekilde girmeye başladılar. Uzun süredir
laikçi müesses nizamın hâkimiyetindeki MİT tarihsel olarak
zamanının büyük bölümünü AKP gibi iç siyasi rakiplerini denetim
altında tutmakla geçirmekteydi. Geçen mayısta Milli Güvenlik Kurulu
(MGK’nın atama yaptığı iddiası Stratfor’un yanılgısını yansıtıyor)
42 yaşındaki bürokrat Hakan Fidan’ı yeni MİT Müsteşarı olarak
atadı. Fidan, kendisini ordu ve sivil hükümet açısından daha rahat
kabul edilebilir kılan bir şekilde hem sivil hem askerî geçmişe
sahip olsa da, ağırlıklı biçimde AKP’ye sempati duyuyor. Bu,
İsrail’in gözünden kaçmadı ve İsrail muhtelif medya organlarında
Fidan’ı karalamak için bir kampanya başlatıp, İran gibi ülkelerle
istihbarat paylaşmaya yatkın olacağı iddiasını yaydı. Dikkat çekici
biçimde, Fethullah Gülen Fidan’ı, yurtdışında Gülen hareketiyle
yakın faaliyet yürüten Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nda (TIKA)
daha önce yaptığı çalışmalardan ötürü kamuoyunun önünde övdü.”
GÜLEN TÜRKİ CUMUHURİYETLERDE CIA'Yİ KORUDU MU?
Stratfor uzmanlarının hevesle paylaşıp yorumladıkları gazete
haberleri arasında Washington Post gazetesinin internet sitesinde
yazdığı “Casus Muhabbeti” adlı bloguyla ün kazanan, istihbarat
konuları uzmanı gazeteci Jeff Stein’in Fethullah Gülen ile CIA
bağını irdelediği bir makalesi de var. Stein, 5 Ocak 2011 tarihli
yazısında eski MİT görevlisi Osman Nuri Gündeş’in İhtilallerin ve
Anarşinin Yakın Tanığı adlı anı kitabındaki bazı iddialara yer
vermiş. Bu iddialar arasında, Gülen’in sadece Özbekistan ve
Kırgızistan’daki okullarında “130 CIA ajanına koruma sağladığı” da
var. Stein’ın konuyla ilgili ulaştığı, Gülen’i yakından tanıyan
CIA’in 80’li yıllardaki Kabil Operasyonlar Şefi ve Türkiye uzmanı
Graham Fuller iddiayı yalanlayarak “Türkiye’de çok fazla söylenti
var ve Gülen gerçekten kızıştırıcı bir konu” dedi. Gülen’in 2008’de
oturma izni alması için referans mektubu yazdığı iddiasını da
yanıtlayan Fuller “2006 başında FBI’a bir mektup yazdım... O
dönemde Gülen’in düşmanları ABD’den Türkiye’ye iadesi için baskı
yapıyordu. 11 Eylül sonrası ortamda tehlikeli bir radikal İslamcı
olduğu söylentilerini ortaya atmaya başladılar. FBI’a gönderdiğim
yazıda görüşümü sundum... ABD’ye güvenlik tehdidi oluşturmadığına
inandığımı belirttim. Çağdaş İslam konusundaki birçok uzman gibi
ben de hâlâ bunun doğru olduğuna inanıyorum” diyor. Emekli olduktan
sonra Time dergisinde yazarlığa soyunan, 1995 ile 1997 yılları
arası CIA’in eski Orta Asya operasyonlarının başındaki isim Robert
Baer ise Stein’ın aktardığı iddiayla ilgili “Benim dönemimde CIA’in
orada hiçbir ajanı yoktu. Ama ben ayrıldıktan sonra CIA burayı
mercek altına aldı” dedi. Baer’in bu ifadeleri, Stratfor’un
güvenlik ve istihbarat masasında çalışan kıdemli uzmanlardan Sean
Noonan tarafından “Baer’in 90’larda Kırgızistan’da ve Özbekistan’da
CIA saflarına hiçbir ajanın katılmadığını teslim etmesi ilginç,
tabii eğer ‘görevli’ yerine ‘ajan’ kelimesinin kullanılmasıyla
dalga geçmiyorsa.”
(Gerek Gülen hareketiyle ilgili diğer Stratfor belgelerini, gerekse
“İslam, Laiklik ve Türkiye’nin Geleceği İçin Mücadele” başlıklı bu
raporun kalan bölümlerini haberleştirmeyi önümüzdeki günlerde
sürdüreceğiz.)