Gökçene o madalya niçin verildi?
Abone olDERSİM sonrası Ulusal Kahraman ilan edilen Sabiha Gökçen’e törenle madalya verildi. Salonda tuhaf bir sessizlik vardı...
Harekat basından gizlendiği için Dersim bilinmiyordu.
Öyleyse bu madalya niçin veriliyordu?
Taraf Gazetesi'nde tarih yazıları kaleme alan araştırmacı Ayşe Hür,
Dersim tartışmaları ışığında çok bilinmeyen bir konuyu işledi. Hür,
Dersim harekatı sonrası ulusal kahraman ilan edilen Sabiha Gökçen'e
sessiz sedasız madalya verilişinin arka planını anlatıyor:
- Sabiha Gökçen’e 28 Mayıs 1937 tarihinde, Cumhurbaşkanı, Başbakan
ve Genelkurmay Başkanı dahil olmak üzere üç yüzden fazla davetlinin
katıldığı bir törenle Türk Hava Kurumu’nun Murassa (=değerli
taşlarla bezenmiş) Madalyası verilecektir. Ancak ortada garip bir
durum vardır. Sabiha Gökçen’in neden ulusal bir kahraman olduğu
konusunda çarpıcı bir suskunluk vardır. Çünkü Dersim harekâtı
kamuoyundan gizli tutulmuştur. Nitekim Havacılık ve Spor
dergisine göre Sabiha Gökçen bu madalyayı “gerek kurslarda, gerek
Türk hava ordusu mektep ve kıt’alarında büyük muvaffakıyetler
[gösterdiği] ve son atışlı tatbikatta kahramanca hizmet” ettiği
için almıştır. Gökçen’i ateşli bir şekilde tebrik eden gazete
yazarları ve hatta madalyayı sunan Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat
Bulca’nın açıklaması da şöyledir: “Türk Hava Kurumunun madalya
nizamnamesi (hayatını istihkâr edecek derecede fedakârlık gösteren
uçmanlara) madalya verilmesini kaydeder. Bunun için hava ordusu
kıtalarından parlak notlar alan ve Genelkurmay Başkanı Sayın
Mareşalin takdirlerini kazanan yiğit Gökçeni, Türk Hava kurumu
murassa madalya ile taltife karar vermiştir.” Gökçen’in yaptığı
teşekkür konuşmasında da Dersim’in adı geçmez, ancak Mareşal
Çakmak’a özel bir teşekkür vardır.
Neden Tunceli değil de Dersim?
Sabiha Gökçen anılarında Tunceli değil de Dersim adını kullanır
ancak bu anlatıda ne bombalar vardır, ne ölen, yaralanan, göçe
zorlanan insanlar, ne de Dersim Harekâtı’nın içeriğine dair
herhangi bir bilgi. Gökçen’in Dersim’deki rolüyle ilgili olarak,
ancak 1972 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan
Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938) adlı
kitapta birkaç satır okumak mümkün olur: “Bu arada Demenanlı aşiret
reisleri nezdinde toplantı halinde bulunan diğer aşiret
reislerinin, havadan bombardıman edilmek suretiyle toplantıyı
dağıtmak ve aşiretler üzerinde moral kırıcı bir etki sağlamak
lüzumu üzerine Tayyare Alay Komutanı komutasında 15 uçaklı bir
filo, Kırklar dağı-Darboğaz dere yolu-Zel Dağı-Kırmızı ve Kosur
dağları kuzeyindeki Keçizeken (Yukarı Bor) köyünü havadan
bombaladı. Bu hava taarruzunda özellikle Sabiha Gökçen hanımın
attığı 50 kiloluk bir bomba Keçizeken köyünden kuzeye doğru kaçan
asi grubuna oldukça ağır zayiat verdirdiği yapılan gözetlemeden
anlaşılıyordu” (s. 377)
‘Üç maymunlar’
Bu açıklamaya rağmen, Sabiha Gökçen, 28 Haziran
1987’de Nokta dergisinden Hıdır Göktaş’a verdiği
röportajda harekât sırasında halktan ölenler olup olmadığı sorusunu
da şöyle yanıt verecektir: “Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da
istihbaratı vardı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu.
Çoluk çocuk olan yerleri doğrudan tahrip etmek insanlık dışı
olurdu. Böyle bir şey olmamıştır.”
O sırada, 19. Piyade Alayı’nda stajyer olarak görev yaparken
Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı ve
Kontenjan Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin
Batur yıllar sonra verdiği bir mülakatında okuyucularından özür
dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söyler.
Bunun nedeni sorulduğunda, Dersim’de tanık olduğu şeylerin bir
devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını, ancak o dönemde o yörede
tanık olduğu ‘şeylerin’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu
‘şeyler’ olduğunu söyleyerek sözlerini noktalar.
Sabiha Gökçen’in suskunlukla geçiştirdiği, Muhsin Batur’un
anlatmaya dilinin varmadığı şeyleri artık konuşuyoruz. Bu
konuşmanın, bir çeşit ‘katharsis’ (geçici, yüzeysel
rahatlama) seansına dönüşmemesini, aksine kapsamlı bir tarih
eleştirisinin ve kapsamlı bir telafi yaklaşımının ilk adımı
olmasını dileyelim.