Gizli Yahudiler
Abone olSabatay Sevi ve Sabataycılar hakkındaki mitler ve gerçekler
Sabatayistler hakkında en bilimsel kitabın yazarı, Harvard’da
doktorasını bu konuda hazırlayan Cengiz Şişman, Sabataycıların
Osmanlı ve Cumhuriyet döneminin seçkinleri arasında yer aldıklarını
ama bir birlik oluşturmadıklarını söylüyor. Cumhuriyet kurulduğunda
çoğu yeni toplumun modern ve seküler bireyleri olmayı tercih edip
geleneklerini yeni kuşaklara aktarmamaya karar vermiş
Bir dönem Türkiye’nin üzerinde Sabatayizm hayaleti dolaşıyordu.
Telefon rehberlerine benzer soyisim katalogları hazırlanıyor, sonra
da insanlar magazin basınına rahmet okutan bir tarzda Sabatayist
ilan ediliyordu. Piyasa Sabatayistlerin Türkiye’nin başına gelen
her şeyin sorumlusu olduğu iddiasındaki kitaplarla dolmuştu.
Birbirlerinin taklidi olmaktan öteye gidemeyen bir sürü yazar
neredeyse aynı anda yüzlerce yıllık hain bir komplodan bahsetmeye
başlamıştı.
Sabatayizm ve Yahudilik meselesine akademik bir açıdan yaklaşan
Cengiz Şişman bu kalabalık içerisinde dikkat çeken bir isim.
Harvard Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora tezini Sabatay Sevi
hakkında veren Şişman, dönemle ve Sabataycılıkla ilgili birçok
kaynağı ilk elden incelemiş. Sabataycılık konusunda yapılan
tartışmalara aşina olanlar bunun çok alışılmış bir şey olmadığını
takdir edeceklerdir. Şişman’ın isimli kitabının genişletilmiş
ikinci baskısı yakında çıkıyor. Şişman’la Sabataycılık tarihinden
İsrail’in tuhaf yatak arkadaşlıklarına kadar birçok konu hakkında
konuştuk.
Kitabınızı yazdıktan sonra ne tür tepkiler
aldınız?
Tepki meselesi karışık. Akademik camiadan ve belli bir bilimsel
hassasiyeti olan çevrelerden çok olumlu tepkiler aldım. Olumsuz
eleştirilerse daha çok internet üzerinde yazan ve isimlerini
kullanmayan bir takım yazarlardan geldi. Çünkü kitabımda onların
söylediklerine ters şeyler söyleniyor. Mesela onlar
“Sabatayistler herşeyi yönetiyor” diyorlar. Ben de “Hayır,
o kadar değil” diyorum.
O kadar da değil derken...
Bunların tabii ki bir etkileri vardı ve halen de var. Çünkü
Osmanlı’nın son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin milliyetçi ve
seküler kimliğinin oluşmasında etkili olmuşlar. Ama bu durum
Sabatayist kimliklerinden dolayı değil. Bu insanların çoğu iyi
eğitimli, şehirli ve uluslararası ticaret kurallarını biliyor.
Modernleşmeci, Aydınlanmacı bazen de pozitivist yaklaşımlara
sahipler. Etkileri bu yüzden. Ben bu insanlara Sabatayist değil
Sabatayist kökenli demeyi tercih ediyorum. O eski abartmaların ve
sansasyonel iddiaların temelsiz ve spekülatif olduğunu gösterince
epeyce eleştirildim tabii ki. Kitabımda Mehmet Şevket Eygi,
Abdurrahman Dilipak, Yalçın Küçük ve Soner Yalçın gibi isimlere
somut eleştiriler yönelttim.
Nedir bu eleştiriler?
İlk olarak bilimsel bir
eser yazılırken temkinlilik şart. Bir konuda sonuca varmanız için
konuyla ilgili eldeki birincil ve ikincil kaynakları görmeniz
gerekir. Benim çalışmalarımda yüzlerce farklı kaynak var. Eğer o
kaynaklar eksikse temkinli konuşmalısınız. İkincisi “sebep-sonuç”
ilişkilerini iyi kurmanız gerekir. Bu yazarlarsa çok rahat ve keyfi
sebep sonuç ilişkilerine gidebiliyorlar. Kitabımda hem onların
söylediklerine hem de metedolojilerine eleştiride bulundum. Ama
onlardan şimdiye kadar bir tepki almadım. Açıkçası tepkilerini de
merak ediyorum.
Kitabınızı okurken Yalçın Küçük’ü diğerlerinden farklı bir
yere koyduğunuz izlenimini edindim.
Yalçın Küçük teorik düşünen ve köken itibariyle de akademik birisi.
Ama bence teorik düşünmesine ve aklına aşırı güveniyor. Eğer her
konuda otorite olmaya çalışırsanız hiçbir konuda otorite
olamazsınız. Bilimde akla ve akıl yürütmeye aşırı güven çoğunlukla
yanlışa götürür. Akıl yürütme diyalektik bir biçimde bilgiyle
desteklenmeli. Bence hoca bunu yapmıyor ve dahası yazdıklarıyla
konuşmalarına baktığımda Yalçın Hoca’nın okumadığını düşünüyorum.
Zaten sistematik olmayan kitaplarının pek çoğunda en büyük kaynağı
gazete kupürleri. Ama gazete okumak ve her hangi bir konuda bir iki
kitap okumak okumak değildir.
Kitabınızda Mübadele’den sonra Sabataycıların bir cemaat
olarak dağıldığını ileri sürüyorsunuz.
Tabii. Ben organize bir birlik olmadığını söyleyerek ve dini
anlamda bir Sabataycı bilinç yoktur diyerek komplo teorilerinin
zeminini ortadan kaldırıyorum. Bu arada hâlâ inanan, bir şekilde
varlığını sürdüren küçük oluşumların olduğunu kabul ediyorum. Ama
bu ayrı bir konu. Şunu da belirtmek isterim ki inançlarını
sürdürenlerin dahi Sabatayist teolojinin derinine inebildiklerini
düşünmüyorum. Çünkü Sabatayist gelenek uzun zaman önce büyük
kırılmalara maruz kaldı. Aslında daha da önemlisi, Sabataycılara
ait bir sermayede artık bitti. Büyük zenginler yok artık. Bezmenler
mesela. Cemaat kökenli insanları bireyselleşmeye götüren önemli
etkenlerden birisi de sermayenin bitmesi.
Bunu nereden çıkarıyorsunuz?
Türkiye’de yeni bir dönüşüm yaşanıyor. Yeni bir muhafazakar sermaye
ve sınıf ortaya çıkıyor ve “Beyaz Türkler” de
diyebileceğimiz eski elit gücünü kaybediyor. Eski elitin parçası
olan Sabataycı kökenlileri insanların rollerinin önemsizleşmesinde
bu sürecin de önemli olduğunu düşünüyorum.
Soner Yalçın ve Yalçın Küçük Sabataycıların çeşitli İslami
tarikatlara sızdıklarını ve buralarda faaliyet gösterdiklerini
söylüyor. Yani aynı tezler bu kez de “Beyaz Müslüman” avına
dönüşüyor.
Soner Yalçın ilk kitabında yaptığı metodolojik ve pratik hataları
daha vahimini ikinci kitabında tekrarlıyor. Bir kere çok ciddi
temel İslam ve Sufizm bilgileri eksiği var. Ayrıca bir iki örnekten
yola çıkarak genellemeler yapıyor. Osmanlı’nın son döneminde
yaklaşık 400 tekke var İstanbul’da. Yalçın bu kalabalık içerisinden
birkaç tekil örnek vermektedir. Öte yandan Sabatayist kökenli
insanlardan Melami, Bektaşi ya da Mevlevi olanlar vardır. 19.
Yüzyıla kadar bu doğrudur. Ama bu tarihten sonra bu insanların çoğu
Aydınlanmadan etkilenmiş ve agnostik ya da ateist olmuştur.
Bu tarikatlara girişi İslamcılaşma ya da İslamı
değiştirmeye çalışmadan ziyade ortodoks İslamın etkilerinden
korunmaya çalışma olarak yorumlamak mümkün mü?
Doğrudur ama bunu anlamak için asıl şekillenmenin olduğu 17. Yüzyıl
sonuna ve 18. Yüzyıla bakmak gerekir. Sabataycı kimliğin kendini
yeniden nasıl inşa ettiğinin önemli yanıtlarından birisi bence
Sufizmdedir. 18-19. Yüzyıldaki Sabatayist kimliği anlamada
“heterodoks” sufi tarikatlar kilittir. Bunun en önemli nedeni söz
konusu tarikatların Sabataycılara daha hoşgörülü bir yaşam biçimi
sunmasıdır. İkinci olarak Sabatayizm mistik ve mesihçi bir
harekettir ve sufizmdeki yanılmaz/kurtarıcı şeyh fikri
Sabatayizmdeki mesih fikrine çok benzer. Bir başka neden de teorik
ve pratik olarak İslam sufizmi Yahudi Kabalasından daha zengindir.
Bunlar Sabatayistlere ilgi çekici gelmiştir. Ama sufileşme 19.
Yüzyıla kadar devam eden bir süreçtir ve burada “İslamın
Yahudileştirilmesi”nden bahsedemeyiz. Kaldı ki zaten
Sabataycılık teolojik anlamda Yahudilikten, en az Hıristiyanlık
kadar farklıdır.
Aslında politik bir tartışmaya bilimsel verilerle
müdahalede bulunuyorsunuz. Peki, komplo teorisyenlerinin pek
sevdiği ifadeyle, gerçek sizi özgürleştirdi mi? Kitabınız
Sabataycılık tartışmalarına vermesini istediğiniz yönü verdi
mi?
Bu çok önemsediğim bir konu. Bence gerçek bizi özgürleştirmez ama
özgürleşme fırsatı verir. Ben bu fırsatı verdiğimi ve
verebileceğimi düşünüyorum. Ama bu fırsat kullanılır mı ya da nasıl
kullanılır, ondan emin değilim. Araştırmaya başladığım ilk on yıl
boyunca hiç konuşmadım. Çünkü bu kadar politik bir tartışmada, ne
söylersem söyleyeyim, herkesin kendi işine gelen tarafı alacağını
ve kullanacağını biliyordum. Benim bütün amacım bu verileri daha
sağlıklı ve daha bilimsel bir zeminde tartışmak. Bu konuda gelen
tepkiler tahmin ettiğiniz gibi olmuyor çünkü böylesi bir konuda
metin hemen yazarından bağımsızlaşabiliyor.
Örneğin İzmir’de Sabatay Sevi’nin kullandığı iddia edilen
bir evin yeniden restore edilmesiyle ilgili bir çalışmanızdan
dolayı “Sabetayist” diye nitelendirilmiştiniz.
Orada Sabatayist oldum, başka yerde Fethullahçı oldum bir başka
yerde Hahambaşılık beni ABD’ye okumaya gönderdi falan. Hatta iş
internette benim tarafımdan düzenlendiği iddia edilen sahte
Sabatayist listeleri dolaştırmaya kadar vardı. İşte bütün bu
nedenlerden dolayı yaptığım çalışmanın bütün bu tartışmaları
bitireceğini düşünmüyorum. Ama yine de bu konuyla ilgili sağlıklı
bilgiyi sunmam gerekiyor. Bunu alacak olan insanlar olduğuna
inanıyorum. Bu konuda Sabatayist kökenli insanlardan bile olumsuz
tepkiler alıyorum. Çalışmamı beğeniyorlar ama onlar bu konunun
artık kapatılmasından yanalar. Ben de onlara bu konu siz
istemeseniz bile tartışılıyor, en azından bilimsel bir biçimde
tartışılmasını sağlamaya çalışalım diyorum. Yani gözümüzü
kapadığımızda o şey yok olmuyor.
Kitabınızda Sabataycılık tartışmalarının 19. Yüzyılda,
Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından ve 90’lardan sonra
alevlendiğini öne sürüyorsunuz. Bu dönemlerin özellikleri
neler?
Tartışma hiçbir zaman bitmiyor ama bu dönemlerde alevleniyor.
Olayın içsel ve dışsal olmak üzere iki boyutu olmuş her zaman. Bu
dönemlerde her iki boyut çakışıyor. İlk dönemde Sabataycılar
Aydınlanma ve moderniteyle karşılaşıyor. Selanik batılılaşma
rüzgarlarının en önce ve en güçlü hissedildiği yer. Bu cereyanların
etkisine kapılan Sabataycılar eski geleneklerinden arınmaya
çalışıyorlar. Mesih beklentisinin ve diğer doğmalarının
Aydınlanmacı fikirlere karşı dayanmasının imkanı yok. Bu dönemin
dışsal faktörüne baktığımızda da Osmanlı’nın bir sistem krizi
yaşadığı ve Avrupa ile ilişkilerinin çok karmaşık olduğu dönemler.
Ve bunun neticesinde de 1908 Devrimi’ne giden süreç. 1923’teki
kırılmanın içsel nedeniyse geleneksel cemaatin sona ermesi. Bu
dönemde eski fikirlerle geleneksel cemaat korunamıyor. İnsanlar
bireyselleşmiş, Aydınlanmış ve artık eski fikirlere inanmıyorlar.
Bu insanlar hem kendi geleneksel düşüncelerinin hem de geleneksel
İslami toplumun baskısı altındalar. Cumhuriyet onlara iki baskıdan
da kurtulma imkânı sağlıyor. Bu yüzden çoğu yeni toplumun modern ve
seküler bireyleri olmayı tercih ediyorlar. Hatta büyük çoğunluğu
geleneklerini yeni kuşaklara aktarmama kararı alıyor. Kuşkusuz bu
karar herkesi bağlamamıştır ve küçük bir kısım insan yoluna devam
etmeyi seçmiştir. Ama büyük çoğunluğu bu karara uyuyor. Nitekim
günümüzde Sabatayist kökenli insanlar arasında konu hakkındaki
bilgisizliğin en önemli nedenlerinden birisi bu karardır. Bu
dönemdeki içsel kırılmayı sağlayan şey de budur. Dışsal kırılmanın
sebebini açıklamaya gerek yok. Cumhuriyet kurulmuş ve Türk toplumu
büyük bir değişiklik içinde zaten.
Peki burada mübadeleyi de bir dışsal faktör sayabilir
miyiz? Bu dönemde alevlenen tartışmalar mal paylaşımından daha
fazla pay almak isteyenler tarafından kışkırtılmış olabilir
mi?
Tabii ki. Buradaki tartışmaların paylaşımla ilgili
ekonomik nedenleri de var. Aslında tartışma ilk kez Selanik’te
başlıyor. Buradaki bir grup Sabatayist kökenli insan Yunan
hükümetine “Biz aslında Türk kökenli değiliz ve burada
kalmak istiyoruz”diyor. Ama Yunanlılar da yeni bir milli
devlet kurduklarından dolayı orasını Yunanlaştırmayı amaçlıyorlar
ve bu ve benzeri istekleri reddediyorlar. Buraya gelindiğindeyse
mal dağılımı esnasında bir takım iç tartışmalar oluyor. Türkler
Sabatayist kökenli insanları eleştirerek daha fazla mal almak
istiyorlar. 1924-27 arasındaki gazetelerde konuyla ilgili çok büyük
tartışmalar var. 90’lara gelindiğinde Türkiye’de tekrar büyük bir
toplumsal dönüşüm yaşanıyor. Siyasal İslam’ın parlamenter yolla
iktidara gelmesi söz konusu. Bu büyük bir dönüşümdür ve bu dönüşüm
sırasında da, yeni elitle eski elitin bir mücadelesi var.
Sabatayist kökenliler eski elitin bir kısmını oluşturduğundan, yeni
oluşum kendisine bir kimlik imâl ederken Sabatayizm tartışmasını
alevlendiriyor. Burada Sabatayizmin gerçekten organize ve büyük bir
güç olması gerekmiyor. Sembolik önemi var ve yeni sınıfın kimlik
oluşumu daha tamamlanmadığı için de bu önemini sürdürmeye devam
edecektir.
Sabatayistler ve “Gizli Yahudiler” saplantısı sadece
Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya has bir hastalık mı? Dünyanın geri kalanı
ne durumda?
Meseleyi Batı’da ve İsrail’de diye ikiye ayırmak lazım. İsrail’de
Sabataycılığa yönelik bir ilgi var. Onlar Sabataycılığı Yahudi
milliyetçiliğiyle birlikte düşünüyorlar. Siyonist tarihçilik konuya
özel bir ilgi gösteriyor. Onlara göre Sabatay Sevi “kutsal
topraklara” gitmeyi hedefleyen ilk Yahudi milliyetçisi. Bunun
dışında dünya çapında da Sabatayizme yönelik bilimsel bir ilgi var.
Çünkü mesihçilik genel dinler tarihin çok önemli bir konusu ve
Sabataycılık, Hristiyanlıktan sonra, tarihteki en büyük mesihçi
hareket. Ama Gizli Yahudilik meselesine gelirsek, burada farklı bir
ilgi var. Dünyada komploculuk çok yaygın ve ABD’de bunu çok rahat
gözlemlemek mümkün.
Türkiye’dekine oranlarsak...
Aynı derecede yüksek. ABD’nin, İncil Kuşağı denilen güney ve orta
bölgelerinde Yahudi düşmanı komplo teorileri çok yaygın. Paradoksal
olarak, buralarda antisemitizmin yanı sıra, Evanjelizmden dolayı,
bir İsrail’i destekleme tutumu da mevcut. Amaç aslında İsrail’i
desteklemek değil, kendi dini inançlarına hizmet etmek.
Evanjeliklere göre mesihin gelmesinin önşartı tüm Yahudilerin vaat
edilmiş topraklara dönmesi. Yani masum olmayan bu desteğin altında
ince bir antisemitizm yatıyor . Ama bu durum iki tarafında işine
geldiği için hem Evanjelikler hem de İsrail tarafından
kullanılıyor. İngilizce bir tabirle bu durumu “tuhaf bir yatak
arkadaşlığı” diye niteleyebiliriz.
İsrail’in diğer komplo teorileriyle de tuhaf arkadaşlıkları
var mı?
Sanırım var. Olduğundan daha fazla ve güçlü görünmek İsrail’in
işine gelen bir şey. Yani “her şeye muktedir Yahudi” fikri reel
politik açıdan faydalı bile. Bu kısa vadede istenmeyen bir şey
olamaz. Yahudilerin bu tutumu desteklemeleri, hatta buna malzeme
sunmaları, -mesela kendileri hakkında tarih boyunca yaptıkları
“güçlü” “dayanışan,” “seçilmiş” ya da “saf kan” argümanları- tuhaf
bir biçimde daha sonra antisemitikler tarafından kullanılmış. Çok
paradoksal gelebilir belki ama buna tersten Yahudi antisemitizmi
demek bile mümkün.
(Haluk Hepkon)