Genç, deli zırvalarını devam etti!
Abone olKürşat Bumin'in hakkında "deli zırvası" dediği Nihat Genç'ten cevap geldi. Genç, nasıl aydın olunması gerektiğini anlattı.
"Nihat Genç deli zırvalarına devam ediyor"... Bakmayın bu Genç'in Bumin'e verdiği cevabın başlığı. Genç, bu yazıda Bumin'e nasıl aydın olunacağını anlattı...
Yazı : Nihat Genç
Kaynak : www.aksam.com.tr
Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin bey, geçen hafta bu sütunda yazdığım 'Kazmalar ve Maşalar' adlı yazım için, köşesinde, deli zırvasıdır, tabirini kullandı. Hatta, delilere günah olur, zırvalıyor, dedi.
Oysa yazımda hiçbir özel isim kullanmadım. Kişiler üzerine konuşmadım. Dolayısıyla kişisel bir kabalık, yani, hakaretim söz konusu değil. Ne yaptım, Ermeni konferansını tertipleyen zevattan bazılarının siyasi kanaatlerini, demokrasi, özgürlükten ne anladıklarını, genel siyasi düşüncelerini kendimce değerlendirdim. Herkes gibi benim de genel siyasi eğilimleri/kavramları, tarafların tutumlarını, genel konuşma havası içinde değerlendirme şansım, hakkım, vardır.
Ancak ben bu suçlamalara alışığım. Ne zaman birilerini gocundursam, ölçüsüz, uçmuş, sınırları aşmış, yakıştırmalarına maruz kalırım.
Bu suçlamalar, bu tuzak dolu oyunun bozulmuş olmasının infialidir. Ben bu konferansı tertipleyen birçok yazarın, yazarlık ahlakı, geleneği, ülke sorumluluğundan hareketle ortak ölçüleri olmadığını zaten biliyordum.
Şu andaki psikolojileri: Hem kibir hem pişmanlıktır. Ve tabii bu son girişimleriyle, tekellerinde tutmaya çalıştıkları sağduyudan kopmuş olmanın, yani, çökmüş olmanın bozgununu yaşıyorlar.
Çünkü bu abiler, sağduyunun kendi özel mülkleri olduğu, karşı tarafın ise her zaman galeyan, linç kültürleriyle hareket ettiği düşüncesindeler.
Velhasıl, ülke çapında bir rezillik yaşadılar. Yani, kendi entelektüel kimliklerinin kimyasıyla biraz daha uğraşmaları gerekecek. Sağduyu gibi derin, yüksek terazileri bu kadar hırçınlık ve sinsilikle ellerinde tutamayacaklarını bu konferans girişimi ortaya çıkarttı.
Psikolojik gerginlikleri, bu hadiseyle tam bir ölçüsüzlüğe, paniğe varmış, infilak etmişlerdir. Şu anda saç saça, baş başa kendi aralarında didişmekteler.
Artık onları toplum içine çıkartacak ahlaki bir dayanak, destek, bu son hamleyle unufak olmuştur. Herkesi yargılamayı tekellerinde sanan bu beyler, muarızlarına tiksintiyle bakmayı kişilik kompleksi haline sokmuşlar ve sonunda çözülmüşlerdir.
Bir arkadaş grubu Ermeni konferansı bahanesiyle kenetlenmiş ve bir toplumun değerlerine daha da ötesi bilim ahlakına küstahca kafa tutmaya kalkmışlar, hepsi suçüstü yakalanmıştır.
Ancak, şunu da biliyorum, küstahlıktan başka suçları yoktur. Küstahlık, burun büyüklüğü, kendine aşırı güven ve muarızları ne yapsa beğenmeyen ve her şeyi ben bilirim gururudur. Bu da bir kendinden geçme halidir. Her uçuş bir düşmeyle nihayet bulur. İnsanlar yüksekten düşünce kolları ayakları kırılır, yazarlar düşünce, burunları kırılır...
Bu arkadaş kulübü, yazarların onurlarını kelimelere rehine bıraktıklarını unutup, ne yazarlarsa yazsınlar, onurlarına zeval gelmeyecekleri gibi bir cüretkarlığa teşebbüs etmişlerdir. Ama artık bilime karşı gösterdikleri bu siyasi çalım bu tuzak dolu girişimle damgalanmışlar ve lekelenmişler ve şimdi, birbirlerini terk edip kaçmak üzereler.
Aslında bu hadise, bir yazar grubunun imtiyazlı sınıf gibi hareket etme girişimiydi ve içip içip kulenin tepesine çıkıp ne var atlarız bize bir şey olmaz denemesiydi...
Gelelim Kürşat Bumin beye... Kürşat bey, inceleyici, çözümleyici, zevkli, ayrıntılı yazılarıyla medya için değerli bir kalem.
Hakemliğe soyunmuş. Hakemlik için 'cin' değil bilge olunmalı. Bilgelik yeteneğin üstünde artık marifeti, yani, yüksek hüneri, yüksek hüner de üstün bir ahlakın konusudur.
Kürşat Bumin bey, güleryüzlü, sıcak, aklıselim, anlayışlı yazılarıyla zaman zaman yüksek hünerler gösteriyor. İyiliğini de gördüm, teşekkür ettim.
Voltaire muzipliğiyle bu medya cıngılında onlarca gazeteyi didik didik etmesi de ayrı bir sabır işi, hayranım.
Ancak benim bir yazım için deli zırvası tabirini kullandı. Kabiliyetine, tekniğine, endazesine lafım yok. Efendi, saygıdeğer. Üstelik tanışıklığım var. Oturup kalkmasına, adap, nezaketine şahidim. O da biliyor ki, bu toprağın çocukları olarak hepimizin filozofik susuzluğumuzu giderecek birkaç kalemimiz olmasından mutluluk duyarız.
Ancak Kürşat bey, zaman zaman 'aklın hakimi' biziz havasına giriyor. 'Aklın' tekeli, patronu gibi konuşuyor. Bakın Kürşat bey, aklı icat edenler, sonunda onu psikiyatristlere emanet etti. Ve artık psikiyatristler topluma bakıp, şu deli, bu deli, diye toplumu akıl hastalığı kıstaslarıyla yönetmeye başladı. Ki, size de sirayet etmiş.
Oysa, hakemler, bilgeler, belki de akıl hastası biziz, diyen bir kuşkuyla yola çıkar!
Şimdi ben deli zırvası olacak ne yazdım, bakalım.
Soros Vakfı'nın ne yapmakta olduğunu soruyorum, bu vakfa inanmıyorum. Şaibeli olduğunu söylüyorum. Anket kurumlarına, tekniğine, bilimselliğine ise hiç inanmıyorum. Bunları eleştiriyorum. Ayrıca Soros Vakfı'nın düzeneğinin yurtdışında olduğunu herkes gibi ben de söylüyorum.
Bunun deli zırvasıyla ne alakası var.
Yoksa, şöyle mi düşünmeliyim. Bu vakıfta çalışan ve Fethullah hocanın gazetesinde yazan muhterem, sizin de çok yakın arkadaşınız, birlikte TV programlarınız...
Ben olsam yerinizde, deli zırvası yakıştırması yapmam, yanımdaki arkadaşım ne yapıyor ona bakarım.
Fikir haysiyetiyle arkadaşlık karıştırılmaz. Hakemlik gibi üstün ahlak isteyen insanlar arkadaşlarını görmezden gelemez. Ve arkadaşların ebeveynlere ihtiyaçları yoktur. Yani, hakemlik için, angaje olduğumuz, mensup olduğumuz, sağ, sol, kurum, parti, dernek, kulüp, arkadaşlık, tarikat gibi hiçbir yerle bağlantımız olamaz.
Bence gerçek delilik, toplum tarafından gittikçe sevilmekte olan bir yazarın, arkadaşını korumak için hünerlerini, uzun yorgun tecrübe dolu yıllarını hiçe sayıp kendini kaybetmesidir.
Kürşat bey, Soros Vakfı'nın dünya çapındaki şöhreti ortadayken birçok arkadaşınızın bu vakfı hiç eleştirmemiş olması bizim için ölçü değildir. Ben bu vakfı, insanlığa ve ülkeme zararlı bir vakıf olarak görüyorum... Tabii ki bu vakfın neler yaptığını sizler görmezden gelme hakkına sahipsiniz!
Deli zırvası olacak başka neler söylemişim, bakalım.
TV'deki konuşmama aynen şöyle başladım: 'Hepsi için şüphesiz söyleyemem, ama çoğunun yazılarını biliyoruz'.
Bu arkadaşların geçtiğimiz 10/20 yıl içindeki yazılarına bakıp bir kanaatimiz oluşuyor. Oluşmasın mı? Hafızamızı kaybedip şebek mi olalım? Kanaatimiz şudur: Darfur'da, Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta, Afganistan'da, geçtiğimiz on yıl içinde milyonlarca insan öldürüldü. Kim tarafından Amerika tarafından, İsrail desteğiyle. İşte bu arkadaşların metinlerini okuduğumuzda öldürülmüş bu mağdur, mazlum bir milyon insanın niçin öldürüldüğü sorusu hiç yok. Peki ne var, Amerika, özgürlük, demokrasi, kelimeleri var.
Bu cümlelerin neresi zırvalık... İsrail'i kınayan yok, Amerika'yı kınayan yok, Amerika'ya işgalci diyen yok... Amerika'ya emperyalist diyen hiç yok... Bunlar yok. Peki bu milyonlarca ölü karşımıza çıktığında bu arkadaşlar nasıl bir yazı tekniğiyle makale yazıyorlar, şöyle: Özgürlük, demokrasi, siz ne anlarsınız?
Ya da Kürşat bey!.. Şu şu şu yazarların, geçtiğimiz on/onbeş yıl içinde kaleme aldıkları yazıları masaya koyalım. Diyelim Kıbrıs tartışılıyor. Kıbrıs'ta Türk ordusuna işgalci diyen, orada kendine solcu diyen gazeteciler var. Bu yazarlar buna yakın bir dil kullanıyor. İşte gazeteler ortada. Diyelim Lübnan / Suriye çatışması gündemde. Suriye'ye karşı, ama Lübnan'ın yanında, Hıristiyanları sahiplenen yazılar çıkıyor ortaya. Diyelim üç/dört yıl öncesinde Filistin'in canlı bombaları tartışılıyor. Bakıyoruz arkadaşlara İsrail'i mazur gösteren yazılar çıkıyor ortaya. Diyelim Güneydoğu sorunu. Barzani tarihimizde bize en çok savaş narası atan adamın adıdır. Bakalım bu beylerin yazılarına. Ne tarafa daha münasip düşen yazılar yazmışlar... İşte en son Ermeni konferansı ortada.
Bu düşüncelerimin deli zırvasıyla ne alakası var, sadece onları okuyup iyice öğrenmişim...
Yazımı biraz daha incelersek, sizin bu deli zırvası suçlamanız tam bir katıksız kuru iftiraya dönüşecek, size de yazık. Boşboğazlık sizin de hakkınız. Sizinle aramızda, şu kadarcık meşreb farkı var. Siz arkadaşlarınızın telaşındasınız, ben ülkemin.
Galiba sizler her gün Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı gibi yazarların yazılarıyla fazla meşgul ve sürmenaj olduğunuz için, bu uzun periyot sürekli gözünüzden kaçıyor. Yakınınızda oluşan bu siyasi kanaatleri iyi değerlendiremiyorsunuz. Ya da arkadaşlarınız ne yazarsa doğru yazar, mükemmel yazar düşüncesi taşıyorsunuz.
Ama bunları dillendiren birinin de deli zırvası diye suçlanması gerekmez. Ve neden bu arkadaşlar sevmedikleri yazıları okuyunca artık felsefeleri olmuş şu tavrı gösteriyorlar: Ya yok sayıyorlar, ya kanundışı ilan ediyorlar, ya da akıldışılıkla itham ediyorlar. Bu küstahların ideolojisidir. Orhan Pamuk konuşunca harika, Nihat Genç konuşunca deli zırvası. O halde, masaya bu arkadaşların yazılarını koyup birlikte okuyalım.
Ben kimseden nefret etmiyorum, sadece, şu şu şu yazarların yazılarında neden Müslümanların, Arapların, Farsların, Türklerin hiç haklı çıkmadığını söylüyorum, neden hep İsrail'in Amerika'nın vb. haklı çıktığını görüyoruz...
Madem hakemliği kutsal bir görevmiş gibi üstünüze alıyorsunuz, arkadaş sarhoşluğundan ve arkadaşlarınızla laga luga yapmanın şehvetinden kurtulun...
Sizi çok iyi anlıyorum. Çünkü arkadaşlık derin hazları ilgilendiren insani bir sohbettir. Neşedir. Zor gününde yanında olmaktır. Birlikte hareket etmektir. Bunlar insani ve güzel duygulardır.
Sorun şurada. Ortaya konuşan insanlar arkadaşlıklarını dahi hiçe sayabilmeli.
Ne için? Bilgi için... Aydın olmak için...
Bir ahlaki portre çizmek istiyorsanız, önce, arkadaşlarınızın entelektüel çılgınlıkların, küstahlıkların, fütursuzlarının ya da ne bileyim arkadaşlarınızın entelektüel macerasını didikleyebilmelisiniz.
Bir de Kürşat bey... Arkadaşlarınıza bu kadar sahip çıkmayın. Yazarlık aslan terbiyeciliğini ilgilendiren bir meslektir. Aslanlar yavrularını beslemez ve yedirmez. Çünkü her aslan der ki, oğlum sen zaten aslan doğmuşsun, git kendin bul, ye!.. Eğer onu yedirmeye, korumaya kalkıyorsanız, ondan aslan olmaz. Yazar, aydın hiç olmaz.
Etrafımıza şöyle bir bakalım. Ortalık arkadaş kümeleri, tarikatvari dayanışmaları, arkadaş kulüpçülükleriyle dolup taşıyor.
Yani, arkadaşların iyilikleri ve kötülükleriyle sizlerin iyilikleri ve kötülükleri hep birbirine karışır!..
Sanırım deli zırvası lafı da böyle karıştı...
Bu karmaşayı da çözmek Fatih Altaylı yazısını dalgaya alarak deşip eğlenmekten öte gerçek bir azap haline gelir.
Olsun, üzülmeyelim. Yazarlar bu azapları çeke çeke bilgeleşir...
Medyada çok beklediğimiz hakemliğe doğru son bir hamleniz kaldığını düşünüyorum. 'İnsanlığı' sevmekle 'arkadaşları sevme' arasında son bir tercihiniz.
Daha tarafsız bir aydın olmak için bu küçük adımı atamazsanız da üzülmeyin, çünkü ülkemizde 'cinlik' daha yüksek bir meslekten sayılır. Bu kararı siz vereceksiniz.
Ancak deli zırvası suçlamasını bu yazımızı okuyan okuyucumuz yaparsa çok haklıdır. Çünkü Urfalı altı köylünün memleketlerinden bin kilometre ötede yoksulluk ve ihmalkarlık ve bir çadır içinde zehirlenerek öldüğü bugünlerde, yazarların bu sahneleri hiç görmeyip üstelik aralarında haysiyet üzerine tartışmaları, işte asıl delilik bu!
(Bir de... Aynı başlıklı yazım için 12 yıldır kitaplarımı basan İletişim Yayınları, kitaplarımı artık basmayacağını söyledi. Canları sağolsun. İletişim Yayınları'nı Kürşat bey gibi eleştirmeyeceğim. Çünkü 'arkadaşlık' söz konusu olsaydı, basmaya devam ederlerdi. 'Fikirler' canlarına dokundu. Kitaplarımı artık basmayacaklarını söylemeleri, fikir haysiyetlerine olan düşkünlükleridir.
Bakın bir şey daha oldu. Migros kitaplarımı satmaktan vazgeçti, geri gönderdi. Hayırdır? Bir bahaneleri mutlaka vardır. Ben yazılarımda ekonomiyi anlatırken Kapalıçarşı ve Migros isimlerini karşılaştırmak için çok sık geçiririm. Yasak koydular demeyeceğim, ama, iade ettiler işte. Ancak kabul edelim ki Migros da bir fikir haysiyeti taşıyor. Bakın yazardır ne söylerse yeridir demiyorlar, bir siyasi tavır alıyorlar. Onların da canları sağolsun...
Bunlara üzülmüyorum, çünkü bunlar bir kavganın ifadesidir!... Herkes yerini alıyor!)
Yazı : Nihat Genç
Kaynak : www.aksam.com.tr
Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin bey, geçen hafta bu sütunda yazdığım 'Kazmalar ve Maşalar' adlı yazım için, köşesinde, deli zırvasıdır, tabirini kullandı. Hatta, delilere günah olur, zırvalıyor, dedi.
Oysa yazımda hiçbir özel isim kullanmadım. Kişiler üzerine konuşmadım. Dolayısıyla kişisel bir kabalık, yani, hakaretim söz konusu değil. Ne yaptım, Ermeni konferansını tertipleyen zevattan bazılarının siyasi kanaatlerini, demokrasi, özgürlükten ne anladıklarını, genel siyasi düşüncelerini kendimce değerlendirdim. Herkes gibi benim de genel siyasi eğilimleri/kavramları, tarafların tutumlarını, genel konuşma havası içinde değerlendirme şansım, hakkım, vardır.
Ancak ben bu suçlamalara alışığım. Ne zaman birilerini gocundursam, ölçüsüz, uçmuş, sınırları aşmış, yakıştırmalarına maruz kalırım.
Bu suçlamalar, bu tuzak dolu oyunun bozulmuş olmasının infialidir. Ben bu konferansı tertipleyen birçok yazarın, yazarlık ahlakı, geleneği, ülke sorumluluğundan hareketle ortak ölçüleri olmadığını zaten biliyordum.
Şu andaki psikolojileri: Hem kibir hem pişmanlıktır. Ve tabii bu son girişimleriyle, tekellerinde tutmaya çalıştıkları sağduyudan kopmuş olmanın, yani, çökmüş olmanın bozgununu yaşıyorlar.
Çünkü bu abiler, sağduyunun kendi özel mülkleri olduğu, karşı tarafın ise her zaman galeyan, linç kültürleriyle hareket ettiği düşüncesindeler.
Velhasıl, ülke çapında bir rezillik yaşadılar. Yani, kendi entelektüel kimliklerinin kimyasıyla biraz daha uğraşmaları gerekecek. Sağduyu gibi derin, yüksek terazileri bu kadar hırçınlık ve sinsilikle ellerinde tutamayacaklarını bu konferans girişimi ortaya çıkarttı.
Psikolojik gerginlikleri, bu hadiseyle tam bir ölçüsüzlüğe, paniğe varmış, infilak etmişlerdir. Şu anda saç saça, baş başa kendi aralarında didişmekteler.
Artık onları toplum içine çıkartacak ahlaki bir dayanak, destek, bu son hamleyle unufak olmuştur. Herkesi yargılamayı tekellerinde sanan bu beyler, muarızlarına tiksintiyle bakmayı kişilik kompleksi haline sokmuşlar ve sonunda çözülmüşlerdir.
Bir arkadaş grubu Ermeni konferansı bahanesiyle kenetlenmiş ve bir toplumun değerlerine daha da ötesi bilim ahlakına küstahca kafa tutmaya kalkmışlar, hepsi suçüstü yakalanmıştır.
Ancak, şunu da biliyorum, küstahlıktan başka suçları yoktur. Küstahlık, burun büyüklüğü, kendine aşırı güven ve muarızları ne yapsa beğenmeyen ve her şeyi ben bilirim gururudur. Bu da bir kendinden geçme halidir. Her uçuş bir düşmeyle nihayet bulur. İnsanlar yüksekten düşünce kolları ayakları kırılır, yazarlar düşünce, burunları kırılır...
Bu arkadaş kulübü, yazarların onurlarını kelimelere rehine bıraktıklarını unutup, ne yazarlarsa yazsınlar, onurlarına zeval gelmeyecekleri gibi bir cüretkarlığa teşebbüs etmişlerdir. Ama artık bilime karşı gösterdikleri bu siyasi çalım bu tuzak dolu girişimle damgalanmışlar ve lekelenmişler ve şimdi, birbirlerini terk edip kaçmak üzereler.
Aslında bu hadise, bir yazar grubunun imtiyazlı sınıf gibi hareket etme girişimiydi ve içip içip kulenin tepesine çıkıp ne var atlarız bize bir şey olmaz denemesiydi...
Gelelim Kürşat Bumin beye... Kürşat bey, inceleyici, çözümleyici, zevkli, ayrıntılı yazılarıyla medya için değerli bir kalem.
Hakemliğe soyunmuş. Hakemlik için 'cin' değil bilge olunmalı. Bilgelik yeteneğin üstünde artık marifeti, yani, yüksek hüneri, yüksek hüner de üstün bir ahlakın konusudur.
Kürşat Bumin bey, güleryüzlü, sıcak, aklıselim, anlayışlı yazılarıyla zaman zaman yüksek hünerler gösteriyor. İyiliğini de gördüm, teşekkür ettim.
Voltaire muzipliğiyle bu medya cıngılında onlarca gazeteyi didik didik etmesi de ayrı bir sabır işi, hayranım.
Ancak benim bir yazım için deli zırvası tabirini kullandı. Kabiliyetine, tekniğine, endazesine lafım yok. Efendi, saygıdeğer. Üstelik tanışıklığım var. Oturup kalkmasına, adap, nezaketine şahidim. O da biliyor ki, bu toprağın çocukları olarak hepimizin filozofik susuzluğumuzu giderecek birkaç kalemimiz olmasından mutluluk duyarız.
Ancak Kürşat bey, zaman zaman 'aklın hakimi' biziz havasına giriyor. 'Aklın' tekeli, patronu gibi konuşuyor. Bakın Kürşat bey, aklı icat edenler, sonunda onu psikiyatristlere emanet etti. Ve artık psikiyatristler topluma bakıp, şu deli, bu deli, diye toplumu akıl hastalığı kıstaslarıyla yönetmeye başladı. Ki, size de sirayet etmiş.
Oysa, hakemler, bilgeler, belki de akıl hastası biziz, diyen bir kuşkuyla yola çıkar!
Şimdi ben deli zırvası olacak ne yazdım, bakalım.
Soros Vakfı'nın ne yapmakta olduğunu soruyorum, bu vakfa inanmıyorum. Şaibeli olduğunu söylüyorum. Anket kurumlarına, tekniğine, bilimselliğine ise hiç inanmıyorum. Bunları eleştiriyorum. Ayrıca Soros Vakfı'nın düzeneğinin yurtdışında olduğunu herkes gibi ben de söylüyorum.
Bunun deli zırvasıyla ne alakası var.
Yoksa, şöyle mi düşünmeliyim. Bu vakıfta çalışan ve Fethullah hocanın gazetesinde yazan muhterem, sizin de çok yakın arkadaşınız, birlikte TV programlarınız...
Ben olsam yerinizde, deli zırvası yakıştırması yapmam, yanımdaki arkadaşım ne yapıyor ona bakarım.
Fikir haysiyetiyle arkadaşlık karıştırılmaz. Hakemlik gibi üstün ahlak isteyen insanlar arkadaşlarını görmezden gelemez. Ve arkadaşların ebeveynlere ihtiyaçları yoktur. Yani, hakemlik için, angaje olduğumuz, mensup olduğumuz, sağ, sol, kurum, parti, dernek, kulüp, arkadaşlık, tarikat gibi hiçbir yerle bağlantımız olamaz.
Bence gerçek delilik, toplum tarafından gittikçe sevilmekte olan bir yazarın, arkadaşını korumak için hünerlerini, uzun yorgun tecrübe dolu yıllarını hiçe sayıp kendini kaybetmesidir.
Kürşat bey, Soros Vakfı'nın dünya çapındaki şöhreti ortadayken birçok arkadaşınızın bu vakfı hiç eleştirmemiş olması bizim için ölçü değildir. Ben bu vakfı, insanlığa ve ülkeme zararlı bir vakıf olarak görüyorum... Tabii ki bu vakfın neler yaptığını sizler görmezden gelme hakkına sahipsiniz!
Deli zırvası olacak başka neler söylemişim, bakalım.
TV'deki konuşmama aynen şöyle başladım: 'Hepsi için şüphesiz söyleyemem, ama çoğunun yazılarını biliyoruz'.
Bu arkadaşların geçtiğimiz 10/20 yıl içindeki yazılarına bakıp bir kanaatimiz oluşuyor. Oluşmasın mı? Hafızamızı kaybedip şebek mi olalım? Kanaatimiz şudur: Darfur'da, Bosna'da, Çeçenistan'da, Irak'ta, Afganistan'da, geçtiğimiz on yıl içinde milyonlarca insan öldürüldü. Kim tarafından Amerika tarafından, İsrail desteğiyle. İşte bu arkadaşların metinlerini okuduğumuzda öldürülmüş bu mağdur, mazlum bir milyon insanın niçin öldürüldüğü sorusu hiç yok. Peki ne var, Amerika, özgürlük, demokrasi, kelimeleri var.
Bu cümlelerin neresi zırvalık... İsrail'i kınayan yok, Amerika'yı kınayan yok, Amerika'ya işgalci diyen yok... Amerika'ya emperyalist diyen hiç yok... Bunlar yok. Peki bu milyonlarca ölü karşımıza çıktığında bu arkadaşlar nasıl bir yazı tekniğiyle makale yazıyorlar, şöyle: Özgürlük, demokrasi, siz ne anlarsınız?
Ya da Kürşat bey!.. Şu şu şu yazarların, geçtiğimiz on/onbeş yıl içinde kaleme aldıkları yazıları masaya koyalım. Diyelim Kıbrıs tartışılıyor. Kıbrıs'ta Türk ordusuna işgalci diyen, orada kendine solcu diyen gazeteciler var. Bu yazarlar buna yakın bir dil kullanıyor. İşte gazeteler ortada. Diyelim Lübnan / Suriye çatışması gündemde. Suriye'ye karşı, ama Lübnan'ın yanında, Hıristiyanları sahiplenen yazılar çıkıyor ortaya. Diyelim üç/dört yıl öncesinde Filistin'in canlı bombaları tartışılıyor. Bakıyoruz arkadaşlara İsrail'i mazur gösteren yazılar çıkıyor ortaya. Diyelim Güneydoğu sorunu. Barzani tarihimizde bize en çok savaş narası atan adamın adıdır. Bakalım bu beylerin yazılarına. Ne tarafa daha münasip düşen yazılar yazmışlar... İşte en son Ermeni konferansı ortada.
Bu düşüncelerimin deli zırvasıyla ne alakası var, sadece onları okuyup iyice öğrenmişim...
Yazımı biraz daha incelersek, sizin bu deli zırvası suçlamanız tam bir katıksız kuru iftiraya dönüşecek, size de yazık. Boşboğazlık sizin de hakkınız. Sizinle aramızda, şu kadarcık meşreb farkı var. Siz arkadaşlarınızın telaşındasınız, ben ülkemin.
Galiba sizler her gün Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı gibi yazarların yazılarıyla fazla meşgul ve sürmenaj olduğunuz için, bu uzun periyot sürekli gözünüzden kaçıyor. Yakınınızda oluşan bu siyasi kanaatleri iyi değerlendiremiyorsunuz. Ya da arkadaşlarınız ne yazarsa doğru yazar, mükemmel yazar düşüncesi taşıyorsunuz.
Ama bunları dillendiren birinin de deli zırvası diye suçlanması gerekmez. Ve neden bu arkadaşlar sevmedikleri yazıları okuyunca artık felsefeleri olmuş şu tavrı gösteriyorlar: Ya yok sayıyorlar, ya kanundışı ilan ediyorlar, ya da akıldışılıkla itham ediyorlar. Bu küstahların ideolojisidir. Orhan Pamuk konuşunca harika, Nihat Genç konuşunca deli zırvası. O halde, masaya bu arkadaşların yazılarını koyup birlikte okuyalım.
Ben kimseden nefret etmiyorum, sadece, şu şu şu yazarların yazılarında neden Müslümanların, Arapların, Farsların, Türklerin hiç haklı çıkmadığını söylüyorum, neden hep İsrail'in Amerika'nın vb. haklı çıktığını görüyoruz...
Madem hakemliği kutsal bir görevmiş gibi üstünüze alıyorsunuz, arkadaş sarhoşluğundan ve arkadaşlarınızla laga luga yapmanın şehvetinden kurtulun...
Sizi çok iyi anlıyorum. Çünkü arkadaşlık derin hazları ilgilendiren insani bir sohbettir. Neşedir. Zor gününde yanında olmaktır. Birlikte hareket etmektir. Bunlar insani ve güzel duygulardır.
Sorun şurada. Ortaya konuşan insanlar arkadaşlıklarını dahi hiçe sayabilmeli.
Ne için? Bilgi için... Aydın olmak için...
Bir ahlaki portre çizmek istiyorsanız, önce, arkadaşlarınızın entelektüel çılgınlıkların, küstahlıkların, fütursuzlarının ya da ne bileyim arkadaşlarınızın entelektüel macerasını didikleyebilmelisiniz.
Bir de Kürşat bey... Arkadaşlarınıza bu kadar sahip çıkmayın. Yazarlık aslan terbiyeciliğini ilgilendiren bir meslektir. Aslanlar yavrularını beslemez ve yedirmez. Çünkü her aslan der ki, oğlum sen zaten aslan doğmuşsun, git kendin bul, ye!.. Eğer onu yedirmeye, korumaya kalkıyorsanız, ondan aslan olmaz. Yazar, aydın hiç olmaz.
Etrafımıza şöyle bir bakalım. Ortalık arkadaş kümeleri, tarikatvari dayanışmaları, arkadaş kulüpçülükleriyle dolup taşıyor.
Yani, arkadaşların iyilikleri ve kötülükleriyle sizlerin iyilikleri ve kötülükleri hep birbirine karışır!..
Sanırım deli zırvası lafı da böyle karıştı...
Bu karmaşayı da çözmek Fatih Altaylı yazısını dalgaya alarak deşip eğlenmekten öte gerçek bir azap haline gelir.
Olsun, üzülmeyelim. Yazarlar bu azapları çeke çeke bilgeleşir...
Medyada çok beklediğimiz hakemliğe doğru son bir hamleniz kaldığını düşünüyorum. 'İnsanlığı' sevmekle 'arkadaşları sevme' arasında son bir tercihiniz.
Daha tarafsız bir aydın olmak için bu küçük adımı atamazsanız da üzülmeyin, çünkü ülkemizde 'cinlik' daha yüksek bir meslekten sayılır. Bu kararı siz vereceksiniz.
Ancak deli zırvası suçlamasını bu yazımızı okuyan okuyucumuz yaparsa çok haklıdır. Çünkü Urfalı altı köylünün memleketlerinden bin kilometre ötede yoksulluk ve ihmalkarlık ve bir çadır içinde zehirlenerek öldüğü bugünlerde, yazarların bu sahneleri hiç görmeyip üstelik aralarında haysiyet üzerine tartışmaları, işte asıl delilik bu!
(Bir de... Aynı başlıklı yazım için 12 yıldır kitaplarımı basan İletişim Yayınları, kitaplarımı artık basmayacağını söyledi. Canları sağolsun. İletişim Yayınları'nı Kürşat bey gibi eleştirmeyeceğim. Çünkü 'arkadaşlık' söz konusu olsaydı, basmaya devam ederlerdi. 'Fikirler' canlarına dokundu. Kitaplarımı artık basmayacaklarını söylemeleri, fikir haysiyetlerine olan düşkünlükleridir.
Bakın bir şey daha oldu. Migros kitaplarımı satmaktan vazgeçti, geri gönderdi. Hayırdır? Bir bahaneleri mutlaka vardır. Ben yazılarımda ekonomiyi anlatırken Kapalıçarşı ve Migros isimlerini karşılaştırmak için çok sık geçiririm. Yasak koydular demeyeceğim, ama, iade ettiler işte. Ancak kabul edelim ki Migros da bir fikir haysiyeti taşıyor. Bakın yazardır ne söylerse yeridir demiyorlar, bir siyasi tavır alıyorlar. Onların da canları sağolsun...
Bunlara üzülmüyorum, çünkü bunlar bir kavganın ifadesidir!... Herkes yerini alıyor!)