Gelişen ülkelerin durumu hiç iç açıcı degil

Abone ol

Nouriel Roubini, önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkelerin durumunun hiç de iç açıcı olmayacağını söylüyor.

Nedeni de kamu açıklarının ve dolayısıyla kamu borç yükünün çok artması. Akla şu gelebilir: "Gelişmiş ülkeler, özellikle ABD, kendi parası cinsinden borçlanabiliyor. Dolayısıyla Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, karşılaştığı borcunu ödeyememe sorunu bu ülkeler için yok. Gerektiğinde para basar, borçlarını öderler".

Ancak kamu borcunun parasallaştırılması er ya da geç enflasyona yol açar. Verilen borcun reel değeri düşer. Borç verenler sermaye vergisi ödemiş gibi olurlar. Bunu öngörecekleri için de borç vermeyi keserler. İşte size kriz.

IMF de aynı fikirde. Başkan Yardımcısı John P. Lipsky, 21 Mart 2010'da Beijing'de yaptığı bir konuşmada "en zengin ülkelerde" kamu borcunun/GSYH'ye oranının 2010'da, tekrar 1950 yılı düzeyine yükseldiğine, 2014'te bu oranın yüzde yüzü aşabileceğine dikkati çekiyor. Ne yapılması gerektiği malum. Kamu kesimi harcamaları kısacak, tasarruflarını artıracak. Ama nasıl yapılacağı meçhul. Ekonomileri canlandırmak için artırılan harcamaları kısmak çözüm değil. Çünkü IMF'ye göre bu harcamaların en zengin ülkelerin beklenen borç artışına katkısı sadece yüzde 10 dolayında. Sorun sağlık ve emeklilik harcamalarında. Hem artıyorlar hem de artmaları için baskılar yoğunlaşıyor.

Özetle, bizim başımıza epeyce dert saran, kamu borcunun sürdürülebilirliği sorunu şimdi bu ülkelerin derdi. Çözümü de kolay olacağa benzemiyor.

ABD'nin kamu açıkları ve kamu (Federal Hükümet) borcuna ilişkin bazı verilere bakarsak, Lipsky'nin ne söylemek istediğini daha kolay anlayabiliriz.

ABD'nin kamu borcu/GSYH verileri 1792 yılına kadar gidiyor. Bu dönem içinde, 1835-6 yıllarında ABD kamu borcu/GSYH oranını sıfıra indirmeyi becermiş. 1900'den bu yana en düşük oran ise 1907 yılında; yüzde 7,3. Bu oran yüzde 121,3 ile doruk noktasına 1946 yılında ulaşıyor. Bu da II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonraki ilk yıl. Daha sonraki yıllarda bu oran, neredeyse, sürekli bir biçimde aşağıya inmiş ve 1981'de yüzde 31,9'a kadar düşmüş. Ama bu pek uzun ömürlü olmamış. 1988'de kamu borç stoku, tekrar, GSYH'nin yarısını aşmış. İzleyen dönemde, Başkan Clinton döneminin son iki yılında (2000 ve 2001) sağlanan 3-4 puanlık düşüş dışında, ABD'nin kamu borcu/GSYH oranı neredeyse sürekli artmış. 2008 yılında yüzde 69,2'ye tırmanmış. Krizin etkisi 2009'da görülüyor.

Kamu borcu/GDP oranı yüzde 83,3'e fırlıyor. 2010'da ise bu oranın yüzde 94,3'e yükselmesi, 2012'de de yüzde 100'ü aşması bekleniyor
2000'lerde ABD'nin kamu borcunun yüzde 40'ından fazlası federal hükümet hesaplarındaydı; yani halka satılmamıştı. Bu miktarın yarısı bir kamu toplumsal güvenlik kurumunda. Diğer alıcılar arasında konut idaresi, hastane sigorta fonu gibi kurumlar var. Özetle, kamu borcunun itfasında bir tökezleme olursa, sadece ABD borç senetlerini almış olanlar değil, bu kuruluşların hizmetlerinden yararlananlar da zarara uğrayacak. Ancak kamu kurumlarına satma yolunun sonuna gelinmiş gibi. 2009'da bu kurumların payı yüzde 33,7'ye düşmüş.

ABD kamu borç stoku/GSYH oranını düşürebilir mi?

Kısa dönemde pek olası görünmüyor. Federal bütçe açığı 2009'da GSYH'nin yüzde 9,9'una fırlamıştı. 2010'da bunu da aşacağı ve yüzde 10,6'ya ulaşacağı tahmin ediliyor. Yapılan projeksiyonlar 2012'de bile bütçe açığının ancak GSYH'nin yüzde 5'ine indirilebileceğini gösteriyor. Niçin daha fazla indirilemiyor? Bir ipucu vereyim: Nobel Barış Ödülü sahibi Başkan Obama'nın başında olduğu yönetimin savunma bütçesi rekor üstüne rekor kırıyor. 2009 yılı savunma harcamalarının GSYH oranı 1990'dan bu yana en yüksek düzeye ulaşmıştı. 2010 onu da geçecek.

2010'da ABD, GSYH'sinin yüzde 6,1'ini savunmaya harcayacak. Harcanan miktar sabit fiyatlarla ifade edildiğinde 1792'den bu yana ABD tarihinin ikinci en büyük savunma bütçesi. İlk sırayı 1945 yılı alıyor. ABD'nin Hiroşima ve Nagasaki'ye atom bombası attığı yıl!

Günün Önemli Haberleri