Gelişen tıp kanseri 'boğacak'
Abone ol15 yıllık çalışma ilk meyvesini verdi. Yeni ilaçlar kanserli hücreleri değil bu hücrelerin büyümek için ihtiyacı olan ortamı yok ediyor. Böylece hastaların ömür süresi artıyo
Kanser araştırmalarında her geçen gün yeni gelişmeler
kaydediliyor. Kanseri hiçbir tedavinin şu anda kökten çözemediğini
söyleyen uzmanlara göre biraz daha sabretmeliyiz. Çünkü yakın
gelecekte bunu başarabilmek mümkün gibi görünüyor. Acıbadem
Kozyatağı Hastanesi medikal onkoloji uzmanı Dr. Kerim Kaban,
"Kanser tedavisindeki yepyeni yaklaşımlar umut veriyor" diyor. Bu
yeni yaklaşımlar arasında kanserde damar oluşumunu engelleyen
ilaçlar, kanserin yayılmasını hatta kanser hücresinin keni kendini
yok etmesini sağlayan tedaviler var. Dr. Kaban'ın verdiği bilgilere
göre kanser tedavisindeki yenilikler şöyle: Kanseri boğmak Son 15
yıldır sürdürülen çalışmalar sonucu kanseri boğarak öldürebilen
ilaçların ilk örnekleri geçen yıl ABD'de kullanıma girdi. Bu, bir
devrim niteliğinde. Yaklaşık 50 yıldır kanser tedavisi, tümörlü
hücreleri zehirleyerek öldüren ilaçlarla yapılıyordu. Ancak bu
yöntem kullanılırken normal hücrelerin zarar görmesi
engellenemiyordu. Sonuçta da saç dökülmesi, bulantı, kusma,
halsizlik gibi yan etkiler ortaya çıkıyordu. Oysa artık amaç,
kanser hücrelerinin kendisi değil, kanser hücresinin lojistiğini
yok etmek. Gelinen aşama özetle şöyle: Normalde vücutta var olan
damarların dışında yeni damar oluşumu yok. Ancak, acil durumlarda
yeni damarlar yaratılabilir. Elimiz kesildiğinde vücudumuz, yara
iyileşene dek orada yeni damar inşa eder. Tıpkı bir ordunun
lojistik hatlara ihtiyacı olduğu gibi, bir tümörün de büyüyebilmesi
için kan damarlarına gereksinimi var. Tümörün yaşayabilmesi için en
yakın damardan en fazla 1 milimetre uzakta olması şart. Yoksa bir
topluiğne başı kadar büyüyebilir. Bu da hastalık yapmaz. Ancak
tümörler, varlıklarını sürdürebilmek için yakınlarındaki kan
damarlarına bazı sinyaller yollayarak yeni kan damarları meydana
getirir. Bu küçük kanallar, gelişmesi için ihtiyaç duyduğu besini
ve oksijeni tümöre taşır. Dolayısıyla kanser yaşamını sürdürmek,
büyümek için elverişli şartlara kavuşmuş olur. İşte kanseri boğarak
öldürmek yöntemi bu aşamada devreye giriyor. Bu sınıf ilaçlar, bir
tümörün damar oluşturması için yolladığı sinyalleri veren anteni
kırıyor, bozuyor ya da bloke ediyor. Böylece kanser orada besinsiz
ve oksijensiz kalıyor, bir anlamda boğuluyor. Yöntemin en heyecan
verici yanı, potansiyel olarak çok az yan etkisi olabilecek bir
tedavi. Yeni kan damarı oluşumu kapatılınca tümör cinsine
bakılmaksızın birçok tümöre karşı etkili bir tedavi yapılıyor. Peki
kanseri boğarak öldürme tedavisinde hangi aşamadayız? Henüz
emekleme çağında. Yine de şimdiden ABD'de FDA onayı almış bir ilaç
var. 'Avastin' adlı bu ilaç, yayılmış bağırsak kanserinde ilk
seçenek tedavilerden biri olarak kullanılmaya başlandı.
Kemoterapiyle birlikte etkisi daha da artıyor. Yani kanser 'bir
yandan kemoterapiyle tokatlanıp, bir yandan da bu ilaçlarla
lojistikten yoksun bırakılıyor'. Böylece, hastada ortalama ömür
süresi, eskiye göre yüzde 20-30 kadar uzayabiliyor. Türkiye'de bu
ilaçlar henüz kullanılmıyor ama kısa bir süre sonra gelmesi
bekleniyor. Kanseri boğarak öldürmek yönteminin aynı prensiple bazı
romatizmal hastalıklar, eklemlerdeki bozulmaları önleme, şeker
hastalığı ile gelişen görme bozukluklarında da kullanılabileceği
öngörülüyor. Genetik çalışmalar Önümüzdeki 10 yıl içinde köklü
değişiklikler genetik alanda olacak. Birkaç yıl önce insan genetik
kitaplığının kodu çözüldü. Yani artık şifremizi biliyoruz. Mesela
ortaçağda yaşayan bir çiftçisiniz. Elinize Boeing 747'nin nasıl
yapılacağına dair bir kitap verildi. Kitapta her parçanın teknik
özellikleri, nasıl kurulacağı anlatılmış. Hayatınızda hiç uçak
görmemiş dahi olsanız, elinizdeki bilgilerle çok şey
öğrenebilirsiniz. Gen haritası da buna benziyor. p53 diye
adlandırılan bir gen konusunda ilginç gelişmeler var. Bu genin
özelliği, hasar gören hücrelere intihar etmesini emretmesi.
Herhangi bir nedenle hasar gören bir hücrenin bozuk yapısının daha
sonraki hücrelere aktarılmaması için p53 geni aktive olarak bu
hücrelerin kendi kendini öldürmesini sağlıyor. Araştırmalara göre
p53, akciğer, pankreas, başboyun kanserlerinde çalışmaz durumda.
Şimdi hiç de hayali olmayan bir senaryo: p53 genini bir akciğer
kanseri hastasının tümörüne geri verdiğinizi düşünün. Tümörlü
hücreler intihar edecek ve kanser ortadan kalkacak. Bu teknik henüz
klinik deney aşamasında ama gelecek için çok umut vaat ediyor.
Kemik iliği, kök hücre Kemik iliğindeki kök hücreler, aldıkları
sinyallere bağlı olarak değişime uğrayan ve birçok değişik kan
hücresini tek bir kaynaktan oluşturan hücreler olarak tanımlanıyor.
Bu hücreleri damarlarda dolaşan kandan elde etmek ve hastalara
vererek onların vücutlarında kan yapılmasını sağlamak mümkün.
Kanser hücreleriyle kirlenme riskinin daha az olması kök hücre
naklinin kanser tedavisinde kullanılmasına olanak tanıyor. Nakil
sırasında, daha önceden toplanan kök hücreler hastaya damardan
veriliyor ve bu hücreler kemik iliğine yerleşerek kan yapmaya
başlıyor. Kemik iliği ve kök hücre nakli günümüzde birkaç ana
nedenden ötürü kullanılıyor. Tedaviye dirençli olan bazı
kanserlerde yüksek doz tedavi verebilmek bu nedenlerden biri. Çok
yüksek dozlu tedavi, çoğu kez kemik iliğindeki hücreleri de
öldürdüğü için normalde mümkün değil. Ama tedavi sonrası hastaya
ilik ya da kök hücre nakli yapılırsa kemik iliği yeniden normal
çalışmaya başlayabiliyor. Diğer neden ise kemik iliği kökenli bazı
kanserlerin yok edilmesi. Akut myelositik ve lenfositik lösemi,
kronik myelositik lösemi ve özellikle multiple myeloma gibi bazı
kan kanserlerinin ve bazı lenf kanserlerinin tedavisinde son
yıllardaki gelişmelerle kök hücre naklinin artık kabul edilmiş bir
yeri var. Türkiye'de bazı üniversite ve özel hastanelerde
uygulanabiliyor. İkinci ameliyata son... Kanser konusunda yüz
güldürücü gelişmelerden biri de her 100 bin kişiden beşinde ortaya
çıkan beyin tümörüyle ilgili. En yaygın tedavi yöntemi ameliyat.
Ancak bu hem çok zor hem de riskli. Çünkü tümörler bazen konuşma,
hareket veya görme merkezinin yakınında olabilir. Bu da kalıcı
hasarlar oluşturabilir. Ancak yaklaşık altı aydır, tıp
teknolojisindeki yeniliklerden biri olan 3 Tesla MR adı verilen
cihaz sayesinde beyin tümörleri ameliyatları kolaylaştı. Acıbadem
Kozyatığı Hastanesi radyoloji uzmanı Dr. Alp Dinçer, bu cihazın
klasik görüntüleme cihazlarından farkını iki ayrı vaka örneğiyle
açıklıyor: "Klasik uygulamada hastanın tümörü sadece ameliyat
öncesinde görüntülenir. Daha sonra tümör bölgesine yönelik
ameliyata başlanır. Cerrah, kafatasını açar, tümör bölgesine ulaşır
ve görebildiği kadar tümörü çıkarır. Büyük bir bölgede çalışamaz,
beyne zarar verme olasılığı vardır. Ya tümör kalmışsa! Dolayısıyla
cerrah tümöre eriştiğinde onu her zaman tam olarak çıkardığından
emin olamaz. Tahminen ameliyatın ertesi günü çekilen MR'da neler
olup bittiğini görebilir. Tümör kalmışsa hastayı ikinci ameliyat
bekler. Şimdi de başka bir beyin tümörlü vaka düşünün. Kafatası
açılan hastanın ameliyat sırasında 3 tesla intraoperatif cihazı
sayesinde tümörünün büyüklüğü, yeri gibi her ayrıntısı
incelenebilir. Diyelim, cerrah tümöre ulaştı ve o sırada
görüntülemeye ihtiyaç duydu. Hemen MR cihazıyla hastaya
bakılabilir. Gerçekten tümörün ne kadarı alınmış, ne durumda, ne
kadar normal dokulara yakın çalışıldı, tümörün içi ne kadar
kanamış... Bunların hepsini görme şansı elde ediyoruz. Ameliyat
sonlandırılmadığı için gerektiğinde 30 saniye sonra operasyona
kaldığı yerden devam edebiliyoruz. Böylece ikinci ameliyat
olasılığı ortadan kalkar. Bu teknolojiye bugün için Türkiye'de
sadece Acıbadem Hastanesi sahip bulunuyor." Bir testle kanser riski
belirlenebilir Gen çalışmaları alanındaki gelişmeler sayesinde
şimdiden bazı kanser türleri için risk olasığılını ortaya çıkarmak
mümkün. Dr. Kerim Kaban, özellikle meme, yumurtalık ve bağırsak
kanserleri için basit bir testle risk olasılığının
belirlenebildiğini söylüyor. Kaban'a göre, yakın akrabalarınızda bu
kanserlerden biri varsa, sizi hangi genin bu kanserlere hassas hale
getirdiği biliniyor: "Bir kan testi yapıyoruz ve sizde DRCA 1 ve
DRCA 2 geni varsa, diyoruz ki, meme kansere riskiniz yüzde 50.
Bütün meme kanserlerinin sadece yüzde 10'u genle açıklansa bile bu
hiç de az bir rakam değil. Eğer bu gen sizde olmasaydı, riskiniz
yüzde 10-14 olacaktı." Kaynak: Radikal