Gelin-kaynana polemiği virüs gibi!
Abone olTürkiye'de son zamanlarda bir hastalık türedi. Bu hastalık televizyona kitlenmiş kadınlarda daha sık görülüyor. Hastalığın adı: gelin-kaynana üzerine yorumlar!!!
Çok değil iki sene önce Asya Kıtası'nın büyük bir bölümü SARS
virüsüyle sarsılmıştı. Türkiye'de bu yıl gelin ve kaynanaların
yaşadıkları TV programlarından türeyen Gelin-kaynana virüsüyle
sarsılıyor. Özellikle kadınlar bu hastalığa karşı çok dirençsiz.
Özlem Albayrak, bize bu hastalığın görüldüğü kişileri yani
"Seyirci"yi anlattı.
Her sabah kendileri için hazır edilmiş otobüslere doluşarak sabah
programlarına koşan, oradan apar topar çıkıp, öğle sonrası kadın
kuşaklarına yetişen geçkin kadınlar güruhunun şıpınişi kurduğu halk
mahkemeleriyle oyalanıyor memleketim nicedir.
Bütün bir toplum olarak fert fert, kendisi gibi olmayanı, etik ve
fikir bağlamında şahsi yönelimlerine ters düşeni, hizaya getirme
merakının boyutları, müteaddit örneklerle herkesin malumu
çoktandır.
Ancak, çoğusu ununu eleyip eleğini asmış, gelir seviyesi ve yaşam
stilinin işaretleri takip edildiğinde binbir türlü dertle boğuştuğu
kolayca tahmin edilebilecek bu kadınlara, herhangi bir yarışmadan
elenmiş herhangi bir insanın hayatını didiklemek, davranışlarını
sorgulamak nasıl bu kadar doyumsuz bir müstehcen lezzet verebilir
diye düşünmeden de edemiyor insan.
İhtiyarlığı gelip çatmış kadınların, ıskalandıkça doymamış,
doymadıkça yönü şaşırılmış hayatlarının öcünü alır gibi, dilleriyle
cürmü meşhut işlemiş muhataplarının hakkından gelmeye
ahdetmelerinin de kendi çapında bir dramaturjisi yok mudur
sizce?
Kalabalıklara performans
Hem ne dramaturji. Ekranda her gün başa sarılıp canlı canlı oynanan
kıtipiyos bir oyunun nesnelerinden biri haline gelmiş bu sıradan
insanların, Kuşum Aydın'a "Biz seni çok seviyoruz. Dize kadar kar
olsa kapıda, yine senin programına koşar geliriz" yollu cümleleri
hep bir ağızdan haykırarak stüdyoda yapış yapış bir iltifat
sağanağı oluşturmaları, simülasyonun gerçeklik ayağını tamamlıyor
olsa da, durumu değiştirmiyor elbet.
Topyekün bir hayatın başarısını, kalabalıklar karşısında yaşanacak
bir performansa ayar etmiş kadınlar, hayatlarında ilk kez sözlerini
dinletmiş olmanın özgüveniyle cümlelerini saplıyorlar bir bir
muhataplarına. El aman dilemeden bırakılmayacak, zatlarının
inayetlerine sığınılmadan fırtınası dinmeyecek öç alır gibi bozuk
bir özgüven bu.
Başkalarının hayatını acımasızca tüketerek, hiç yaşanmamış bir
hayata çalım attığını düşünen ev kadınları, engin tecrübeli tek
kişilik dramlar dünyasından milyonlarca seyirciye el sallıyor.
Dünyalarını dönüştürecek bir dil kurmayı, hayat karşısında bir
duruş geliştirmeyi becerememiş bu insanlar, konu başkaları olunca
ahkam kesme koltuklarında günlük mesaileri doldurma gayretiyle
habire konuşuyor.
Zavallılık sınırı
Bu manzara, "çıplak insanlık hali, dobralık samimiyet, dürüstlük"
gibi toplumun güvence noktalarını oluşturan unsurların altını
çizmekten ziyade, seyirlik malzemelerin meşruiyetinin sağlamasını
yapmaya hizmet ediyor. Şimdiye dek hiç doyurulmamış sapkın bir
egoyla mütemadiyen birilerini, hatta birbirlerini suçlayan işi
kesin yargılarla karakter analizlerine, kategorizasyona döken yaşlı
kadınlar, ekranın gücüyle kendilerinde güç vehmeden birer zavallıya
dönüşüyor.
"Kendisini seven bir insanı neden elinin tersiyle ittiği" soruluyor
yarışmadan elenmiş genç kıza. Kadirbilmez işte, ne olacak? Öğleden
sonra kuşağındaki seyirci "kurban"ı ise, tacize engel olamayışının
nedenlerini açıklamak zorunda, konu hakkında ağızlarına geleni
söylemekte bir mahsur görmeyen teyzelerine, ablalarına.
Cevaplar, neredeyse "haketmişsin", minvalinde.
Öfkesini bir kimlik kartı gibi üstünde taşıyan yaşlı kadınların
kurduğu 'insan-tartar' denetim mekanizması, en çok izlenenler
listesinde baş sıraya oynuyor.
O program senin, bu program benim gezen insanların rekor kıracak
derecede izlenmesi Türkiye'nin analojisini ayan beyan önünüze
koyduğu için de üzerinde düşünülmeye değer duruyor.
Çünkü ilkel bir ortamda herkesin birbirinin üstünde canlı yayın
gücünü sınadığı bu arena, ahir ömürlere denk gelmiş bir hırçın
zafere dönüşüyor.
Ekrandan yükselen bu asabi uğultu, başkalarının fedakar
kahramanlığına soyunan geçkinler ordusunun seyredilme zevkiyle de
giderek yükseliyor.
İlle birinin kahramanı olmaya niyetliyse insan, önce kendinin
kahramanı olmalıdır oysa. Seyredilenler ve edenler için, zavallılık
sınırı da tam burada başlıyor.
YAZI:Özlem ALBAYRAK
YENİ ŞAFAK