Devlet tek başına en büyük işveren ülkede. En güvenli iş alanı
da kamu da istihdam şu anda. Hal böyle olunca devlet kapısında iş
beklemek, memlekette piyangodan sonra bel bağlanan talih kuşu
olmasına şaşırmayalım. Ayrıca, ortaya konan üretime ve işgücüne
karşın görece en yüksek maaşlar da devletten alınıyor. Yani sırtını
devlete dayamak, nereden bakarsanız en cazip kariyer planlaması
oluveriyor.
Üstelik bazı sahalar da büyük çoğunlukla devlet tekelinde.
Eğitim ve sağlıkta istihdamın büyük çoğunluğunu devlet
sağlıyor.
Bu durumda eline üniversite diplomasını alan
gözünü bir kadroya dikiyor. Atanamayan öğretmenler bu yüzden
dünyada ilginç bir başlık olsa da Türkiye’de normal bir konu gibi
karşılanıyor.
Devletin ekmek kapısı olarak görülüp görülmemesi meselesi başlı
başına bir tartışma alanı ve burada bu konuya girmeye niyetim
yok.
Konumuz, şu anda devlette istihdam edilmek isteyenlerin kadroya
alınmasında adil bir atama metodolojisi bulma üzerine.
İlk soru şu: mevcut atama ve istihdam edilme süreci adil ve
herkesi ikna eden bir sistem mi?
Maalesef bu soruya olumlu cevap verecek bir tek kişi bile
yok koca ülkede. Özellikle mülakata dayalı sistem, objektif bir
değerlendirmeyi imkansız hale getirmiş durumda.
Sınava girip atanma hayalinde olan gençler bir taraftan sınava
hazırlanırken ebeveynler de il başkanı ve milletvekili kovalar hale
gelmiş durumda. Tüm illerde -temizlik ve güvenlik görevlileri
alımlarında bile- politikacıların dahli var. Torpil,
kayırmacılık ve nepotizm tepeden tırnağa tüm ülkeyi rehin almış.
Belediyelerin personel alımalarında ortaya saçıldığı kadarı ile bu
kirlenme, parti ayrımı gözetmeksizin toplumun her katmanına ve her
siyasi fraksiyonuna bulaşmış halde.
Personel alım mülakatlarında görevli kişiler de derin bir
sıkışmışlık halindeler. Çünkü her taraftan baskı hissediyorlar.
Vicdani bir değerlendirme yapmak imkansız. Dolayısıyla kamu
personeli atama mülakatları bazen tuhaf puanlamalara sahne
olabiliyor. Çoğu zaman, ÖSYM tarafından yapılan bir merkezi
sınavda, kendi alanında derece yapmış bir genci eleyebilmek için
mülakatta ince matematiksel hesaplar yapılıyor. Kazandırılan
kişilerin puanları incelenirse ne dediğim daha da iyi
anlaşılacak.
Bir de mülakatta elenmek istenen adaylara sorulan sorular var ki
tam evlere şenlik. Kindi’nin eğitim felsefesi sorulmuş üniversiteyi
yeni bitiren bir gencin mülakat sınavında. Halbuki soran kişinin
bile bir cümle kuramayacağı bir konu. Maksat mülakatta
elemek.
Yani, kamu istihdamında adil bir sistem ihtiyacı, ülke olarak
hepimizin üzerinde ittifak ettiği konuların başında geliyor.
Haliyle, her yıl yüzbinlerce gencin devlette açılan kadrolara
girebilmek için yarıştığı bir düzlemde, en adil atama sistemini
bulmak toplum için en temel sorunların başında gelmektedir.
Peki, bu kadar can alıcı bir konuyu çözüme kavuşturmak için
nereden başlamak gerekiyor?
Asında daha önce elimizde böyle bir sistem vardı. 1999 yılında
devlet memurluğu sınavı olarak başlayan ve daha sonraki yıllarda
KPSS olarak güncellenen sistem, ülke geneli için bulunmuş en adil
sistem idi. Evet, soruların çalındığı ve suiistimal edildiği vaki
idi ve sistem her türlü töhmetten kurtarılarak adil bir şekilde
sürdürülmeli idi. Şimdilerde anlamsızlaştırılan ve mülakatlarla
etkinliği budanan sisteme acilen geri dönülmeli ve belediyeler
dahil kamu personel istihdamının büyük çoğunluğu bu şekilde
yapılmalı.
Böylelikle lokal derebeyi çiftliklerine çevrilmiş kamu personeli
alımları, adil bir şekilde herkesin ulaşımına açılmalı. Dini, dili,
etnik ve siyasi kimliği ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının tamamına becerileri doğrultusunda kamu istihdamında
eşit imkanlar sunulmalı.
Bugün hepimizin büyük bir iştiyak ile dile getirdiği “ehliyet ve
liyakat” ideallerine ulaşmanın ilk adımı, adil bir kamu istihdam
sistemidir. Bunun için, ilk uygulandığı şekli ile mülakatsız ve
şeffaf bir merkezi sınav ve yerleştirme sistemine geri
dönülmeli.
Buyurun! 1999’a giderek yeniden başlayalım.