Geçmiş olsun Umur Talu
Abone olTürk basınının saygın kalemlerinden Umur Talu sessiz-sedasız bir kalp krizi geçirdi. Talu, yaşamla ölüm arasındaki o ince çizginin ne kadar önemli olduğunu anlattı.
Türk medyasının saygın ve ilkeli kalemlerinden Umur Talu,
geçirdi. Medyanın büyük ölçüde atladığı bu gelişmeyi Umur Talu'nun
kaleminden öğreniyor ve o'na geçmiş olsun diyoruz:
Yazı: Umur Talu
Kaynak:
- Önce, ulaşan, ulaşmayan tüm mesajlar için teşekkür
ederim. "Kalpten kalbe" muazzam bir köprü varmış; daha iyi
anladım.
Cevap verebileceğim herkese şahsen de ileteceğim.
Teşekkürden sonra... tefekküre devam.
Benim de, eminim birçoğunuzun da, yakın hayat çevremizden özellikle
"erken" kopan insanlarla ilgili şu tür bilgi, anı, hayıflanma,
keşke, ahlarla dolu bir arşivimiz mevcut:
"Zamanında müdahale edilebilseydi" diye.
Bu, bilmediğimiz değil, ama fazla ilgilenmediğimiz bir mesele.
Çünkü, hepimizin bildiği ve çoğumuzun ya umursamadığı veya imkan
bulamadığı üzre, "zamanında müdahale" birçok durumda hayat
kurtarıyor, uzatıyor.
Bunları asla, "ölümsüzlük" paranoyası, ne pahasına olursa olsun
ille de yaşamak tutkusu, sağlıklı yaşam fanatizmi gibi zaviyelerden
söylemiyorum.
Zaten ona ne aklım yeter, ne de yüzüm.
Sadece şu: "Tık diye giden" sevdiğim nice insanın, sevdiğimiz
nicelerinin, tanıdık, tanımadık onca kişinin "tık diye"
gitmeyebileceğini bir de kendi üstümde idrak ettim.
Elbette, şöyle gitmezsin de, böyle gidersin.
Lakin, "bir anda" ölüveren birisi için kahrolmuyor muyuz? İşte, en
azından şu kalbin, şu damarın iflasında, o meşum "bir an", büyük
ölçüde önlenebilir, engellenebilir, hiç olmazsa ertelenebilir,
uzaklaştırılabilir, hatta yok edilebilir bir an!
Şimdi o kadar çok isim sayabilirim ki size; sizin de
anımsayabileceğiniz, tanıdığınız.
Siz bana o kadar çok isim sayabilirsiniz ki. Tanıdık, bildik,
bilmedik.
İşte kahrolduğum, şimdi ziyadesiyle anlayıp tüm şükürlerimle
birlikte biraz isyan ettiğim bu.
Bir tesadüf yahut biraz ilgi, biraz ısrar, onların çoğunu
yaşatabilirdi.
O tek vuruşta ölüm anı gelmeden önceki sinsi hazırlık, o pusu
tamamıyla ortaya çıkarılabilir, "hayatının baharında" nice sevdik
insan yaşatılabilirdi.
Tamam, burada "hop" deyip durayım.
Çünkü şu ana kadarki sayıklama ve hayıflanmalarımın özü "ihmal"e
dayanıyor.
Yani insanın kendini, kendi bedenini ihmal etmesi; "zamanında"
ilgilenmemesi, küçük uyarıları dikkate almaması, bir doktora
görünmemesi falan filan.
Oysa bu, vakti olan, bilgisi, parası, tanıdığı, ilgileneni bulunan
için "büyük ihtimal".
Oysa "ihmal" çoğu zaman bireysel değil; akıllı, bilgili, imkanlı
bir bireyin kendi kendini ihmal etmesinden ibaret değil.
"İhmal" bazen, çoğu zaman "toplumsal"; yani, bilginin, kaynağın,
imkanın, paranın, doktorun, cihazın, randevunun, ilginin bulunup
bulunmamasına bağlı.
Bir çocuğu, bir insanı, ömrünün herhangi kritik veya sıradan bir
anında bir doktorun görme ihtimaline, pardon ciddi biçimde
görebilme ihtimaline bağlı.
Artık, batıdan doğuya 70 milyonluk, gelir dağılımı, hayat
standartları, kalkınmışlık düzeyi ve dengesizliği, sağlık imkanları
ve alışkanlıkları belli şu güzel ülkemizde bu ihtimallerin gerçekte
ne olduğunu düşünebilirsiniz.
İsyan, bireysellikten başka bir noktaya doğru yolculuğa başlar o
zaman.
"Sağlıklı yaşam" diye konuşup durmanın manası değişmeye, bireysel
tedbir ve tedbirsizliklerden öte, toplumsal ihtiyaç, talep ve
siyasi tercihlere dönüşmeye başlar.
Kendiniz için hayıflanmanın yahut şükretmenin doyumsuzluğunun
arasına, başka hisler de karışır.
Aynı konu, hatta hayat ve ölüme dair şu tefekkür çabası, kendi
içine kapanan bir kapı olmaktan çıkar... önünüze düşünme, söylenme
ve söyleme, öfkelenme ve mücadele etme ufukları açar belki.
Ben, tekrar şu inanılmaz dost ve okur kalplerinize teşekkürle
bitireyim!