Gazetelere 'Referans' geliyor
Abone olİlk sayısı pazartesi çıkacak olan Referans gazetesinin genel yayın yönetmeni Eyüp Can, yeni gazete ile ilgili herşeyi Zaman'dan Nuriye Akman'a anlattı.
Zaman okurları Eyüp Can'ı, söyleşilerinin ve köşe yazılarının
yanı sıra gazetenin son üç yıldır gösterdiği atılım projesinin
mimarlarından biri olarak tanıdı, sevdi. 1994'te başladığı Zaman
yolculuğunu, 10 yıl sonra 2004'te noktaladığında, veda yazısına
cevaben aldığı yüzlerce e-posta, hüzün ile gururun mükemmel
birlikteliğini yansıttı. Eyüp Can, avcı ruhunu, bir küheylan gibi
Hürriyet Grubu'na sürdü. Bıraktıkları kadar onu çağıranlar da
yepyeni bir gazetenin sorumluluğunu ona verirken başaracağından
emindi. Eyüp'ü benim fark etmem 1995'lere uzanıyor. Sabah'ta
yazıyorum. Zaman'da gençliği ile tezat bir yetkinlik fışkıran
söyleşileri dikkatimi çekiyor. Tebrik için telefon ediyorum. O
günden bu yana, defalarca sınanmış, her seferinde pekişmiş,
derinleşmiş bir dostluk çemberine giriyoruz. Ruhdaşlığın
nimetlerinden yararlanıp, birbirimizin öğretmeni oluyoruz. Yıllar
sonra aynı gazetede mesai arkadaşıyız. Zaman'a alışma sürecimde
beyninin parlaklığını, kalp gözünün açıklığını daha iyi görüyorum.
Gidişine seviniyorum, çünkü yapacağı işlerin medyada yaratacağı
sinerjiden son tahlilde hepimizin yararlanacağını biliyorum. Zaman
okurlarının, onu Referans'ta yalnız bırakmayacağını bildiğim
gibi... 31 yaşında bir gazetenin genel yayın yönetmeni olmak için
fazla genç değil misin? Bunu bana değil teklifi yapanlara sor!
Nasıl oldu peki bu teklif? Aslında, ironik bir durum ama tam da
gençlik bağlamında bir konuşma yapmamla başladı her şey. Geçen yıl
Boğaziçi Üniversitesi’nde, Uluslararası Basın Enstitüsü’nün
düzenlediği bir panelde, başarılı genç gazetecilerin katıldığı bir
oturuma konuşmacı olarak katılmış ve anti-gençlik bir konuşma
yapmıştım. Salonda Vuslat Doğan Sabancı da varmış. Orada tanıştık
ve aradan bir yıl geçtikten sonra böyle bir teklif aldım. Neden
anti-gençlik bir konuşma yaptın? Türkiye’de bir gençlik mitosu var.
Gençlik çok fazla kutsanıyor. Elbette haklı sebepleri var, mesela
nüfusun yüzde 65’i 35 yaşın altında. Bu kadar genç bir nüfusunuz
varsa, bu insanları bir şekilde motive etmeniz gerekiyor. Ayrıca
tarihsel olarak kahramanlık edebiyatımız da bir parça gençlik
mitosu üzerine kurgulanmış. Hepimiz Arif Nihat Asya’nın, “Fatih’in
İstanbul’u fethettiği yaştasın” dizeleriyle büyüdük. Fatih’in fethi
21 yaşında yaptığını düşünürsek, sen biraz geç kalmış olmuyor
musun? (Gülmeler) Ben kendimi asla o kategorinin içine koymam. Tam
tersi, diyorum ki, hepimizin bilinçaltına daha çocukken,
kahramanlık misyonu yükleniyor. Bu bir tarafıyla pozitif ama
tehlikeli de bir tarafı var. Sonuçta insanlar gündelik yaşamda
hayatın gerçekleriyle yüzleşmek zorundalar. Hayatın gerçekleri hiç
de kulağımıza üflenen kahramanlık edebiyatı ile yürümüyor. Kıran
kırana bir rekabet var. Siz kendinizi çok iyi yetiştirmemişseniz ve
bütün bu rekabete karşı direnç noktalarınız gelişmemişse, sadece
gençlik edebiyatı ile bir yere ulaşamıyorsunuz. Daha da
tehlikelisi, özellikle medyada genç yaşta insanları çok çabuk
şöhret etme ve aynı şekilde çok çabuk harcama mekanizması var. Peki
çözüm önerin ne? Dünyada gazetecilik, tecrübe üzerinden yürüyor. O
seminerde zaten bunu anlatmıştım. Amerika’da yapılan bir
araştırmada, birçok kurumu dikey piramit modeliyle, hiyerarşisi ve
iç işleyişi açısından karşılaştırıyorlar ve üç tanesi çok benzer
çıkıyor. Bunlar ordu, hastaneler ve medya. Bu bir tesadüf değil.
Sonuçta üç meslek de insan yaşamını direkt etkileme gücüne sahip.
Bu yüzden gazetecilik aynı zamanda kamusal bir görev. Böyle bir
sorumluluğunuz varsa, aynen ordu ve hastanelerde olduğu gibi,
medyada da tecrübeye dayalı ve basamakları adım adım çıkan bir
piramit modeli uygulamak zorundasınız. Nitekim Batı’da böyle
çıkıyorlar. Senin buraya gelişin, önerdiğin modele uyuyor mu?
Bireysel anlamda herkes kendi sınavını kendisi veriyor. Eğer ben
bugün buradaysam, bunun bir sebebi, belki gayretim, çabam,
çalışmamdır. Ama bir sebebi de, Türkiye’de bu mekanizmaların belki
de iyi oturmamış olmasıdır. Kendini inşa etme sürecinde, bu
kahraman olma fikri, seni nasıl formatladı? Hayatımın hiç bir
döneminde kahramanlık mitosuyla hareket etmedim. Tabii ki ben de
bunları duydum, okudum, etkilendim. Ama ben hayata daha sağlam
adımlarla basarak ilerlemekten yana oldum. Aslında bu kahramanlık
vurgusuna karşı bende bir anti-kahraman damar bile gelişti. Çünkü
kahramanlaştırmanın bir noktadan sonra insanlarda beklentileri
yukarı çekip, aynı derecede hayal kırıklığının şiddetini çok yüksek
yaşatma riski var. Ve bu toplumda insanlar çok fazla hayal
kırıklığı yaşıyorlar. Hürriyet grubu senden ne bekliyor? Az önceki
hikâyeden devam edersek, orada Vuslat Hanım’la tanıştım. Türk
medyası üzerine konuştuk biraz. Biliyorsun aslında Zaman adına
Moskova’ya gidiyordum. Tam bu sırada, aradı Vuslat Hanım. Duymuş
böyle bir görev değişikliği içinde olduğumu. Onlarda da bir yeniden
yapılanma olduğunu, Finansal Forum’u prestijli bir gazete yapmak
istediklerini söyledi. Tabii Zaman’da yaptığımız şeyleri yakından
izlemiş. Biraz onlar üzerine konuştuk ve bana bu projenin başına
geçmemi önerdi Ertuğrul Özkök ile birlikte. Çok şaşırdın mı? Biraz
tereddüt ettim doğrusu. Öncelikle tekliften dolayı onur duyduğumu
söyledim, ama ekonomi gazeteciliğinden değil, uluslararası
ilişkiler background’undan geldiğim için bunun üzerine biraz
düşünmem gerektiğini, ayrıca Moskova ile ilgili bir angajmanımın
olduğunu, dolayısıyla bunu gazeteyle de müzakere etmem gerektiğini
söyledim. Bir de Finansal Forum’a alıcı gözle bakmak için süre
istedim. O sürede bütün soruların cevabını buldum. Zaman yönetimi
bu konuda çok anlayışlı davrandı. Vereceğim karara saygı
duyduklarını söylediler. Senden yeni bir gazete yapmanı mı
beklediler, yoksa eskisini rehabilite etmeni mi? Finansal Forum, 8
yıldır çıkan, ekonomi ağırlıklı bir gazete. Fakat hem gazetecilik
anlamında hem de maddi açıdan başarılı olamamış. İlk başlangıç
noktası, rehabilite etmekti. Fakat ben, madem yeni bir başlangıç
yapılmak isteniyor, o zaman yeni bir konseptle yeni baştan
kurgulamanın daha faydalı olacağını düşündüğümü söyledim. Tartıştık
ve bana destek verdiler. Sonuçta ismi de dahil, gazetenin her
şeyini değiştirdik. Yarın, yani 31 Mayıs Pazartesi günü okuyucular
Referans adında yepyeni bir gazete ile tanışacaklar. Neden ismini
değiştirdiniz? Benim açımdan üç sebebi var. Bir Finansal Forum,
finansçıların gazetesi gibi bir çağrışıma sahip. Dolayısıyla soğuk,
insanları ürkütüyor. İkincisi, Financial Times’tan kopyalanmış gibi
bir havası var. Üçüncüsü de 8 yılda Finansal Forum ismiyle
hakikaten çok fazla bir yere varılamamış. Yani isim bir marka
değeri yaratamamış. Marka değeri negatife yakın bir gazeteyi alıp
iyileştirmektense, enerjimizi sıfır kilometre yeni bir marka
üzerinde harcarsak daha iyi olur diye düşündük. İnsanlar ekonomi
gazeteciliğine soğuk, datalar, rakamlar, kuru bilgiler olarak
bakıyorlar. Benim de temel kaygım buydu. Oysa ekonomi hayatın bir
parçası. Üretsek de tüketsek de hepimizin gündelik yaşamında çok
fazla iç içe olduğumuz bir husus ekonomi. Batı’da ekonomi
gazeteciliği hayatın parçası olma meselesini ıskalamıyor.
Amerika’da en çok satan gazete, hâlâ The Wall Street Journal’dır.
Yaklaşık 120 yıllık bir gazete. Günlük tirajı 2 milyon. Hafta sonu
10 milyonluk tiraja sahip. Aynı şekilde İngiltere’de Financial
Times, çok köklü bir gelenekten geliyor. Bu gazeteler kuru ekonomi
gazeteleri değil. Mesela, Financial Times’ta en iyi sanat, spor,
teknoloji, politika ve dış politika haberlerini bulursunuz. Fakat
ekonomi daha dominanttır. Zaman’ın değişim projesi içinde, gazeteyi
bir referans gazetesi yapmak için uğraşan ekibin içinde yer aldın.
Şimdi Zaman’a bir rakip mi çıkarmaya çalışacaksın? Referans
gazeteciliği bir kulvar ismi. Quality ya da Reference Paper
dedikleri, az önce saydığım iki gazetenin yanı sıra New York
Times’ın, Independent’ın dahil olduğu böyle bir kulvar var. Bunlar
yaptıkları gazetecilikle bir referans olma iddiası taşıyan ve köklü
bir gazetecilik geleneğinden gelen gazeteler. Batı’da bu ayrım çok
net. Orada bulvar gazeteleriyle referans gazeteleri iki gruba
ayrılmış durumda. Türkiye’de bu, gazetecilik geleneğiyle de ilgili
bir şey. Ben Avrupa Birliği süreciyle birlikte, medyada da bir
ayrışma yaşanacağını düşünüyorum. Yani gazeteler kendi kimliklerini
kurgularken, bu yolda daha net ayrımlar yapacaklar. Ama bu referans
gazetesi eşittir sıkıcı gazete demek değil. Tam tersine hayatla
bütün bağlarını kurmuş, çok keyifli bir gazetecilikten
bahsediyorum. İnsanlar Türkiye’de daha böyle elitist gazeteleri
referans gazetesi zannediyorlar. Ben sadece entelektüellere çıkan
bir gazeteden bahsetmiyorum. Şimdi buradan hareketle, Zaman
Gazetesi’nde bizim yapmaya çalıştığımız şey, Zaman’ın kendi okuyucu
kitlesini dikkate alarak, bir referans gazetesi çıkartmaktı. Bugün
ne kadar başarılı olduk, ne kadar başarılı olmadık, bunun takdirini
zaten okuyucu verdi. Tiraj zaten bunun çok açık bir göstergesi
değil mi? Bu proje başlamadan önce 170 binlerde olan Zaman, bugün
400 binleri aşmış durumda. Bu, “Türkiye’de insanlar okumaz,
kaliteli bir iş yapıldığında bunun karşılığı yoktur.” gibi sözlerin
ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin bir değil, birden
fazla referans gazeteye ihtiyacı var. Ekibin sıkı: Erdal Sağlam,
İsmet Özkul, Jale Özgentürk, Cevdet Aşkın... Bunların hepsi bu tarz
gazeteciliğe hakikaten çok yatkın ve yıllardır çalıştıkları
gazetelerde onun mücadelesini vermiş insanlar. Benim açımdan üç
yıllık bir proje bu. Yani üç yılda, bu söylediğim şeyler, aşama
aşama olgunlaşacak. Bir defa haber diline çok önem veriyoruz.
Türkiye’de haber dilinde insan unsuru eksik. Batı’da story, feature
tarzı insan odaklı habercilik yaygın. Türkiye’de bu iş yapılırken
insan, haberin içine çok dramatik bir biçimde giriyor. Yani
hastaneler, cinayet, adliye, trafik kazaları, aile içi şiddet. Bir
de onun yanında, demeç üzerine kurulu bir habercilik var. Bu ikisi
arasında çok geniş bir alan var ve ‘insan’ aslında o alanda çok
daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor. Mesela Türk basınında ‘en’
hastalığı var. ‘Amerika’da en başarılı Türk girişimcisi’ gibi.
Elbette başarı hikâyeleri olmalı gazetelerde. Ama her şeyi böyle
‘en’ler üzerine kurgulamak da, az önce anlattığım, kahramanlık
temasının, medya üzerinden tekrar kurgulanarak sunulması. Bunu
sağlıklı bulmuyorum. Başarısızlık da bir hikâyedir. Başarı hikâyesi
kadar, hatta ondan çok daha etkileyiciliğe sahiptir. İkincisi,
Türkiye ihracatının yüzde 65’ini Avrupa Birliği ülkeleriyle yapan
bir ülke. Zaten girmesek de biz o sürecin bir parçasıyız.
Türkiye’de halkın yüzde 75’i AB’yi istiyor. Ama sorduğunuzda kimse
ne istediğini bilmiyor ya da hayali biliyor. Bu bilgi eksikliğini
gidermek gerekiyor. Bu sebeple Avrupa Birliği ile ilgili günlük bir
sayfa yapıyorum. Fakat burada sadece kuru hukuk, mevzuat,
bürokrasi, liderlerin demeçleri olmayacak. Daha çok AB sürecinin
günlük yaşamımıza nasıl yansıyacağını gösteren haberler olacak.
Ayrıca girişimci ile ilgili haberlerimiz olacak. Biz sadece
TÜSİAD’ın, finansçıların, bankacıların gazetesi olmayacağız. Aynı
zamanda Anadolu’daki, özellikle katma değer üreten 16 ildeki
KOBİ’leri de göreceğiz. Kariyer yapmayı planlayan üniversite
gençliğine de hitap edeceğiz. Tiraj hedefin ne? Şu anda gazetenin
tirajı 7 bin. Böyle bir gazetenin ben en azından 20 binin altında
olmaması gerektiğini düşünüyorum ve Türkiye’nin böyle birden fazla
gazeteye ihtiyacı olacak. Hangi yazarlar var gazetende? Referans
özgürlükçü bir gazete olacak. Haber-yorum ayrımını çok net bir
biçimde yapıyor. Yazarlarımız, Altan Öymen, Korkut Özal, Eser
Karakaş, Mensur Akgün, Atilla Yeşilada, Zeynep Göğüş, Erdal Sağlam,
Kerem Alkin, Yiğit Bulut, Güven Sak, Can Baydarol gibi kendi
alanında hakikaten saygın isimler. Biz klasik sağ-sol kavramlarının
zaten artık aşıldığını düşünüyoruz. Elbette bir insanın duruşu daha
sola yakın olabilir, daha sağa yakın olabilir. Bunlarda hiçbir
sorun yok. Bütün mesele, bunu daha saygın, daha sağlam verilere
dayalı, ideolojik kalıpların dışında aktarabilmek. Sen her gün
yazacak mısın? Bu gazetede ne baş yazar ne de her gün yazan bir
yazar olacak. En fazla dört yazı olacak. Ben de o kulvarda
yazacağım. Zaman okurları da Referans’ı okur mu sence? Referans
direkt bir gazeteyi rakip olarak görmüyor. Çünkü kendi alanını
daraltmış durumda. Bu yüzden de, Zaman’ı, Sabah’ı, Hürriyet’i,
Milliyet’i alan bir okur, eğer ikinci bir gazete olarak ekonomi
penceresinden hayata bakan bir gazete okuma ihtiyacı içindeyse,
AB’yi, ekonomi ve politikanın dinamiklerini dünün değil geleceğin
bakış açısıyla merak ediyorsa gönül rahatlığı ile Referans’ı
okuyabilir. Çünkü Referans dünün değil sloganımızda da
belirttiğimiz gibi yarının habercisi.