Gazetecinin kebap gezisi

Nazım ALPMAN nazimalpman@internethaber.com

Gazetecilerin kendilerine ilişkin (uzun süreli) söz vermelerine inanmamak gerekir. Her an bir değişiklik olabilir. Belli bir program için hazırlık yapılırken, bir anda o programla hiç ilgisi olmayan bir coğrafyaya savrulabilirler.

Bunu yakinen (!) biliyorum.

1998 yılının yaz aylarıydı. Tek başına bir “Milliyet markası” olan Bedri Koraman Samsun’da karikatür sergisi açmıştı. Ben de sergiyi “görevli muhabir” olarak izleyip yazmak üzere Bedri Ağabey, eşi Nil Hanım’la birlikte Samsun’a gitmiştim.

Sergi bir kokteylle açıldı, arkasından büyük bir “Samsunlular Yemeği” yenildi. Biz de ertesi gün Bedri Ağabey’in doğup büyüdüğü Bafra’ya geçmiştik. Bedri Ağabey memleketine gelince neşeden havalara uçmuştu. İlçede gezerken “işte” diyordu:

-Şurada top oynardık!

Yeşil alana gelince Bedri Koraman çocuklar gibi koşmaya başlıyordu. Sonra onun okuluna gittik. Eski taş yapı “mektep” Bedri’yi deli etmişti… Merdivenlerden zıplayarak inmeye başlayınca heyecanlanıp onu durdurmak istedik. O ise itiraz etti:

-Karneyi alınca böyle zıplayarak inerdim bu merdivenlerden…

Bedri Koraman Bafra’yı çok seviyordu, bu belliydi. Haliyle sormak gafletinde bulundum:

-Ağabey kaç yıldır gelmiyorsunuz ilçenize?

-Liseyi burada bitirip İstanbul’a Güzel Sanatlar Akademisi’ne gittikten sonra ilk kez geliyorum!

O tarihte hesaplamıştım, Bedri tam 52 yıl sonra ilk kez geliyordu!

Gayri ihtiyari “çok vefalıymışsınız ağabey” sözleri ağzımdan kaçtı.

Neyse uzun etmeyelim. Ben Bedri Koraman’ın Bafralı dostlarıyla birlikte Samsun’un sayfiyesi Yakakent’e geçtim. Burası Sinop’a 90 km mesafede balıkçılık cenneti güzel bir ilçedir. O tarihte Sinop, bütün Karadeniz sahilinde göremediğim tek kentti. Samsunlu dostlar ertesi gün benim için bir Sinop organizasyonu yaptılar. Önce Sinop’u gezip göreceğiz, sonra bütün gün yüzeceğiz, akşama da rakılı-balıklı uzun bir yaz yemeğiyle günü noktalayacağız.

Sabah kahvaltıdan önce gazeteden bir telefon geldi!

Ben apar topar sabah uçağıyla İstanbul’a döndüm, valizimi değiştirdim, gazeteye uğrayıp yol harcırahını alıp Üsküp uçağına yetiştim. Akşam yemeğinde Üsküp’te kadim dostum Mehmet Yunus ve yaz tatilini orada geçiren Ankara Milliyet’ten Fahrettin Fidan ile birlikteydim. Onlara Sinop’u nasıl göremediğimi anlatıyordum.

Bir başka sefer de kendimi İsviçre için hazırlıyordum. Günlerden Cuma idi, bir gün sonra İsviçre’de Crans Montana’da uluslararası büyük bir organizasyonun içinde olacaktım. Türkiyeli bir grup gazeteci arasında ünlü manken Cindy Crawford ile görüşecek iki kişiden biri olarak seçilmiştim. Davet sahipleri “Türkiye’den bir gazete, bir televizyon” olabilir demişlerdi.

Akşama doğru Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak beni çağırdı:

-İsviçre’ye ne zaman gidiyorsun?

-Yarın sabah.

-İsviçre’yi boş ver, Şener Şen’in vakti yokmuş hemen yarın o işe başlayın!

Milliyet’in o tarihte yazı işleri promosyonu denilen etkinliği “Eşkıya Güneydoğu’da” başlıklı yazı dizisi için ünlü sinema oyuncusu Şener Şen, Milliyet’in uluslararası şöhrete sahip fotoğrafçısı Hüseyin Kırcalı ile birlikte Şanlıurfa’ya gelmiştim.

Akşam yemeğinde Şener Ağabey’in Eşkıya filminde rol alan Kazancı Bedii ve ekibiyle uzun bir erkekler masasında birlikteydik. Şener Şen benim sessizliğime bir anlam verememiş olacak ki, şöyle sordu:

-Ne oldu Nazım canın mı sıkılıyor?

Ben dalıp gitmiş halimden sıyrılıp “yooo” dedim:

-Ben bugün İsviçre’nin Crans Montana bölgesinde, sabah kahvaltısında Cindy Crawford ile golf oynayıp, akşam çayından sonra söyleşi yapacaktım. Oysa şimdi Urfa’da Şener Şen ve yirmi erkekten oluşan bir sofrada kebap yiyorum!

Birlikte bir kahkaha patlattık. Haber telaşı olmayan böylesi işlere (!) gazetecilikte “kebap gezi” adı denir. Benim ki “sahici” bir kebap gezi olmuştu!!!

O seyahatte Şener Şen gibi büyük bir sanatçıyla bir hafta geçirmek on tane İsviçre’ye bedel bir anı zenginliği armağan etmişti. Çok büyük bir sanatçının dev şöhretini, yakasında bir rozet kadar şık taşıdığına tanıklık etmiştim.

Bunları yazmamın elbette bir nedeni var.

Bu hafta sonu, Coşkun Aral, Wilco van Herpen, Hülya Aydın, Ayşe Tütel, Hülya Yıldırım, Ceren Erginsoy, Selda Güntöre, Elif Bülbüloğlu ile birlikte Adana ve Mersin’deki Digitürk toplantılarına katılacaktım.

Ama yukarıda anlattığım türden bir “terslik” oldu, İtalya’da Venedik’e gelmek zorunda kaldım.

Yıllar önce Urfa’da kebabını ben yemiştim Adana’daki kebap ise arkadaşlarıma kaldı!