Gazetecilerin hali içler acısı
Abone olAnadolu'daki meslektaşlarının durumunu da değerlendiren Başlangıç, gazetecilerin yaşadıkları ile ilgili örnekler de veriyor.
Gazeteciyse süründürün!
Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Ama Muş'tan Datça'ya kadar
yaşananlara bakınca durum gazeteciler açısından pek 'özgür' değil.
Özellikle Anadolu'nun 'gözden ırak' yerlerinde gazeteci hapis ve
para cezası tehdidiyle karşı karşıya.
Gaziantep-Kilis arasındaki 'bölünmüş yol'un açılışı var. Devlet
Bakanı Kürşad Tüzmen kürsüde. Bir yandan konuşurken diğer yandan da
elindeki yerel 'Söz Halkın' gazetesini havaya kaldırıyor. Kendisini
dinleyenlerin önce şaşkın bakışları, sonra da alkışları arasında
'manşetini beğenmediği gazeteyi' bir güzel yırtıyor.
Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) olaya tepki gösterirken "Sayın
hükümet üyesi son günlerde sıkça karşılaştığımız 'töre katilleri'
gibi kendisini yargının yerine de koydu ve gazeteye uygun gördüğü
cezayı kendi yöntemleriyle infaz etti" diyordu.
Her ne kadar Bakan Tüzmen "Gerçekdışı bir haberin büyük puntolarla
verildiğini gördüm ve çok üzüldüm. Benim de tarzım olmayan yanlış
bir tepki gösterdim" diye özür dilese de 17 Mart'ta yaşanan olay,
bir gazetenin 'okunmakla yırtılmak arasında' nasıl da ince bir
çizgide durduğunun en somut anlatımı.
Bu olay hükümet üyesinin üzerine onlarca objektif ve kameranın
çevrildiği bir anda meydana geldiği için Türkiye'nin dört bir
yanında görüldü. Bir de kameraların görmediği, objektiflerin
çekmediği olaylar yaşanıyor Anadolu'nun 'gözden ırak' illerinde,
ilçelerinde.
Evrensel gazetesi muhabiri Metin Göktepe'yi görevi başında
öldürmekten sanık polislerin davası için demokratik kamuoyu,
meslektaşları, gazetesi, yoldaşları ve ailesi davanın sonuçlanması
için neredeyse dünyanın yarısını gezecek kadar yol yapmışlardı.
Bir gazetecinin öldürülmesi ile ilgili dava 'gözlerden ırak'
kılınmak için Anadolu'nun içlerine doğru 'sürgün' edilirken, acaba
o davaların gönderildiği yerlerde ve benzerlerinde neler yaşıyor
gazeteciler? En somut örneğini Datçalı gazeteci Sinan Kara olayında
gördük.
Kara soruyor: Ne yaptım ben?
Geçtiğimiz günlerde cezaevinden çıktı Sinan ve tekrar Datça'da
gazetecilik yapmak için birkaç girişimde bulundu. Ancak gördü ki
pek olanaklı değil. Pusu kurulmuş, en küçük bir hata halinde
üzerine çullanmayı düşünenler var. Avukatı da uyarmış Sinan'ı "Yedi
aylık infazın var. Benzeri bir suçtan ceza alırsan bu yedi ayı da
yatarsın" diye. Bunun üzerine de Sinan çoluğu çocuğu toplayıp
soluğu İzmir'de almış. "Burada kendimi sürgünde gibi hissediyorum"
diyor Sinan. Bir yandan süren davalarını izlerken, diğer yandan
Yargıtay'dan çıkacak kararları bekleyecek. Eşi ve iki çocuğuyla
birlikte, hem cezaevine gireceği günü bekleyecek, hem de kendine
yeni bir gelecek arayacak.
"Bir cezaevi sabahında kendimi sorgulamalaya başladım" diyor Sinan
"Ne yaptım, ne oldu; düşündüm, düşündüm, düşündüm..."
Sonra da bir 'gazeteci' olarak neler yazdığını sıralıyor alt alta:
"Devlet gücünü arkasına alan zatı muhteremlerin peşini bırakmayıp
yaptıkları her türlü usulsüzlük ve yolsuzluğu yazdım. Fakir
fukaranın parasını eşrafa peşkeş çekenleri yazdım. Birinci
dereceden deprem bölgesine deniz kumu ile inşaat yapanları yazdım.
Cemaat parasını camiye harcaması gerekirken altına otomobil
alanları yazdım. Kaçak otelleri, villaları yazdım. Parti gücünü
arkasına alıp haraç almaya çalışan çeteyi yazdım..."
Sinan'ın listesi böyle uzayıp gidiyor.
İstanbul'dan memlekete...
Çok bereketlidir elbette bu Anadolu'nun toprakları. Datçalı bir
Sinan'la kalır mı! Muşlu Faruk da 'yeni bir Sinan vakası' olma
yolunda.
Faruk Aktaş'ın öyküsü, "İ.Ü. İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü'nde okuyordum. Bu arada 1996'dan bu yana İstanbul'da çeşitli
gazete ve ajanslarda eşim Berna Aktaş ile muhabirlik yaptım.
İstanbul'da 2002 yılı içinde basındaki işten çıkarmalar nedeniyle
eşimle memleketim Muş'a döndük" diye başlıyor.
Muş'ta tek bir yerel gazete vardır. O da daha çok resmi ilan
almakta ve internetten alınan ulusal haberlere yer vermektedir.
İlde hiç televizyon yoktur. İki yerel radyodan biri dini sohbetler,
diğeri de müzik ağırlıklı yayın yapmaktadır. Ulusal gazete ve
TV'lerin Muş'taki temsilcilerinin çoğu kamu kurum ve kuruluşlarında
memurlardır. Bu boşluğu görerek Muş'ta bir gazete çıkarmaya karar
verir Faruk. Gazetenin imtiyaz sahibi ve sorumlu yazıişleri müdürü
eşi Berna; Faruk da yayın koordinatörü.
Gazete yayına başlar. Bu arada valiliğe bağlı Sosyal Yardımlaşma
Vakfı'nda bir dizi yolsuzluk ve usulsüzlük şikâyetleri gelir.
Özürlüler Dayanışma Bürosu'nda daha önce çalışan özürlüler de bazı
il milletvekillerine aynı şikâyetleri aktarır. Gerisini Faruk'tan
dinleyelim:
"Konuyla ilgili haberin yayımlanmasından sonra bir vali yardımcısı
haberde adı geçmemesine karşılık vakıf başkanı olduğu için
aleyhimize Muş Asliye Hukuk ve Ceza mahkemelerinde tazminat ve ceza
davaları açtırdı. Ben 23 Kasım 2003 tarihinde valilik çıkışında
vakıftaki dört beş kişinin saldırısına uğradım. Yaptığımız şikâyet
takipsizlikle sonuçlanırken, saldırıdan bir gün sonra Muş Asliye
Ceza Mahkemesi'nde ben ve eşim Berna Aktaş 'resmi kurula sıfat ve
hizmetlerinden dolayı basın yoluyla hakaret' suçundan 10'ar ay
hapis cezasına çarptırıldık. Bu ceza daha sonra 3 milyar 467'şer
milyon ağır para cezasına çevrildi. Bu dava dosyalarından bana ve
eşime 80 milyar civarında manevi tazminat cezası verildi."
Bu davada şikâyeti yapan beş özürlüye de çeşitli miktarlarda para
cezası verilir. Bu arada bir işadamı Özel İdare ihalesinde
yolsuzluk yapıldığını öne sürer. Aynı vali yardımcısı, haberde adı
geçmemesine karşın Özel İdare'nin amiri olduğunu, ihaleyi
kendisinin yaptığını belirterek şikâyetçi olur. Bu dosyadan da
Faruk ve eşi Berna'ya 9 milyar 500 milyon, beyanda bulunan
işadamına da 3 milyar lira para cezası verilir. Bu haberle ilgili
olarak Asliye Ceza'da açılan ceza davası halen sürmektedir.
Öğrenci burslarında ve fakirlere dağıtılan kömür yardımında
yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığına ilişkin haberleriyle ilgili de
haklarında çeşitli tazminat davaları açılır. 22 Nisan'da da
adliyededir Aktaş'lar. Haklarında açılan bir davanın duruşması
vardır. 27 Mayıs'a ertelenir. Ancak adliyeye gittiklerinde
haklarındaki başka bir davanın mahkûmiyetle sonuçlandığını
görürler. 'Resmi kurula sıfat ve hizmetlerinden dolayı basın
yoluyla hakaret' suçundan
Faruk Aktaş hakkında şöyle bir karar
verilmiştir:
"TCK 268/2 maddesi gereğince, sanığın subut bulan maddeyi mahsusa
tayini suretiyle hakaret suçunun işleniş tarzı, kast yoğunluğu,
suçun önem ve ağırlığı, eylemin meydana getirdiği neticeler,
sanığın fiilden sonraki durumu ile gözlemlenen siyasi ve sosyal
hali birlikte dikkate alındında sanığın takdiren ve teştiden 1 yıl
hapis ile cezalandırılmasına, TCK 268/4 maddesi gereğince, basın
yoluyla işlenen fiil için sanığa verilen cezanın takdiren 1/2
oranında artırılarak 1 yıl 6 ay hapisle cezalandırılmasına, TCK 80.
maddesi gereğince, bir suç işleme kararının icrası cümlesinden
olarak birkaç defa işlenen fiil için sanığa verilen cezanın
takdiren 1/6 oranında artırılarak 1 yıl 9 ay hapis cezası ile
cezalandırılmasına, her ne kadar sanık sabıkasızsa da, geçmişteki
hali, duruşma safahatında gözlemlenen tavırları, izlenen bu tür suç
işleme eğilimi ve yatkınlığı dikkate alındığında, verilen cezanın
ertelenmesi halinde ileride bir daha suç işlemekten çekineceği
hususunda mahkememizde olumlu vicdani kanaat gelmediğinden, sanığa
verilen cezanın ertelenmesine yer olmadığına..."
Faruk'un eşi Berna'ya da aynı gerekçelerle1 yıl 9 ay hapis verilmiş
ve yasa gereği cezası7 milyar 338 milyon lira para cezasına
çevrilmiş.
Basın özgürlüğü raporu
Bağımsız İletişim Ağı'nın (BİA) basın özgürlüğüne ilişkin üç aylık
raporu bugün açıklanıyor. Raporda, Edremit'te yayımlanan 'Körfezin
Sesi' adlı internet sitesi genel yayın yönetmeni Doğan Doğan'ın
yazdığı bir yazıdan dolayı polis tarafından gözaltına alınmasından,
Kars'taki Yeşil Göle gazetesinin sahip ve yöneticilerinin başına
gelenlere kadar Anadolu coğrafyasının dört bir yanında basının
başına gelenlere kadar pek çok olay yer alıyor.
Gazeteciler ağır para ve hapis cezası kıskacında. Basın Yasası
değişiyor ama özellikle para cezaları açısından pek bir değişiklik
yok. Muhalif gazete ve gazeteciler hakkındaki hapis cezası
tehdidinden de anlaşılıyor ki her şey AB normlarına uysa da muhalif
gazetecilerin durumu değişmiyor. Mantık aynı; gazete değil mi
yırtın, gazeteci değil mi süründürün... Dünya Basın Özgürlüğü
Gününüz kutlu olsun!