Gazetecilerin hak arama yolları
Abone olAkşam yazarı Ahmet Tulgar, Güneş Gazetesi'nde yaşadığı grev hareketini anlattı. Tulgar'ın yazısının satır araları gazeteciliğin en temel sorunlarını teşkil ediyor.
Ahmet Tulgar, Güneş Gazetesi'ndeki bir anısını anlattı. Yıllar
önce yaşanan bir gazeteci isyanı. Tulgar'ın gazetecilerin haklarını
aramalarıyla ilgili yazısı, mesleğin temel sorunlarını da gözler
önüne serdi. Özellikle vitrinin arkasında olanların sorunları bu
yazıda gün ışığına çıkarıldı diyebiliriz. Tulgar, yazısının sonunda
eski patronuna da göndermede bulundu. diyen Tulgar konuyu şöyle
açtı:
Yıl 1990'dı. Yılın ilk aylarından biri işte yine. Ben Güneş
gazetesindeyim o sıralar. Birkaç ay olmuş. Asil Nadir, gazeteyi
satın aldıktan sonra başlamışım işe yani. Gazetenin yeni genel
yayın yönetmeni Metin Münir'in ilk transferlerinden biriyim. O
dönemin ölçütlerine göre çok iyi de bir maaş alıyorum. Benim gibi
epey bir tuzu kuru, yeni tuzu kuru da binbir tafrayla yerleşmiş
Beyazıt'taki binaya Asil Nadir'le birlikte.
Tabii şimdi biz böyle maaşlarla dolanıyoruz ortalıkta ama bir
yandan da gazetenin eski çalışanları eski, küçük maaşlarına talim
ediyorlar. Nihayetinde bir direniş başladı. O zamanlar bilmem
hatırlar mısınız biz gazetecilerin de bir sendikası vardı. Direniş,
grev, toplu sözleşme filan gibi kavramlar henüz mesleğimizin kapalı
devre sözlüğünden çıkarılmamıştı. Birçok başka haberde olduğu gibi,
işte mesela üçüncü sayfa haberlerinin ya da magazin haberlerinin
fotoğrafları gibi başka bir dünyanın imgeleri değildi grev
sözcüleri, direniş pankartları biz gazetecilerin algılayımında. Biz
gazeteciler de belirirdik bazen emek, çalışma dünyası
sayfalarında.
Güneş'te eylem biçimi şuydu: Her gün belli bir saatte sendikadan
bir temsilci bir düdükle işaret veriyor, direnişteki eski
çalışanlar binayı kısa bir süre için terk ediyordu. Yapayalnız
kalıyorduk biz yeniler, dedim ya tuzu kurular. Ama bizim tuzumuz
yeter mi? Yetmezdi tabii o günün ekmeği olan gazeteyi
tatlandırmaya. Ancak dönünce her şeye rağmen sorumluluklarını
yerine getiren direnişçiler binaya, gazete gazete olurdu.
Daha direnişin ilk gününde kendime yakıştıramamıştım binada
kalmayı, bu ıssızlığın ortasında, onlar eyleme gittiğinde. Bir
istişarede bulundum ekibimle. Gençlik Servisi'ydi adı başında
olduğum ekibin. Toplantı yaptığımız odamızın duvarlarında gerilla
fotoğrafları filan asılı böyle. Ve böyle olunca da tabii
toplantıdan bizim de bu direnişe destek vermemiz gerektiği kararı
çıktı.
Ve başladık.
Patronun, yani Asil Nadir'in biraz geç haberi olmuş olmalı
direnişten. Bize vermiş vereceğini ya, her şey kontrolde sanıp,
Jamaika'da tatil yapıyor. Bu arada vekili olan eski emniyet müdürü
Fahri Görgülü, çalışanların yakacak almak ya da karısı doğum
yaptığı için gönderdiği her avans talebini 'uygun değildir'
ibaresiyle geri çeviriyor; ne gam.
Hepsi yeni transferlerden oluşan yazar, müdür ve servis şefleri bir
pazar günü toplantıya çağrıldık tam o sırada. İntikal etmiş Türkiye
semalarına Asil bey.
Hepimiz şık şıkıdım giyindik, yerleştik toplantı salonuna. Ben de
nasıl olduysa Asil Nadir'in yamacına düştüm. Habire sigaramı
yakıyor 'clipper' çakmağıyla. Diğer yanında da Fahri Görgülü ile
Metin Münir oturuyor.
Asil Nadir vakit kaybetmeksizin aldı sazı eline ve başladı vurmaya
dem: Sendikanın tutumundan duyduğu rahatsızlıktan, direnişin derhal
bitirilmesinin acil gereğinden, bizlerin, biz anlı şanlı
gazetecilerin kendisiyle işbirliği- o bunu 'collaboration' olarak
tabir ediyordu- yapması mecburiyetinden.
'Hadi Ahmet' dedim kendi kendime, 'sana iş çıktı.'
Başladım dökmeye eteğimdeki bütün taşları. Benden başka kimsenin
söz almadığı, almak için bir işaret vermediği, uslu uslu dinlediği
bu emek düşmanı monologun, kapitalist kibir ve özgüven tiradının
ardından kaldırdım elimi. Zaten fıyıl fıyıldım koltukta dinlerken
onu.
Geri çevrilen avans talepleri, eskilerin maaşlarının düşüklüğü gibi
mikro bir söylemle girip lafa, hazır basmışken de gaza sendikal
mücadelenin evrenselliği, sınıf mücadelesinin haklılığı gibi makro
sloganlarla bitirdim söylevimi.
Hafif sarkastik, alaycı ama hayli rahatsız bir ifadeyle ayrıldı
salondan Asil Nadir. Aşağı indik biz çalışanlar da. Herkes benim
hemen işten atılacağımı düşünüyordu. Ben de atılmak istemiyordum
açıkçası henüz. Memnundum işimden. Teknik servisin emektarları
gelip bana teşekkür edince ama korkuyu unuttum. Atılma
korkusunu
Ancak bir iki ay sonra ayrılmak zorunda kaldım Güneş'ten. Hızla
kızağa çekiliyordum çünkü. Beni bu kadar çok seven Metin Münir bile
durduramaz olmuştu bu süreci artık. Benim kayış sürecimi.
Ayrıldığım hafta Tuğrul Eryılmaz, o zamanlar yayın yönetmeni olduğu
Sokak adlı dergide şahane bir yazı yazdı benim için. Güneş'teki
mücadelemi, genç bir gazetecinin Babıali'den kayıp gidişini
anlatan. Hala onur duyarım bu yazıyla. Teşekkür ederim.
Bu arada, ben işte hala buradayım. Kayıyorum ve hareket
halindeyim.
Asil bey nerede? Nerede duruyor?
YAZI:Ahmet TULGAR
AKŞAM