Gazetecilerden türbana kampanya
Abone olDünden Bugüne Tercüman'ın iki bayan yazarı Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk, Türkiye'nin uzun yıllardan beri çözemediği "türban" meselesini çözmek için kampanya başlattı...
Nazlı Ilıcak ve Gülay Göktürk, türban meselesini çözmek için
kampanya başlattı... Ilıcak, "NEDEN BÖYLE BİR KAMPANYA
BAŞLATTIK?" yazısıyla konuya değindi...
Gelin herkes duygularını düşüncelerini yazsın. Birbirimizi okuyup,
itirazlarımızı dile getirip, farklılıklarımızı değerlendirip, büyük
bir mutabakat zemininde buluşmaya çalışalım. Sorunlar ertelenerek
değil, üzerine gidilerek çözülebilir.
Başörtüsü konusundaki tartışmada taraflar farklı hukukî gerekçelere
sarılıyor.
Başörtüsü yasağına karşı çıkanlar, din ve inanç hürriyetinin
anayasa teminatı altında olduğunu, laikliğin, dinlere baskı değil,
bir özgürlük şemsiyesi olarak yorumlanması gerektiğini söylüyorlar.
Ayrıca Yüksek Öğretim Kanunu'nun Ek 17'nci maddesinde yer alan,
"Kanunlara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbesttir"
cümlesine dayanıyorlar.
Yasağı savunanlar ise, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarına sığınıyor.
Tabiî, serbestlikten yana olanların bu kararlara verecekleri çok
sayıda cevabı var. Meselâ, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
"başörtüsü yasaklansın" demedi. Sadece başörtüsü yasağının İnsan
Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olmadığını tesbit etti. Çözümü
Türkiye'ye bıraktı. Anayasa Mahkemesi ise, Yüksek Öğretim
Kanunu'nun Ek 17'nci maddesinin iptâli için yapılan başvuruyu
reddetti; yalnız, kılık kıyafet serbestliğinin başörtüsü takabilme
anlamına gelmediği yorumunu yaptı. Dolayısıyla, Ek 17'nci madde
halen yürürlükte ve Anayasa'nın 153'üncü maddesine göre, "Anayasa
Mahkemesi, kanun koyucu gibi davranarak yeni bir hüküm ihdas
edemez."
Laiklik tarifi
Hukuk, maalesef, siyasallaşma cereyanı altında olduğu için, bir
çözüm üretemiyor. Görüldüğü gibi, her iki tarafın da değişik hukukî
gerekçeleri mevcut.
Ayrıca, herkes, laikliğin farklı tarifini yapıyor.
Kimine göre laiklik, kamusal alanda, dinî sembollerin dışa
vurmasını engelliyor. Çünkü, başka inançtaki kişiler üzerinde bu
şekilde bir baskı doğacağını iddia ediyor.
Kimi ise, tam aksi bir görüşle, laikliği, din ve vicdan
özgürlüğünün teminatı kabul ediyor. Bu yüzden de, başörtüsü
serbestisinin, laik cumhuriyetin bir gereği olduğunu
belirtiyor.
Laiklik, ister başı açık, ister başı kapalı, insanların birbirinin
inancına karışmadan, karşılıklı saygı içinde yaşamasını icab
ettirir. İsteyen portakal suyu içer, arzu eden alkollü içkisini
yudumlar. Hiç kimse bir diğerini, inancından dolayı kınayamaz, onu
değiştirmeye çalışmaz.
Uzlaşma arayışı
"Bir uzlaşma zemini bulunmalı, gerginlik yaratılmamalı" deniliyor.
Böyle bir ortak anlayışa varmak için, önce, karşılıklı suçlamaları
ve kuşkuları bir kenara bırakmak lâzım.
Tercüman gazetesinin sayfalarını başörtüsü problemine açarken,
tesettürlü hanımların duygularını yansıtıp, onların yakından
tanınmasına vesile olursak, problemin daha kolay çözüleceğine
inandık.
Bu sayfamızda, hem düşünce adamlarının farklı görüşlerine yer
verilecek, hem de, vatandaşlarımızın aktardığı fikirler ve duygular
yayınlanacak. Birbirimizi daha iyi tanıyacağımızı, tanıdıkça daha
büyük bir hoşgörüyle herkese yaklaşacağımızı umut ediyoruz. Bu
sayfada herkes birbirine cevap verebilecek, kuşkularını dile
getirecek, hayal kırıklıklarını anlatacak.
Zamanı geldi
Bir çok hassas konu için "Zamanı mı?" deniliyor ve meseleler
çözümsüz bırakılıyor. Bence zamanı geldi de geçiyor bile.
Başörtüsünü siyasetçiler istismar etmesin ama, sivil toplum sesini
duyursun. Sesleri gür çıktığı takdirde, herkes burada kanayan bir
yara olduğunun farkına varacaktır.
"Zamanı gelmedi" diyenler, gelin bunu resepsiyona kabul edilmeyen
milletvekili eşlerine sorun. Hayallerini üniversite kapılarında
bırakan genç kızlardan öğrenin. Mesleğini icra edemeyen Ayşe Hanım,
Fatma Hanım size zamanın gelip gelmediğini anlatsın. İkinci sınıf
vatandaş muamelesi görenlerden dinleyin duygularını.
İşte biz Tercüman sayfalarında, herkese, birbirini okuyup anlama
fırsatını sunuyoruz.
Daha güzel günlere elele koşacağımıza inanıyoruz.
YAZI:Nazlı ILICAK
Gülay Göktürk ise; "ARTIK ZAMANI" başlıklı
yazısında konuya şöyle değindi...
"Artık zamanı" dediğime bakmayın siz.
Aslında, şimdi değil, çok önce çözmeliydik bu sorunu... Daha iyisi
hiç böyle bir sorun yaratmamalıydık.
"Şimdi" derken, yıllardır bir türlü "uygun" zamanı bulamayanlarla;
Türkiye tarihinin gördüğü en yaygın ve en haksız insan hakkı ihlali
karşısında tam on beş yıldır "henüz çözümü tartışmanın zamanı
değil" diyenlerle tartışıyorum.
* * *
Tercüman'ın Başörtüsü Kampanyası karşısında da aynı şeyleri
söyleyenler çıkacaktır, biliyorum.
Kimileri bu kampanyayı "Sorunu kaşımak" olarak görecektir. Kimileri
de yine o malum teraneyi tekrarlayacaktır. "İyi de, şimdi zamanı
mı?"
Hala zamanı gelmediğini düşünenlere sormak isterim:
Siz, acılar içinde kıvranan ve ağrısını kesecek ilacı uzatmanız
için size yalvaran bir hastaya "Şimdi zamanı değil, başka işlerim
var" diyebilir misiniz?
Ya da adli bir hataya kurban giden bir masumu hapisten çıkarmak
için, "kapsamlı bir yargı reformu yapılmasını" bekler misiniz?
Tıpkı bunun gibi, bir türbanlıya da "Bekle, yasak kalktığında
üniversiteye girersin" diyemezsiniz. Çünkü "sizce" zamanı
geldiğinde, artık o kaybedeceğini kaybetmiş, telafisi mümkün
olmayan zararlara uğramış olacaktır.
"Sorunu kaşıdığımızı" söyleyenlere ise sözüm şu: Siz belki farkında
değilsiniz ama, milyonlarca kadın zaten kaşınmaktan kurdeşen olmuş
durumda. Biz sadece onlara, çektikleri sıkıntıyı ortaya dökme
imkânı sunuyoruz. Ve size, onların varlığını hatırlatıyoruz.
* * *
Bizler için bir Uzakdoğulu insan tipi vardır. Çinli mi, Koreli mi,
Vietnamlı mı fark edemeyiz, hepsini birbirinin aynı görürüz.
Türkiye yıllardır, türbanlılara öyle bakıyor işte. Onları bağımsız
bireyler değil, birbirinden klonlanmış kopyalar olarak görüyor.
"Türbanlı" deyip hepsini aynı kefeye koyuyor ve hepsini kapsayan
çok genel yargılarda bulunuyor.
Oysa o türbanların altında tek tek bireyler var. Farklı
kişilikleri, farklı düşünme biçimleri, farklı duyarlılıkları olan
insanlar var.
Belki de bu kampanyanın asıl faydası, onların "türbanlılar" başlığı
altında birleştirilebilecek anonim bir varlık olmadıklarını
öğretmesi olacak bize. Onları kendi dillerinden dinleme, kendi özel
hikayelerini öğrenme fırsatı bulacağız.
Ve kimbilir, eğer biraz empati yeteneğimiz varsa, yıllardır onlar
hakkında tekrarlayıp durduğumuz klişeleri bir kenara bırakıp,
onları anlayabilecek, acılarını hissedebileceğiz.
* * *
Artık apaçık ortada ki, Ak Parti Hükümeti, türban sorununu sadece
kendi gücüyle çözmek istemiyor. Böyle bir "çözümün" toplumda hiç
istenmeyen kamplaşmalar yaratmasından ve bunun ekonomiden siyasi
istikrara kadar düzelmekte olan bütün dengeleri bozmasından,
dolayısıyla gerçek anlamda çözüm olmamasından endişe ediyor.
Peki Ak Parti'nin, ülke için duyduğu bu endişeye biraz saygı
göstermek, onu takdir etmek, sıkıştığı bu noktada ona bir parça el
vermek gerekmez mi?
İktidara geldiğinden bu yana, "laik kesimin duyarlılıklarına saygı"
uğruna, ülkenin AB hedefini bulandırmama uğruna, kendi
önceliklerini hep arka plana atan, kendi tabanının haklı
taleplerinin hiçbirini yerine getiremeyen bu hükümete, "laik"
kamuoyunun da bir teşekkür borcu yok mu?
Yıllarca öcü gibi korkulan, şeriat getirecek diye yasaklanan,
takiye yapacak diye endişeyle izlenen bu parti, iki yıldır
Türkiye'yi AB'ye taşımak için cansiperane çalışıyor. Ülkenin
çehresini değiştiren demokratik atılımların altına imzasını
atıyor.
İyi niyetlerine ve samimiyetlerine inanmak, güven duymak için;
onların bu çabalarına bir iyi niyet jestiyle cevap vermek için daha
ne yapmasını bekliyoruz?
Aydınlar, demokratlar; kamuoyu önderleri, muhalefet partileri,
sivil toplum kuruluşları olarak, daha barışık bir Türkiye için bir
araya gelmemiz ve huzurun önünü tıkayan bu sorunun çözümü için bir
konsensusa varmamız hâlâ mümkün değil mi?
"18 yaşını bitirmiş, yani rüştünü ispat etmiş başörtülü kızların
kamu hizmetinden yararlanmaları" formülü, bir uzlaşma zemini olamaz
mı?
Şimdiye kadar hep, saflaşmak için tartıştık. Artık saflaşmayı bir
yana bırakıp bir noktada buluşmak için tartışamaz mıyız?
YAZI:Gülay GÖKTÜRK