Gazeteciler Erdoğan'a 'ah' çektirdi
Abone olMedyanın yıkıcı eleştirilerinden bunalan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Güney Afrika'da gazetecilere medyayı şikayet etti.
Başbakan medyadan dertli Johannesburg'da çay içiyoruz. Bu şehir,
hem Güney Afrika'da yüzyıllar boyu kurumsallaşan vahşi ayrımcılığı
yenen insan ırkının güzelliğinin, hem de kurumları değiştirmesine
rağmen sefil hayatlar sürmeye devam eden, siyahları bir türlü
beyazlarla eşit yapamayan bu düzenin sembolü. Akşamüstü
serinliğinde devasa boyutlardaki Nelson Mandela heykelinin dibinde
bir kafede oturup bunları konuşurken, meydanın bir köşesinde resmi
giyimli korumalardan oluşan kalabalık bir heyet beliriveriyor.
Sokaktaki rahat insanlardan tamamen farklı görünen bu kitle, bir
bulut gibi yavaş yavaş meydanı yarıyor. Johannesburg programında
ufak bir boşluk yakalayan Başbakan Tayyip Erdoğan, şehri kendi
gözüyle görebilmek amacıyla danışmanları ve beraberindeki
bakanlarla Mandela Meydanı'na gelmiş. Masamızdan gelen ısrarı
kırmayıp, bir çayımızı içiyor. Mandela Meydanı'nda sohbet
Başbakan'ın keyfi yerinde. Özgürlük Parkı'nda kendisi gibi, bugün
oldukları yere gelebilmek için hapis yatmış insanlarla bir araya
gelerek duygusal dozu yüksek bir törene katıldı. Şiir okuduğu için
hapse giren Güney Afrikalı bir aydından övgüler aldı. Belli ki
Güney Afrika'nın ırkçılık rejimi apartheid'a karşı verdiği
mücadeleden oldukça etkilenmiş. Tayyip Erdoğan'da, Bill Clinton'ı
anımsatan bir "empati" kapasitesi var. "Özgürlüğün bedeli"nden,
yeni rejimin artı ve eksilerinden büyük bir tutkuyla söz ediyor.
"Balığı bile alıp karaya koyarsan kara onun hapishanesi olur. Çünkü
onun özgürlük kavramı denizdir" diyor. Görüyoruz ki gezinin üçüncü
gününde, Başbakan kara kıta Afrika'yı hepimizden fazla hissediyor.
"Hep kusur arıyorlar" Ama gazetecinin aklı fikri dünyevi
meselelerde. Afrika gezisinin kamuoyunda eleştirildiğini
hatırlatıyoruz. Başbakan medyaya yönelik sitemle başlıyor söze:
"Anlamıyorum. Her yapılanda bir kusur arıyorlar. Ankara'da olsam da
beğenmiyorlar, dışarıda olsam da. Ben şimdi Ankara'da oturuyor
olsam ne fark edecek? Devlet mi işlemiyor, Başbakan Ankara
dışındayken? Bugünün koşullarında bir fark var mı, burada ya da
orada olmam arasında?" Güney Afrika ve civar ülkelerle
ticaretimizden detaylı rakamlar verip medya konusuna dönüyor: "Tüm
bunlar gezmeden olmuyor. Avrupa Parlamentosu'ndaki o 'yes' kartları
durup dururken kalkmadı. Kızıl Danny bile 'evet' oyu verdi bize.
Bizim dolaşıp sıktığımız eller 'evet' oyu olarak geri döndü. Medya
bunları düşünmüyor. Şimdi Afrika gezisini eleştiriyorlar, ama ondan
sonra bunun Kıbrıs ve Birleşmiş Milletler'de bize ne büyük avantaj
sağladığını düşünmüyorlar." Türk medyası namına biraz alındığımızı
söylüyoruz. Medyanın kolay hedef olduğunu, herkesin biz
gazetecileri taşlamakta birleştiğini hatırlatıyoruz. Ama Başbakan
son derece dolu. "Medya hedef diyorsunuz ya biz? Siyasiler olmasa
yazacak konu olmayacak" diyor. "Peki, Ankara'da oturayım!"
Özellikle ailesiyle ilgili haberlerden, eşi ve çocuklarının
yaşantılarının sürekli konu olmasından rahatsız. Son birkaç haberin
içyüzünü anlatıyor. Medyanın bir başbakanın yaşantısını bile
kontrol ettiği görüşünde. "Peki, Ankara'da otur diyorlar, onu da
yapalım. Şirketten çekil dediler, onu da yaptık. Ama yine de
buluyorlar eleştirecek bir şey. Ben eleştirmeyin demiyorum. Ama
yanlış yazılması çok kötü." Bir fincan Earl Grey çay içtikten
sonra, artık içmeyeceğini belli edecek şekilde çay kaşığını
fincanın ağzına kapatıyor. Gazeteleri artık 'takmıyor' "Ama artık
okumuyorum" diyor Başbakan. Karşısında medyadan sorumlu Devlet
Bakanı Beşir Atalay, biraz ötede Ulaştırma ve Enerji Bakanları var.
Belli ki Başbakan kendini korumaya almış: medyanın üzerinde yıkıcı
etki yaratmaması için gazeteleri eskisi gibi okumuyor, adeta artık
"takmıyor." ABD'yle ilişkiler konusu açılıyor. Erdoğan ABD
başkentinde kendisi aleyhinde bir tavır olduğunu düşünmüyor. Ama
yeni muhafazakâr çevrelerde kendisini sevmeyenlerin de
olabileceğini, bunun "son derece doğal" olduğunu söylüyor. Yine de
Paul Wolfowitz ve Richard Perle gibi bu hareketin önemli
isimleriyle iyi tanıştığını, uzun saatler görüşmüş olduğunu
hatırlatıyor. Kısacası Tayyip Erdoğan, Washington'da ciddi bir
anti-AK Parti cephe olmadığı, olanların ise Beyaz Saray ya da ABD
hükümetinin resmi ağzı olmadığı inancında. Konu yine medyaya
geliyor. "Amerikan karşıtlığı konusunda da şimdi bizi ABD'yle
ilişkiler konusunda eleştirenler zamanında sürmanşetlerle toplumun
gerilmesine katkıda bulundular. O zaman buna alkış tuttular" diyor.
Özellikle de Felluce operasyonu sırasında gazete sürmanşetlerinin
anti-Amerikanizm'i tehlikeli ölçüde hızlandırdığını, bundan o zaman
da kaygılandığını anlatıyor. (Ancak hatırlamak gerekir ki, Başbakan
Erdoğan da o dönemde verdiği bazı demeçler ve Felluce'de ölen
direnişçileri "şehit" diye tanımlamasıyla Amerikan karşıtlığına
katkıda bulunmakla eleştirilmişti.) Tüm bunlar olurken, dış
politika danışmanlarından Egemen Bağış'ın cep telefonuna son
açıklanan enflasyon rakamları geliyor. Bir anda Başbakan'ın
dikkati, medya eleştirisinden TÜFE, dolar, Euro, borsadaki son
durum ve döviz paritesine yöneliyor. "Nazım Abi parite ne durumda"
diyerek Nazım Ekren'e detaylı rakamlar sormaya başlıyor. Biz de
böylece medya konusunun kapandığını görüp bir "oh" çekiyoruz. Aslı
Aydıntaşbaş/Sabah