Gazeteciler ASALA'ya yem edildi
Abone ol1980'lerin başında Güneş gazetesinin Paris temsilciliğini yapan Vivet Kanetti'den çok çarpıcı iddialar geldi.
1980'lerin başında Güneş gazetesinin Paris temsilciliğini yapan
Vivet Kanetti, kendisiyle birlikte 3 Yahudi kökenli Türk vatandaşı
gazetecinin Paris'e temsilci olarak atanmasını "Aslında
bizler birer yemdik kanımca" diye anlatıyor.
Sabah gazetesinden Sevilay Yükselir'in köşesine taşıdığı Vivet Kanetti ile sohbeti çok ilginç konu başlıklarına değiniyor. Gazetecilerin MİT ile ilişkisi'nin tartışıldığı, MİT'e çalışan gazeteciler konusunun yeniden gündemde olduğu günlerde Vivet Kanetti, Asala terörünün en azgın yıllarında gazeteci olarak görev yaptığı Paris'te MİT tarafından kullanıldığını ileri sürüyor.
İşte Yükselir'in kaleminden Kanetti'nin çok çarpıcı açıklamaları:
Nereden aklına geldi Paris'te haber kovalamak?
12 Eylül dönemiydi. Etrafta her anlamda boğucu bir hava.
Sanatçılar için de zor geçen yıllar ve Ömer İstanbul'dan uzaklaşmak
istiyor. Daha önce ikimizin de ayrı ayrı yaşadığı, onun daha
1968'de sergi açtığı Paris'te karar kıldık. Ancak sürekli bir işe
de ihtiyacımız vardı. Çalıştığım Güneş gazetesine, Paris'ten haber
geçebileceğimi, onlar için çalışabileceğimi söyledim. 1.5 yıl
sürüncemede kaldı teklifim. Hazırlıklarımızı nihayet tamamlayıp
Ömer'le gitmeye karar verdiğimiz gün, yayın yönetmenimiz Güneri
Civaoğlu, "Madem gidiyorsun. O zaman çalış bize" dedi...
Kim vardı senden önce o görevde? Kimse. Asala'nın eylemleri sadece
diplomatları değil gazetecileri de çok tedirgin ediyordu. Kim
gitmek ister kendi arzusuyla! Benimki de Ömer'le kurduğumuz yaşam
projesinin getirdiği bir gereklilikti.
Diğer gazetelerin temsilcileri kimlerdi?
Bir süre sonra Sabetay Varol, Cumhuriyet için çalışmaya başladı...
Michel Perlman da Milliyet'e. Rus kökenli ve İstanbullu bir
Yahudiydi, Perlman. AFP'nin Rusça Masası'nda çalışırdı öte yandan.
Hürriyet'i bir ara Mithat Perin'in oğlu temsil etti. Sonra Artun
Ünsal onun yerini aldı. Ama ilk dönemlerimde yani 1982-83'lerden
söz ediyoruz, Güneş'in Brüksel temsilcisi Emre Aygen gelirdi ara
sıra...
Başka?
Sabit olarak, hepsi bu. Asala davalarının kimi
duruşmalarını izlemeye Türkiye'den, Avrupa'nın bir başka
merkezinden gelenler olurdu. Cengiz Çandar gelirdi mesela. Konuya
çok hâkimdi o. Faruk Zapçı bir keresinde Londra'dan 24 saatliğine
gelmiş, başında şapka, kamuflajlı vaziyette mahkeme salonuna
oturmuş, koridorlarda da öyle dolaşmıştı.
Neden?
Bir gün evvel geçtiği habere yazıişleri Ermeniler için, 'Akrepler
ve çiyanlar' başlığı atmıştı da ondan!
Onlar korkuyordu peki siz korkmuyor muydunuz?
Kendimizi biraz kahraman gibi görüyorduk. Hiç değilse
ben o havalardaydım galiba. Demek, Türk gazetecisi olarak benim de
hayatım tehlikede, ancak bende artı bir cesaret var filan diye
düşünürdüm. Çok sonraları anladım, hayatımın pek de tehlikede
olmadığını o sıralar. O günlerde hep tesadüf gibi gelmiştir bana
üçümüzünde Yahudi kökenli olması. Çok sonraları başka türlü
düşünmeye başladım. Aslında biz birer yemdik kanımca! Belki
birileri kuliste şöyle hayaller kurmuştur: "Buyrun. Bunlar da üç
Türk gazeteci. Bir de farklı kökenli Türklerden birinin canını
acıtın da bakalım dünyada neler oluyor?" Tabii hiçbir şey kesin
değil, ama bir laboratuarda böyle bir sorunun ortaya atılmış
olabileceğini düşünebiliriz pekala. Ne var ki Ermenilerin en sert
kanadı dahi bu laboratuar deneyimine katılmaya heves etmedi.
Peki ne zaman anladın derin devletin sizi kullandığını,
ASALA'ya yem ettiğini?
Jeton bende çok geç düştü. Sadece 5-6 yıl önce işe bu
yönüyle yaklaşabildim. Daha önce ayılmanızı egonuz engelliyor.
"İşimi iyi yapıyordum, o kadar ki, onca patron ve genel yayın
yönetmeni değişmişken ben hep yerimde kalmıştım. Ayrıca fazla para
da almıyordum, benden iyisi yoktu." Böyle uyutuyorsun kendini.
Düşünsene, diplomatlar huzursuzdu, Paris'e atanacaklar diye ve
atananlar sokağa çıkmıyordu. Tüm bu manzaraya rağmen, sadece
işimizi iyi yaptığımız için orada olduğumuzu sanıyorduk! Komik
değil mi?
Kullandığına dair başka bir emare var mı? Mesela MİT'ten
herhangi bir isim seninle kontağa geçti mi o tarihlerde?
Hayır, ama şuna eminim ki, benim Paris'e gitmem için
onay verilmişti. Bu kadar hassas bir dönemde ve o günün
Türkiye'sinde, MİT'in onayı olmadan bir gazetecinin Paris gibi bir
dış merkeze tayin edilebilmesi düşünülebilir mi? Derin güçlerin
yaptıklarının, sonuçlarının, bir türlü aydınlığa kavuşamayan
şeylerin perdesi aralandıkça daha kolay sorgulayabiliyorsun kendi
geçmişini de. Muhtemelen, biz onaylı gitmiştik. Gazeteye talimat
vermemişlerdir ama seçenekler arasında bizler okey almıştık!
Bunu o günlerde anlasaydın tavrın ne
olurdu?
Zor soru Sevilay! Bugün istediğin cevabı sallayabilirsin. Ama
burada mühim olan, ayılmamış olmak. Budur ilginç bulduğum. Hiç
ayılmayabilirsin de. Hiç birimiz ayılmamış olabiliriz. Mesela ben o
zamanlarda kendimi tehlikede sanıyor, cesur buluyordum. Ama
karşıdakiler, yani Asala kadroları ve onlara yakın Ermeniler bizim
kadar acemi ve uyuyan güzel değillerdi.
Bu söylediğinden, "Her gazeteci farkında olmadan MİT
tarafından kullanılıyor olabilir" tezi çıkıyor.
28 Şubat'ta derin devletin hangi gazetecilere nasıl
talimatlar verdiği açıklamalarını okuyunca insan ister istemez bunu
düşünüyor. Gazeteciler farkında ya da olmadan MİT tarafından pekala
kullanılabilir.
Asala meselesi bitince sizin durumunuz ne oldu?
Paris kıymete bindi. Aniden Hemingway'in deyimiyle
"bir şenlik" oldu. Bilardo topu misali. Sabetay Varol önce
Brüksel'e gönderildi, çünkü Mine Kırıkkanat Paris'e tayin edilmişti
artık. Sonra Cumhuriyet krize girdiğinde Mine bu kez Milliyet'in
temsilcisi oldu; o zaman Perlman da işini kaybetti.
Peki sen ne oldun?
Eee Güneş battı! Ve benim de 212 kadrolu gazetecilik
dönemim bitti. Ondan sonra da Türkiye ve Türkçeyle daha doğrudan
irtibat halinde olacağım işler peşinde koşmak istedim. Edebiyat bu
anlamda en cazip alandı. Bir de Aktüel'de röportajlara, sonra da
köşe yazarlığına başladım...