Gazeteci örgütleri ve patronlar

Babıali geleneğinde genel yayın yönetmenleri bile sendikalı idi. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi de yer alıyordu. Ayrıca TGS’nin önde gelen yöneticilerinden biri olmayı da ihmal etmiyordu

Nazım ALPMAN nazimalpman@internethaber.com

Gazetecilik işlevi gereği güç sahipleri tarafından pek fazla hazzedilmeyen meslek dalıdır. Tabi bu durum sahici gazetecilik ve gazeteler açısından böyle yorumlanabilir.

Çünkü güç sahipleri icraatları bakımından ara sıra “çizgi dışına” çıktıklarında onların yaptıklarını görüp, topluma bu yönleriyle takdim edecek meslek dalı olarak gazetecilik ön sırada gelir.

Zaten bu yüzden de demokrasiyi benimsemiş toplumlarda gazetecilik için “dördüncü kuvvet” deniliyor. Diğer üçü ise yasama-yürütme-yargı olarak en önde yer alıyor.

Türkiye’de bir zamanlar gazetecilik dezavantajlarına karşın dördüncü kuvvet olarak işlevini yerine getirebiliyordu. Sonraları ise kendi önünde yer alan demokrasi üçlüsü yasama-yürütme-yargıyı bir kenara iterek kendisine özel bir konum elde etti.

1990’lı yıllar bu hazin gelişmenin utanç verici örnekleriyle doludur.

Gazete sahipleri ile gazeteciler arasındaki ilişkiler değişti.

Gazeteleri patronlar yapmaya başladı.

Birinci sayfalarda da ağırlıklı olarak patronların özel sorunları manşetlere çekildi.

Eş zamanlı olarak gazetelerden sendika sökülüp atıldı. Herkesin hakkını arayan gazeteciler kendi özlük haklarından feragat ettiler. Sendikalarından ayrıldılar.

Oysa Babıali geleneğinde genel yayın yönetmenleri bile sendikalı idi. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında Milliyet’in Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi de yer alıyordu. Ayrıca TGS’nin önde gelen yöneticilerinden biri olmayı da ihmal etmiyordu.

Sendikanın güçlü olduğu dönemlerde gazetelere sadece haber ilgili bir mecra idi. Gazeteleri de gazeteciler çıkarırdı! Patronlar yayın politikaları konusunda belirleyici olamazlardı. Bunun ahlaki nedenleri yanında doğal yapısı da böyle olmasında bir sakınca arzetmiyordu: Çünkü gazete sahipleri sadece gazete sahibiydi!

Bankaları, petrol şirketleri, turizm yatırımları, hizmet sektörleri, madenleri yoktu!

Gazetecilik alanında en fazla gazetecilerin borusu ötebiliyordu. Güçlerini de örgütlülüklerinden alıyorlardı. Öyle ki, patronlar 212 sayısı iş kolunun oluşumuna karşı direnç gösterip, gazetelerini yayınlamayınca bütün gazeteciler bir araya gelip gazete basıyorlar, kendi elleriyle dağıtıyorlardı.

Bütün bunları anımsatmamızın bir gerekçesi var elbette…

Habertürk’ün genel yayın yönetmeni Fatih Altaylı, Bekir Coşkun’un gazeteden atılmaması için on gün patronuna yalvarmış, onu ikna etmek için uğraşmış.

Patronun isteği gazete yöneticisine uymuyorsa çıkıp karşısına diyebilir ki:

-Eğer Bekir Ağabeyi atarsanız; ben, bütün yazarlar ve gazetenin tüm çalışanları işi bırakıyoruz!

Çok ütopik geliyor değil mi?

Ama bu pekala mümkün… Eskiden yapılabiliyordu.

Birlikten doğan kuvvetin bir başka inandırıcı kanıtı National Geographic kanaldaki Afrika belgesellerinde var. Tek başlarına aslanlara yem olan,  Bufalo sürüsü aslanların eline düşmüş küçük mandayı hep birlikte saldırarak kurtarıyorlar.

Gazeteciler bu çağda mandalar kadar cesur olamaz mı?

Şu anda ağır bir mağduriyet yaşayan üst düzey ünlü bir gazeteci bir özel görüşme sırasında eski muhabir arkadaşına şöyle demişti:

-Gazeteci örgütlerini güçlendirmemiz lazım dostum. Çünkü gazeteci örgütleri güçlü olmayınca patronlar çok güçleniyorlar!

Tespit çok doğruydu. Ama söyleyen yanlıştı!

Çünkü TGS gazetelerden sökülürken üst düzey yöneticilerin tümü patronun yanında, sendikanın karşısında yer almışlardı!

İşte böyle geldik bugünlere…

Genel yayın yönetmeni kendi elleriyle getirdiği yazarını gazetesinde koruyamaz hale düşüyor.

Yapılacak iş açık değil mi?

Gazeteciler sendikalarına geri dönmeliler.

Her gazetede ilk üye de genel yayın yönetmeni olmalı!

Patronlar o zaman genel yayın yönetmenlerine karşı saygıda kusur etmemeyi öğrenebilirler!