Galatasaray’ı Danimarka’da UEFA kupasını
kazandığı maçta da, Monaco’da Süper Kupa’yı kazandığı maçta da
canlı izledim. Hatta bir Fenerbahçeli olarak Galatasaraylılarla
iddiaya giriyordum “kazanacak” diye. İddialar tatlı heyecanlardır.
Her ne kadar, iddiaya giremeseler de, o maçlar Galatasaray’ın
zirveye çıktığı maçlardı.
Galatasaray’ı son haliyle Sivasspor maçında
izledim. Dibe vurduğunu gördüm. Ligden düşmemek için can çekişen
Sivasspor önünde, şampiyonluğu kaçırmamaya çalışan Galatasaray
bırakın maç kazanmayı, neredeyse kalesini korumaktan aciz bir
haldeydi. Arda, Kewell sakat, Baroş ve Caner cezalı, kaleci Leo
Franco kesik, sahadaki kadro ise arızalı. Ligin en çok gol yiyen,
en çok pozisyon veren takımına karşı gol rekoru için çıkması
gereken Galatasaray, tam tersi gol yememeye çalışan bir kadro ile
sahadaydı. Anlamak tanımak mümkün değildi. Sivasspor çok daha fazla
gol pozisyonu buldu, son dakika golüyle beraberliği kurtardı, hatta
Galatasaray’ı yenmesi işten bile değildi.
Galatasaray’ın çöküşü sadece oynayamadığı
futbolla sınırlı değildi. Topsuz alanda Keita’nın Hayrettin’e
arkasından, ensesine dirseği ile yaptığı bindirme yüzünden
Hayrettin az daha ölüyordu. Bir profesyonele hiç mi hiç
yakışmayacak bir hareketti. Keita bunu çok yapıyor. Olmadık anlarda
hakemi yanıltmaya yönelik artistik halleri, kendini yerlere
atmaları da cabası. Dili boğazına kaçan Hayrettin’in yerde
kaldığını görünce de yine aynı numaraya kalkıştı, sanki kendisine
faul yapılmış gibi topallamaya, sekmeye başladı.
Hadi Keita bunu yapıyor da, Sivasspor’un
beraberlik golünden sonra Barış’ın rakibine vahşice salladığı
tekmeye ne demeli? Hakemin anında çıkarttığı kırmızı kart olmasa,
çıkan olaylar çok daha vahim hale gelebilirdi. O Barış ki,
Galatasaray’ın golünü atmış, takımının en azından biraz olsun
görevini yapmış bir futbolcu durumundayken, bir anda bu yaptığı
olmayacak hareketi anlamak mümkün değil. Üstelik bir de “Barış”
adını taşıyor. Rakibinin neresine denk gelirse, kırmaya yönelik
tekme sallayanın sahada yeri olamaz. Ona, Galatasaray’ın da ceza
vermesi gerekir.
Kısacası, ligin sonu gelirken Galatasaray tel
tel dökülüyor. Bu sorumluluğu Rijkaard’ın üzerine yıkmaya
çalışanlar çoğunlukta. Evet, Rijkaard Türkiye’yi, Türk futbolunu
bilmeyebilir. O, Türkiye’de futbolun esaslarını bulacağını düşünmüş
olabilir. Burada yaşadıkları anlamsız, tuhaf gelebilir.
Türkiye’ye gelmekle yanlış yapmış olabilir ama onun kendini
ispatlamaya ihtiyacı yok, onu bütün dünya biliyor. Onu altın
tepside Türkiye’ye getirenler de çok iyi biliyordu. O, kazansa da
kaybetse de Rijkaard olmaya devam edecek. Ama Galatasaray’ın hali
ne böyle? Bu hallere mi düşecekti?
Bakın da değerlendirin.
Galatasaray mı ona lüks geliyor, yoksa
Rijkaard mı Galatasaray’a?