Fransızlar, tutucu zihniyette

Abone ol

Avrupa'da Türkiye'nin AB'ye girmesini Fransızların çoğunluğu istemiyor. Türkiye'yi istemeyen Fransızların bu tavrı kendi zihniyet dünyalarıyla ilgili tutuculuğu simgeliyo

Türkiye rasyonelliği temsil ediyor, Avrupa ise şark kurnazlığı yapıyor

Boğaziçi Üniversitesi’nin ardından üç senedir Paris Üniversitesi’nde dersler veren Prof. Nilüfer Göle, 17 Aralık öncesinde Fransa’da Türkiye ile ilgili tartışmaların tam ortasında yer aldı. Bu tartışmalar kimi zaman can yakıcı, kimi zaman tuhaf, kimi zaman trajik, kimi zaman da komik ayrıntılar taşımakla kalmıyor, Fransızların zihniyet dünyasındaki ilginç ayrıntıları da seriyordu gözler önüne.

Olup bitenleri bir sosyolog gözüyle değerlendiren Prof. Nilüfer Göle’nin, Fransızlara ve Avrupa değerlerine ilişkin son derece çarpıcı tespitleri var.

Geçmiş olsun mu demek gerekiyor? Fransa’daki Türkiye tartışmaları nasıl yansıdı sizin zihninize?

- Bence en ilginç olan nokta şuydu: Türkiye, herhangi bir kimlik tartışması yaşamadı bu süreçte. Oysa Avrupa, bilhassa Fransa, Türkiye üzerinden müthiş bir kimlik tartışması yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor. Avrupa, Türkiye üzerinden kimliğini yeniden tanımlıyor. Oysa Türkiye’de, tersine, Avrupa perspektifi, kimlik takıntılarının, düğümlerinin aşılabilmesine zemin hazırladı.

Avrupa’nın Türkiye üzerinden kimliğini yeniden tanımlaması, ne anlama geliyor?

- Avrupa projesi, Türkiye’de çok farklı kesimler arasında bir mutabakata yol açtı. Bu nedenle bütün bu reformlar çok da fazla gürültü kopmadan yapılabildi. Seçkin laiklerle AKP iktidarının bir araya gelebilmesinde Avrupa projesinin çok önemli bir rolü var. Gözümüzü Avrupa’ya dikerek içerideki çatışmaları bir kenara koyabildik. Avrupa’da, özellikle Fransa’da ise tam tersi bir süreç yaşandı. İki senedir Fransa’da kamuoyuna çıkan en önemli tartışma konularından biri türban, diğeri de Türkiye. Türkiye’ye mutabakat sağlayan Avrupa projesi, Avrupa’ya çatışma getirdi. Avrupa kimliğini, Avrupa projesini, Avrupa ilk defa Türkiye’nin adaylığı çerçevesinde tartışmaya başladı. Üstelik, beklediğimizin aksine öyle rasyonel filan değil, aksine duygusal, korkuların, kuşkuların beslediği bir tartışmaydı bu. Hatta zaman zaman irrasyonel boyutlara taşındı. Türkiye’nin Avrupa’dan aldığı feyzle, Avrupa’nın Türkiye adaylığı karşısında yaşadığı korku seferberliği arasında tam bir asimetri var.

Bir anlamda, Türkiye yüzünden yaşanan bir bunalım mı oluştu?

- Evet öyle, Avrupa Türkiye yüzünden bunalıma girdi. Türkiye, Kopenhag Kriterleri’ni yerine getirmeye başladığı andan itibaren sıkıntı başladı. 1970’lerdeki Türkiye imajından farklı, yeni bir repertuar oluşuyordu çünkü.

Neydi temel tartışma konuları?

- Tartışmalar, coğrafi sınırlar, din ve kültür farklılıkları, kadın hakları olmak üzere üç temel argüman çevresinde dönerek başladı. Türkiye girerse Avrupa’nın sınırları belirsizleşecek, Suriye, İran, Irak gibi tehlike arz eden ülkelerle sınırdaş olmak fikri işlendi. Arkasından, Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması, çok açık seçik bir biçimde ifade edilmese de belirledi gündemi. İslam eşittir şiddet anlayışı zihinlerde çok taze. Üstelik, iktidardaki parti AKP’nin, İslamcı bir parti mi yoksa gerçekten muhafazakár bir parti mi olarak algılanabileceği konusunda ister istemez kafa karışıklığı var. Zina yasa önerisi nedeniyle örneğin İslamcı unsur ön plana çıkarıldı. Son olarak, töre cinayetleri ile birlikte kadın meselesi geldi gündeme. Kısaca diyebiliriz ki, Türkiye’nin Avrupalı olmadığı, ayrı bir coğrafyada yer aldığının, farklı bir tarih birikiminden geldiğinin, ayrı değerler birikimine sahip olduğunun altı çizildi. Türkiye Avrupa’ya yaklaşırken, Avrupa sınır koymaya çalıştı, Türkiye’nin farklılığını ön plana çıkardı, Türkiye’yi Avrupa’nın ‘öteki’si olarak görmek istedi.

ZİHNİYET DEĞİŞİMİ ASIL ONLARA GEREKLİ

Müdahale edebiliyor muydunuz tartışmalara?

- Amaç, ‘ötekileştirme’ olduğu vakit, siz televizyona çıktığınız zaman bile buna vesile olabilirsiniz. Televizyonda, ‘Kadınların taşlanarak öldürülmesine ne diyeceğiz’ gibi bir soruyla karşı karşıya kaldığınız andan itibaren sizin sözünüzün ağırlığı olmaz. Gündeme yeni bir konu daha oturtulmuş olur. Türkiye’deki değişimi, Avrupa kamuoyunun zihnine yerleştirmeniz gerek, ancak bunu yaparken de Avrupa’nın zihniyetini değiştirmeniz gerekiyor.

Zihniyet değişimi şimdiye kadar hep bizim için gerekli görülen bir şeydi halbuki...

- Evet, bir yer değiştirme oldu sanki. Entrika, irrasyonellik, gerçekdışı algılar, duygusallık Şark’ın özellikleri gibi görülürdü. Şimdi bütün bunlar Avrupa’da karşımıza çıkıyor. Türkiye ise rasyonelliği, soğukkanlılığı temsil ediyor. Bundan daha müthiş bir yer değiştirme olamaz. Türkiye, rasyonel, müzakereci bir taraf olarak masada oturuyor. Karşısında ise sözünde durmamak için her türlü argümanı getiren, şark kurnazlığı yapan ve korkularıyla, kuşkularıyla düşüncelerini zehirleyen, duygusal bir Avrupa yer alıyor.

Bunun Türkiye açısından önemi ne? Kendine güven olarak döner mi bu geriye?

- En önemli husus şu: Artık Batıcılık bitti. Biz kendimizden daha çok Avrupa’ya güveniyorduk. Orada evrensel değerleri temsil eden bir odak vardı. Birden fark ettik ki, biz Türkiye’de yaptığımız mücadeleyi Avrupa’da da yapmak zorundayız. Türkiye’deki Avrupa karşıtları kadar, Avrupa’daki Türkiye karşıtlarını da ikna etmemiz gerekiyor. Bir başka ifadeyle, evrensel değerlerin taşıyıcılığını artık biz yapmak durumundayız.

Mücadele ne durumda peki sizce, başarılı olunabiliyor mu?

- Avrupa’nın içinde bunu anlayanlar var ama biz anlattığımız için var. Yoksa tartışmalar öyle çok temiz, bilimsel ve akılcı olmuyor. Tersine, her türlü şikenin, kumpasın olduğu bir tartışma yapılıyor. Davanın büyüklüğüne işarettir bu durum.

TÜRKİYE SAYESİNDE AVRUPALILAR AB’Yİ TARTIŞTI

Sadece entelektüel düzeyde bir tartışma mı bu yoksa Avrupa toplumunu da etkiliyor mu?

- Hayır, bu tartışmadan Avrupa’nın tüm kesimi etkilendi. Çünkü Avrupa Birliği kendisini, toplum nezdinde hiç bu kadar tartışmamıştı. Türkiye’nin adaylığı Avrupa projesini Belçika’daki eurokratların elinden aldı, topluma mal etti. Avrupa Parlamentosu’ndaki ‘Evet’ görüntülerini düşünün. Türkiye korkusu aşıldığında Avrupa’ya neşe geleceğinin somut göstergesiydi o manzara. İslamla Batı arasındaki çatışmayı aşan bir Avrupa’nın neşelenmesi de son derece doğal.

Siz gider gitmez orada türban başta olmak üzere bütün sorunları kucağınızda buldunuz.

- Tam bir ‘dejavu’ durumuydu. Biz bu filmi önceden görmüştük çünkü. Bunu söylemek, deneyim önceliğinin, bilginin de yer değiştirmesi demek. Nasıl olurdu da Türkiye, Fransa’nın şimdi yaşadığı bir olayı daha önce yaşamış olabilirdi? Tipik oryantalisttiler bu açıdan.

Peki ya Türkiye? İçeride ideolojik anlamda zemin kaymaları yaşandı mı sizce AB tartışmaları yüzünden?

- Avrupa projesi içinde pek çok solcunun ve Atatürkçü’nün de yer aldığını gördük. Bu iş en başta Kemalistlerle Atatürkçülerin sıkı bir şekilde birbirinden ayrışmasına yaradı bence. Atatürkçülük kurtuldu ve Kemalistler Avrupa projesine karşı bir konuma geçti. Lideri olmayan bir Atatürkçülük hareketi oluştu. Bu reformları, tek bir siyasi hareketin yani AKP’nin başarısı olarak görmek yanlış olur. Ben tersine, Avrupa projesinin yeni bir konsensüs yarattığını düşünüyorum. Bir seferberlik olarak algılandı bu ve bunun içinde hemen her kesim var. Sivil toplum kuruluşları, parlamento, hükümet ve aydınlar arasında iletişim arttı.

GÖLE’NİN TÜRKİYE NOTLARI

MODERN MAHREM İstanbul Modern’in açılışı bana, ‘Tam bir ‘modern mahrem’ fotoğrafıydı’ denilerek anlatıldı. Müzenin ismi modern, Emine Hanım (Erdoğan) ise mahrem. Bana çok kızan laik kesimlerin sanat etrafında böyle bir buluşmada yer alması hoşuma gitti doğrusu.

ALEM’E KAPAK OLMAK Başbakan Erdoğan’ın Alem Dergisi’ne kapak olmasını, kendi tabanı pek fazla önemsemez. Çünkü önlerinde Avrupa gibi daha zorlu hedefler var. Bence bu daha ziyade laik kesimin kendisini sorgulaması için uygun bir fırsat. Başbakan bu derginin kapağında yer alacaktı madem, o zaman bu gürültünün anlamı neydi?

MÜSLÜM GÜRSES VAKASI Sosyetenin Müslüm Gürses ilgisi, 1970’lerde Orhan Gencebay, arkasından İbrahim Tatlıses dolayısıyla arabesk etrafında başlayan kırılmanın son bulduğunu gösteriyor. Bence Türkiye’nin 80’lerden bu yana en büyük kazancı, toplumsal katmanlar arasındaki duvarların saydamlaşmasıdır. Popüler kültür ile seçkin kültür temsilcilerinin de birbirlerinin farkına varması, birbirlerine yok muamelesi yapmamasıdır.

KOZMETİK VE ERKEKLER Türk erkeğinin estetik tüketim koridoruna bu kadar kolaylıkla girmesi, medenileşme projesinin bir parçası olarak algılanıyor. Bıyıkları kesmekle başlayan ve giderek mesafe kazanan bir eğilim bu. Gerçi bir de işin şu yönü var: Akdeniz toplumları, erkeği de dahil hep gösterişe daha meraklı olmuştur zaten.

MİSTİK SOSYETE Din bireyselleşiyor. Dinin geleneksel kurumları ve ritülleri zayıflarken özel alana dahil ediliyor ve oradan yeniden toplumsallaşıyor. Fakat bu arada farklı bir nitelik kazanmış oluyor. Sonuçta böyle mistik sosyete denilebilecek yapılanmalar çıkıyor ortaya. Buna yeniden dindarlaşma diyenler de var. Ama bu ortodoks bir dindarlaşma değil. Tersine, deyim yerindeyse seküler bir dindarlaşma.

Kürt meselesi, İslam meselesi nasıl tartışılabilir hale geldiyse Ermeni meselesi de öyle olmalı

Avrupa’nın ve Türkiye’nin yeni gündemi, daha doğrusu bitmemiş gündemi Ermeni meselesidir. Türkiye bu meseleyi halen kendi meselesi olarak görmüyor, Avrupa’ya havale ediyor; Avrupa karşısında defansif olmak artık yorucu hale geldi. Biz bunu kendi vatandaşlarımızla, kendi vicdanımızla, kendi kamuoyumuzla ama kamuoyuna teslim olmadan tartışmalı, inisiyatifi ele almalıyız. Birtakım konulara gözümüzü kapayarak yaşayamayız artık. Tabii ki burada asıl rol tarihçilere düşüyor. Bu konuda çalışan tarihçiler de var zaten. Ama nasıl ki Kürt meselesi, İslam meselesi kamuoyunda tartışılabilir hale geldiği için mesafe alabildik, Ermeni meselesi de öyle olmalı. Avrupa istiyor diye değil, kendi vicdanlarımızdan hareketle tartışmalıyız. Her tabu konuda olduğu gibi kavramlar etrafında çatışmalar sorunun varlığını gösteriyor: Tehcir mi, kıyım mı, soykırım mı, katliam mı, trajedi mi, karşılıklı etnik temizlik mi? Öte yandan Ermeni kültürünün yaşamsal izleri, katkıları yeniden ortaya çıkıyor, yemek kitaplarıyla, romanlarla. Görüyoruz ki olaya devlet ve geçmiş ekseninde değil, siyasete hapsolarak değil, bugünün içinden yani kendimizden hareketle bakabilmeliyiz.

AVRUPA PROJESİNİ EUROKRATLARIN ELİNDEN ALDIK

Türkiye’nin adaylığı Avrupa projesini Belçika’daki eurokratların elinden aldı, topluma mal etti. Avrupa Parlamentosu’ndaki ‘Evet’ görüntülerini düşünün. Türkiye korkusu aşıldığında Avrupa’ya neşe geleceğinin somut göstergesiydi o manzara. İslam’la Batı arasındaki çatışmayı aşan bir Avrupa’nın neşelenmesi de son derece doğal.

HÜRRİYETİM (Sefa KAPLAN)
Günün Önemli Haberleri