Mevlana Moğolların ajanı mıydı?
Abone olAdı hoşgörüyle özdeşleşmiş olan Mevlana'nın ajan olduğu ididaları gündeme bomba gibi düştü. Peki Mevlana gerçekten katliama karştı mı? Öz oğlunu öldürttü mü?
Mevlana'nın Moğollara para karşılığı ajanlık yaptığı, bu nedenle
düşmanlık beslediği mizahın zirve ismi Nasreddin Hoca'yı öldürttüğü
iddiaları gündeme bomba gibi düştü. Radikal'den araştırmacı yazar
Avni Özgüler, okuyucuyu zaman tünelinde yolculuğa çıkararak
olayların kapısını araladı:
Yazı: Avni Özgüler
Kaynak: www.radikal.com.tr
Mevlana Celadeddin-i Rumi Moğol ajanıydı! Bu iddia
yeni değil. Yıllardır akademik çevrede yazılır çizilir. Özellikle
de her sene bu hengame 'Şeb-i Aruz'a denk getirilir. Keza en başta,
'Gel yine gel... Ne olursan gel...' mısrasıyla herkesin hafızasına
kazınan dizeler olmak üzere pek çok şiirin aslında Hz. Mevlana'ya
ait olmadığı da dahil edilebilir bu furyaya...
Son tartışmayı başlatan kişi Selçuk Üniversitesi'nin tarih
hocalarından Prof. Mikail Bayram. Öteden beri bu yöndeki
değerlendirmelerin bayraktarlığını yapmasıyla tanıdığımız Bayram,
'Sosyal ve Siyasal Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi' adlı
kitabında, "Mevlana'nın Moğollar tarafından bu hizmetine karşılık
maaşa bağlandığını, istilacılardan yana tavır aldığını, buna karşı
çıkan herkese ve özellikle de Ahi şeyhlerine hakaretler edip
Moğollara direnen kuvvetler safında bulunan Nasreddin Hoca'yı ve
daha ötesi öz oğlu Alaaddin Çelebi'yi öldürttüğü" iddiasına yer
verdi.
Baycu yılı
Prof. Mikail Bayram'ın Mevlana'nın felsefesine ve oluşmasını
istediği İslam anlayışına muhalif olduğunu biliyoruz.
Daha önce katıldığı bir televizyon programında Mevlana'yı,
"Emperyalizme yatkın insan yetiştirmekle görevli İran tasavvuf
anlayışının temsilcisi olduğunu, günümüzde de bu özelliği
dolayısıyla Batı tarafından el üstünde tutulduğunu söylemiş, onun
fikirlerinin nihai olarak Anadolu'nun sömürgeleştirilmesinden başka
bir amaca hizmet etmeyeceğini, dolayısıyla da zararlı olduğunu"
iddia etmişti. Hatta Hz. Mevlana'nın gerçekte Hıristiyan
düşüncesinden kaynaklanan günümüzde Nasturilerin de benimsediği
'Hulul' inancına yani Allah'ın insana hulul edebileceği inancına,
sahip olanların kümelendiği 'Hululiye Mezhebi'ne mensup olduğunu,
Şems-i Tebrizi'nin de Kalenderi tarikatına bağlı bir şeyh olduğunu
söylemişti.
Delil olarak da Mevlana'nın Türkmen (Alevi) şeyhleri aleyhine
mesela Hacı Bektaş-ı Veli aleyhine beyanlarına, İbni Bibi başta
olmak üzere dönemin yazarlarından nakilleri sunuyor.
Göz ardı edilen tablo
Gelelim işin gerçeğine ve Bayram'ın bence bilerek göz ardı ettiği
tarih tablosuna. Hz. Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Nasreddin Hoca
çağdaştır. Bu dönem Anadolu'da Selçuklu hâkimiyeti vardır. Ve
sultan olarak tahtta Gıyaseddin Keyhüsrev oturmaktadır. Ancak
Keyhüsrev tahta Anadolu birliğini sağlayan ve Selçuklu kudretini
hâkim kılan babası Aleaddin Keykubat'ı zehirletip öldürterek çıkmış
bir hükümdardır. Ve onun saltanat yıllarında adına ister bela deyin
ister siyasi çözülme, Anadolu kan gölüne döndü. Ünlü Babai
İsyanı'ndan söz ediyorum... Prof. Bayram'ın eleştirdiği için
yüklendiği Mevlana, Konya'da devletin sarsılmaması için Keyhüsrev'i
adam gibi hükümdarlık etmesi için uyarırken kimi Ahi şeyhleri ve
'Baba'lar Selçuklu'ya karşı Baba Resul'ün liderliğinde Anadolu
tarihinin en büyük isyanını başlatmış, Selçuklu ordusuna karşı son
çarpışmaya kadar peş peşe zafer kazanmışlardı.
Bu dönemde isyana karışmama basiretini gösteren Hacı Bektaş-ı
Veli'nin aklı ve birliği temsil etmesinden dolayı herkesin
etrafında kenetlendiği Mevlana'ya mektup yazdığı ve müridi Şeyh
İshak'la gönderdiği bilinir. O mektupta, "Bütün büyükler ve
küçükler yanında toplanıyor; ne yapıyorsun ve ne istiyorsun" diye
soran Hacı Bektaş-ı Veli'ye Mevlana şu cevabı veriyor: "Eğer
hakikati buldunsa güzel, sus!.. Bulmadınsa neden dünyayı gürültüye
veriyorsunuz?"
Aynı dönem Mevlana'nın müridi Nureddin Caca, gördüğü, tanıdığı Hacı
Bektaş-ı Veli'yi Mevlana'ya anlatırken onun namaz kılmadığını, bir
gün kendisinin namaz kılması gerektiğinde aptdes alması için su
getirdiğini söyledikten sonra, "Hacı Bektaş maşrapayı alıp elime
verdi ve dök dedi. Ben dökerken temiz suyun kan haline geldiğini
gördüm ve hayret ettim" der. Hacı Bektaş'ın yaptığı gözbağcılıktır
aslında ve Baba Resul mensuplarının sihirbazlık hüneri edindikleri
de bilinir. Mevlana'nın bunun üzerine söylediği şudur: "Keşki kanı
su yapsaydı. Temiz suyu kanla kirletmek hüner değil..."
Kösedağ Savaşı
En önemlisi bu isyan Anadolu sınırlarına dayanmış ama Selçuklu'nun
güç-kudret sahibi olduğunu düşünerek saldırmayan Moğolları harekete
geçirdi. "Derviş sürüsü Selçuklu ordusunu yenebiliyorsa korkacak
bir şey kalmamış" dediler ve ilk ağızda Erzurum düştü. Onu Kayseri,
Sivas takip etti. Selçuklu padişahı Keyhüsrev neden sonra içki ve
kadın âleminden başını kaldırıp ordu toplamayı akıl etti.
1243 yılının 3 Temmuz günü Kösedağ'da deneyimli kumandan ve devlet
adamlarının uyarılarını bir yana bırakıp o zamana kadar savaş yüzü
görmemiş eğlence arkadaşlarının aklıyla Moğol ordusuna karşı çıktı.
Ve sonuçta 80 bin kişilik Selçuklu ordusu 30 bin kişilik Moğol
ordusuna yenildi. Hem de ne yenilme. Keyhüsrev otağını, 300 deve
yükü altından oluşan hazinesini, haremini, 3000 hayvanı ve her yere
yanında taşıdığı arslan, pars, leopardan oluşan seyyar yırtıcı
hayvan koleksiyonunu savaş meydanında bırakarak kaçtı... Bizans
kaynakları savaş günü Keyhüsrev'in sarhoş olduğunu kaydederler. Bu
aklı bir karış havada Selçuklu hükümdarı için kadın düşkünü deyişim
boşuna değil. Bizans'ı işgal etmiş olan Latinlerden bir prensesle
evlenebilmek için İstanbul'daki baş kumandan Baudouin aracılığıyla
Fransa'ya gönderdiği 5 Ağustos 1243 tarihli mektupta (Kösedağ
Savaşı'ndan sadece bir ay önce) bakın neler diyor:
"İttifak yapabilmemizin şartı Latin İmparatoru'nun kardeşi prenses
Elizabet'in kızıyla evlenmemdir. Prenses, Konya'da kendi dininde
tam bir hürriyete sahip olacak, sarayda kendisine bir ibadethane
tahsis edilecektir. Zaten benim annem de (Mahperi Hatun) Hıristiyan
olup babamın sağlığında sarayda din ve ibadet serbestisine sahip
olarak yaşadı. Ayrıca bu evlilik gerçekleştiği takdirde Selçuklu
topraklarında yaşamakta olan Hıristiyanların Roma kilisesine
bağlanmasını sağlayacağım..."
Keyhüsrev gerçekleşmeyen bu evlilikten önce altı kadınla evlenmiş,
ev çok sevdiğini söylediği Gürcü asıllı eşiyle evlenebilmek için,
"Paralara kendi resmimle birlikte onun da resmini bastıracağım"
taahhüdünde bulunmuştu. Bu sözünü yerine getirdi de...
Kösedağ yenilgisinden sonra 1243 senesi dönemin tarihçilerinin
ağzında Moğol Kumandanı Baycu'nun adıyla anıldı. Yani o seneye
'Baycu Yılı' denildi. Selçuklu Devleti Moğollarca vergiye bağlandı.
Ama hepsinden önemlisi bütün bu olup bitenden ders çıkarmayan
Selçuklu'da iç savaş başladı. Keyhüsrev'in ölümünden sonra en
büyüğü 11 yaşında olan üç oğlu ve onların etrafında ayrı ayrı
partiler oluşturan bürokratların mücadelesi kapladı ortalığı. Bir
ara üç kardeş anlaştırılıp aynı anda tahta oturtuldu, sikkelere
üçünün resmi basıldı. Nihayetinde Moğollar yeniden harekete geçip
bütün Anadolu'da hâkimiyetlerini sağladılar.
Mevlana ne yaptı?
Bu kargaşa ve işgal döneminin sonunda Mevlana'nın Moğollardan yana
tavır aldığı doğru. Şayet Mikail Bayram, 'Mevlana Moğollar'dan yana
tavır aldı ve buna karşı çıkanları da eleştirdi' dese haklı
olabilirdi.
Mevlana'nın bu tutumunun temel sebebi kaba Moğol gücünün
Anadolu'nun manevi ortamında eriyeceği; aksine girişimlerin yeni
katliamlar ve Anadolu birliğinin bir daha sağlanmamak üzere
bozulacağı inancıdır. Nitekim haklı çıktı. Moğollar gürültüyle
gelmiş olsalar da Anadolu'da eridiler ve tarihe 'Moğol çekilmesi'
diye bir not düşülmedi.
Ahi şeyhleri yanlışı mı savunmuşlardı derseniz elbette değil.
Bağımsızlık ve İslam inancına bağlılıkları Ahi'leri Moğollara karşı
direnmeye sevk etti. Ama sonuçta Moğolların yer yer zulme varan
baskıyla sağladığı düzende, zahiren de olsa muhafaza ettikleri
Selçuklu'dan Osmanlı Devleti doğdu. Üzerinden sekiz asra yakın süre
geçtikten sonra bugünün penceresinden Anadolu'ya bakıp, bugünün
terminolojisi kullanarak: "Mevlana Moğol ajanıydı" hükmüne varmak
için herhalde insaf ve iz'an sınırlarını hayli zorlamak gerek. Hz.
Mevlana'nın felsefesine gelince bu ayrı bir yazı konusu. Ama şu
kadarını söyleyeyim ki Mevlana yakıştırmaların aksine Kur'an ve
ehli sünnet yolunda bir insandı. Ve kendisine yöneltilen
eleştiriler bütün tasavvuf erbabına yöneltilen türdendir.