Medyada kıyamet kopacak!
Abone olVatan yazarı Mustafa Mutlu, geçmişte hangi yazarın yazısını yazdı? Mutlu'yu hangi yazarın yazısı mutsuz etti? Meral Tamer'e niye kızdı? Altaylı'ya ne mesaj verdi?
-"Hıncal Uluç'un bir Su Oteli faciası vardır ki, ben bunu asla affetmiyorum. Su Oteli'nin 9 numaralı suitini misafir olarak gezdi, oradaki konforu anlattı. Ama altına şöyle yazdı:. 'Türkiye'deki herkes bunu görmeli, alt tarafı 3.500 dolar. İnsan dişinden, tırnağından artırmalı, buraya gitmeli' "
"Meral Tamer'in Deniz Baykal ile bir ilişkisi mi var? Onu neden koruyor? Madem Bülent Ersoy Deniz Baykal ilişkisi büyütülecek bir haber değildi, Gamze Özçelik manşetlere taşınınca neden sustu?"
"Gazeteciliğimin ilk yıllarında bazı ünlü köşe yazarlarının yazılarını ben yazdım"
"Bu polemikler beni çok yoruyor. En zor yazılarım üzerinde çok çalıştığım belgeler, topladığım yazılar değil, yazmaktan hiç tad almadığım polemiklerdir"
- Yirmibeş yıllık gazetecisiniz ve deyim yerindeyse hem alaylı hem okullusunuz. Bugün Mustafa Mutlu olarak köşeyazarları arasında siz kendinizi nereye koyuyorsunuz?
Ben gündem sayfalarında yazıyorum. Bu nedenle gündem yazarı demek doğru olur. Türkiye'nin ve dünyanın gündeminde ne varsa onları izlemek zorundayım. Muhabir arkadaşların günün içinde yakalayamadıkları bazı ters köşeleri yakalayıp kendime ekmek çıkartıyorum.
- Fatih Altaylı'nın maaşının yarısını talep ettiğinize göre ekmek parası konusunda biraz rahatlamış olacaksınız...
"Ekmeğimi çıkarıyorum" derken gazetecilik anlamında dedim. İşi polemik meselesine getirmek istediğinizi de biliyorum.
- Neden getirmeyelim? Aslında köşe yazarlarının polemikleri son derece eğlenceli oluyor. Bunlar bilinçli olarak mı yapılıyor?
Ben çok fazla tartışan, etrafındakilerle geçinemeyen biri değilim.. Bu nedenle..
- Ama örneğin Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun da özel yaşamlarında çok sakin insanlar..
Gerçekten ben polemiğe girmeyi sevmiyorum. Ama nasıl ki bir siyasetçinin yanlışını gördüğünüzde tüyleriniz diken diken oluyorsa, gündemi iyi takip eden bir vatandaş olarak, kendi mesleğimde de böyle aykırı bir takım gelişmeler görünce doğal olarak rahatsız oluyorum. Daha çok insanların kendileriyle çelişmeleri beni rahatsız ediyor. Bu çelişkinin adı, son dönemde "değişim" oldu. Bir de olay "değişmeyen enayidir" biçiminde gösteriliyor. Ama o değişim, gelişim anlamındaysa saygı gösteriyorum.
- Ortada bir kavram kargaşası var. Örneğin Ahmet Hakan.. "Ben zaten böyleydim, kendimi daha da geliştirdim" diyor.
Geldiğiniz nokta ilişki, para, şan, şöhret için değilse ben buna saygı duyarım. Bu düşünsel bir değişikliktir. Ama bugün bulunduğunuz yerden rahatsız olup, daha önce yerden yere vurduğunuz yerlere çıkar ilişkisi için yaklaşırsanız bunu saygıyla karşılayamıyorum.
- Diyelim ki adam değişti. Peki burada çıkar ilişkisi olduğunu nereden biliyorsunuz?
Gazetecinin muhalif bir duruşunun olması gerektiğine inanıyorum. Yani gazeteci eğer böyle bir değişimi yaşayacaksa aynaya baktığında rahatsız olmadan yapabilmeli bunu. Yoksa elbette insanların değişimi saygı duyulacak bir şey. Dönüp baktığımızda 20-30 sene önceye göre bizlerde de çok büyük değişiklikler var. Örneğin ben şimdi liberal ekonomiye sempatiyle olmasa bile anlayışla bakabiliyorum.
- Eskiden nasıldı bu bakışınız? Yani keskin bir solcu muydunuz?
Keskin olmasa bile solcuydum.
- Şimdi değil misiniz?
Ben yine solcuyum, yine sosyal demokratım. Ama solculuğu ekonominin
sadece devlete ait olduğu bir sistem olarak hiç görmedim. Ama
devletin de özel sektörün olmadığı alanlarda olması gerektiğini hep
savundum.
-Hangi köşe yazarlarını severek okuyorsunuz?
Bazen sert eleştirmeme rağmen çok severek okuduğum
yazar Hıncal Uluç'tur. Onun kızdığım yönlerini çok yazdım ve Hıncal
abi bunları çok olgunlukla karşıladı. Onun bir Su Oteli faciası
vardır ki, ben bunu asla affetmiyorum. Su Oteli'nin 9 numaralı
suitini misafir olarak gezdi, oradaki konforu anlattı. Ama altına
şöyle bir şey yazdı: "Türkiye'deki herkes bunu görmeli, alt tarafı
3.500 dolar. İnsan dişinden, tırnağından artırmalı, buraya gitmeli
"dedi.
- O yazı öyle değildi..
O yazı böyleydi. İsterseniz göstereyim.
- O yazıda "parası olmayanlar da hiç olmazsa gidip bir görsünler"
dedi.
Su Oteli, Topkapı Müzesi mi, kapısında bilet mi kesiyorlar ki
herkes gidip görsün? Yani kim kimi kandırıyor? Siz bunu bu şekilde
yazınıza yansıttığınızda "git orada kal arkadaş" diyorsunuz. Ben 15
yıldır hiçbir yurtdışı gezisine davetli olarak gitmiyorum. Ben
kendimi böyle koruyorum.
- Aynı şeyi sizin gibi düşünen Melih Aşık'a da sormuştum. Hıncal
Uluç'un o otelde kalacak parası yok mudur?
Vardır.
Cimri olmadığını da bildiğimize göre neden "güzel bir oteli tavsiye
ediyor, ulaşmanız için adresini de veriyor" diye
düşünmüyorsunuz?
Bu bir gazetecilik anlayışı. Yani ben böyle yaşamadığım için
bilmiyorum. Sorunun muhatabı ben değilim.
- Bu konuyu yazdığınız zaman size yanıt verdi mi?
Hayır. Hıncal Uluç da dünyaya bakışı geniş olan bir insan. Benim
gibi genç yaştakilerin yaptığı mesleki bir dinazorluktur. Çünkü ben
gazetecilikte bazı değerlerin korunması gerektiğine çok
inanıyorum.
- Hem sevdiğiniz hem kızdığınız başka yazarlar var mı? Örneğin
Fatih Altaylı?
Altaylı'yı okurum ama samimi bulmuyorum.
- Birkaç gün önce onu kendi yazınızı çalmakla suçladınız ve "Benim
bir ya da iki gün önce yayınlanmış yazımı alıyor, kendi dahiyane
fikriymiş gibi sütunlarına taşıyor.. Maaşına ortak olmalıyım"
dediniz. Kendi yazınızda Hülya Avşar'ı bir günde boşayan mahkemeyi
eleştirmiştiniz. Altaylı da sizinle aynı şeyi düşünemez mi?
Bu tek bir örnek değil ki? Kaç defadır aynı şeyi yapıyor. Haber
takibi, gündem takibi dediğin şey gerçekten 24 saat çalışmayı
gerektiriyor. Bu medyada herkesin aklına gelebilir. Şimdi burada üç
soru var. Bir; gündem yazıyorsun, senin gibi gündem yazan insanları
okumuyorsun, bu mesleki ayıptır. İki; tekrara düşüyorsun. Üç; geç
yazıyorsun. Hadi bunların hepsini göze aldı diyelim. Benim yazımı
ertesi gün takla attırarak yazdı. Ama bunu sürekli yapınca..
- O zaman bozuluyorsunuz.. Peki Meral'in yazısına niye kızdınız? O
da Vatan gazetesinin Bülent Ersoy-Deniz Baykal olayını gereğinden
fazla büyütmesini eleştirmişti. Bu onun kendi fikri olamaz mı?
Artık neyin haber olup neyin olmadığını ayırt edebilecek mesleki
yetenekteyim.
Meral Tamer de genç bir gazeteci değil ki...
Bana göre yüzde yüz haber olan bu konuda "Neden bu kadar
büyütüldüğünü anlayamıyorum" demesinde şunu hissediyorsunuz: Deniz
Baykal'la bir ilişkileri mi var kardeşim? Neden onu koruyorsunuz
ki? O zaman Gamze Özçelik'in manşetlerden verilmesine neden
susuyorsunuz? Gazetecilik yapan bir kurumu eleştirmesi sadece onun
görüşüdür der geçerim. Ama ülkenin gündemine böyle bir şey
getirdiği için Vatan'a teşekkür etmesi gerekir.
- Vatan gazetesinde yazdığınız konulara müdahale edildiği oluyor
mu?
25 yıllık gazeteci olarak gerçekten oto kontrol ihtiyacı
hissetmeden çalıştığım tek gazete burası. Ne bende, ne de yazı
işleri toplantılarında böyle bir kaygı oldu. Örneğin bu gazete
tarafından ortaya çıkarılan Roche haberi. Roche hatırı sayılır
reklam veren bir firmadır. Haber geldiği zaman bu gazetenin genel
yayın yönetmeni tek bir soru sordu: "Belge var mı?" Belge önüne
geldi, haber manşet oldu. Ertesi gün firma, o habere karşı paralı
ilanla cevap vermek istedi. Bütün gazeteler bizim yazdığımız habere
karşı olan ilanı parayla aldılar. Yine benim içinde olduğum bir
toplantıda bu gazetinin patronu "biz bu ilanı yayınlamayız ama bunu
habere dönüştürmemizi istiyorlarsa ücretsiz cevap hakkı tanırız"
dedi. Böyle bir gazete kadrosu içinde olmak bana sadece keyif
veriyor.
- Biraz da özel yaşamınıza gelelim. Bir radyo programında DJ'lik
yapmışsınız.
Tek seferlik bir şeydi. Gazeteciler sevdikleri şarkıları
çalıyorlardı. Ben de kendi koleksiyonumdan beş on şarkı çaldım.
- Neleri çaldınız?
Kendi tarihimi çaldım. Joan Baez, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil,
Rolling Stones. Hepsinin bir anısı vardır. Örneğin Bülent
Ortaçgil'in "Benimle Oynar mısın?" şarkısı benim ilk aşık olduğum
zamanki duygularımı anlatır. O günlerde hayat lezzetli bir oyundu,
o oyunu oynamak istiyordum. O şarkıyı söylemekle yetiniyordum ve o
oyun iyi bitti.
- O kızı Bülent Ortaçgil de kapabilirdi ama ne de olsa şarkıyı
söyleyen o...
Ama ben kaptım. Örneğin Fikret Kızılok'un "Bu kalp seni unutur mu?"
hayatımın en önemli şarkılarından biridir. Üç dakikadır ama yaşamda
o sonsuzluk içinde 60-70 yıldır. O üç dakika içinde o 60 yılın
özeti varsa eğer, dolu dolu üç dakikayı yaşıyorsan, büyük keyif
alıyorsun.
- Polemikçi bir gazeteciliğin altından romantik bir insanın
portresi çıkıyor.
Polemikten sıyrıldığın zaman öyle oluyor. Ben aslında hayatımda
yazı yazmak dışında hiçbir ideali olmayan bir insanım. Sadece yazı
yazayım, şiir yazayım, öykü denemeleri, bitmeyen roman denemeleri..
Hep böyle yazmak ihtiyacında bir gençtim. Gazeteciliğimin ilk
yıllarında romantik tarafım o kadar ağır basıyordu ki bazı ünlü
köşe yazarlarının yazılarını da yazdım. Abilerimize yalvara yakara
n'olur senin bugünkü yazını ben yazayım diyordum.
- Bunlar Hıncal Uluç'la Fatih Altaylı olmasın?
Yok canım. Bu yazıyı okuyunca onlar hatırlayacaklardır. Ama bu
onlardan gelen bir taleple değil benim yalvarmamla gerçekleşti. O
günlerde benim yazı yazmam imkansızdı. Anlatmak istediğim bazı
şeyler vardı. Sağolsunlar izin verdiler.