Gazeteci nasıl olmalı?
Abone olKitaplarıyla ‘derin devlet’e ışık tutan Saygı Öztürk’le, Korkut Eken’den Şemdinli’ye. Nasıl gazeteci oldu, kimi örnek aldı, tehdit ediliyor mu?
-Uğur Mumcu ağabeyimiz; bizim hep örnek aldığımız, araştıran, soruşturan, bir gazetecide olması gereken tüm özellikleri bünyesinde barındıran bir isimdi.
-Yazdığım kitaplar arasındaki “Kasadaki Dosyalar”, yaklaşık 3 yıllık bir çaba sonunda ulaşabildiğim belgelerden oluşuyor. Türkiye’de bilgi ve belgeye kolay kolay ulaşılamıyor.
-Gazetecilikte kaynağınızı bir defa deşifre ettiğiniz zaman, sizin artık gazetecilik yapmamanız gerekir diye düşünüyorum. Gazetecinin haber kaynağına karşı son derece ahlaklı olması gerekiyor.
-Ben kaderci bir insanım. Bir şey olacaksa, olur. Korkarak gazetecilik yapılmaz. Köşeye sinerek veya kapalı kapılar ardında gazetecilik olmuyor.
Röportaj: Nesrin Yanık Çorakbaş
Uğur Mumcu’dan sonra araştırmacı gazetecilik bitti” diyenler çıktı. Ancak siz, arka arkaya yayınladığınız kitaplarınızla adeta, “ne bitmesi asıl şimdi başlıyor” der gibisiniz. Türkiye’de gazeteciler için nasıl bir arena mevcut?
Araştırmacı gazetecilik ölmez. Çünkü, gazeteciliğin doğasında araştırmacılık vardır. İyi bir gazeteci, mutlaka bir takım araştırmalar içerisine giriyor, birtakım kişilerle görüşüyor, birtakım belgelere ulaşıyor ve dolayısıyla, haberin oluşmasında zaten araştırma yapıyor. Araştırmadan olmaz. O yüzden, Türkiye’de sıkça kullanılan ‘araştırmacı gazetecilik’ deyimine pek katılmıyorum. O yüzden, araştırmacı gazetecilik öldü deniyorsa, o zaman memlekette gazetecilik de öldü diye bakmak lazım.
'Madalyalı Mahkum, Devletin Derinliklerinde, Kasadaki Dosyalar, 5-6-2 Tamam Reis, Kırmızı Klasör. Hepsi de üst üste baskısı yapılan kitaplarınız. Herkes “Türkiye’de kitap okunmuyor” diyor ama, Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğe merak sahiden bu kadar fazla mı? En çok neyi, hangi konuları merak ediyor kamuoyu?
İnsanlar, gazeteciliğin dürüst bir biçimde yapılmasını istiyor. İşte Uğur Mumcu ağabeyimiz; bizim hep örnek aldığımız, araştıran, soruşturan, bir gazetecide olması gereken tüm özellikleri bünyesinde barındıran bir isimdi. Biz gazetecilerin, çok meraklı olması gerekir. Yani, kafamdaki sorulara bir cevap bulmaya çalışıyorsam; o zaman araştırmam gerekir, soruşturmam gerekir, bazı bilgi ve belgelere ulaşmam gerekir. Ben onlara ulaştığım ve kendi meraklarımı gidermeye başladığım zaman, bir yerde okuyucunun da meraklarını gidermeye çalışıyorum. Bu noktada sokaktaki vatandaştan farkım yok, onların merak ettiğini ben de merak ediyorum.
Bu toplumsal merakın Türkiye’nin kendine özgü siyasal yapısıyla ilgisi var mı, yoksa dünyada da bu kadar merak ediliyor mu devletin içindekiler?
Bana göre gazetecilik hep böyledir. Ama ülkemizde birtakım karanlık olaylar oluyor. Birtakım ilginç gelişmeler yaşanıyor, birtakım güç odaklarının, siyasetçilerin karıştığı olaylar yaşanıyor. Kamuoyunda son derece saygın bilinen insanların gerçek yüzünü ortaya koyduğumuz zaman, bunlar ilginç bulunuyor. Onun için de merakla okunuyor.
Gazeteci avcı gibi olmalı
Gazeteci olarak
haberlerinizden mi daha fazla mesleki tatmin duyuyorsunuz, yoksa
gazeteci-yazar olarak kitaplarınızdan mı?
Ben kendimi yazar kabul
etmiyorum, onu bir kere söyleyeyim. Ben iyi bir muhabirim. İyi bir
muhabir olduğunuz zaman da, yazdığınız haber, yazdığınız kitap ilgi
görüyor. Tabi kitap yazmak çok ağır sorumluluğu olan bir iştir.
Gazetecilik de öyledir ama, gazetecilikte bir hata yaptığınız zaman
bir iki gün içinde onu düzeltme şansınız var. Ama bu, kitapta kolay
olmuyor. Ben 25 yıllık gazeteciyim. Açık söyleyeyim, daha önce
kitap yazmaya cesaret dahi edememiştim. Çünkü onun ağırlığını
taşıyabilecek durumda değildim. Ancak belli bir mesleki birikim
edindikten sonra cesaret edebildim. Bu kitaplarda da; daha önce
yazdığım olaylar, haber olarak çıkmayanlar, o gün fazla itibar
edilmeyen ve peşine düştüğüm bazı olaylarla ilgili ulaştığım bazı
bilgi ve belgelerle kamuoyunun haberdar edilmesini düşündüğüm için
kitapları yazmaya başladım. Kitapları yazarken de, inanınız bir
yanlış yapmamak için çok büyük emek harcanıyor, daha büyük dikkat
gerekiyor. Kalıcı olan bu eserlerde yanlış yapma gibi bir
lüksümüzün olmadığını düşünüyorum. Ben de, mümkün olduğu kadar
acele etmeden, hep arayış içerisinde olarak, hep yeni bilgiler,
yeni belgeler, kimsenin bugüne kadar ulaşamadığı belgeleri
kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Nitekim, yazdığım kitaplar
arasındaki “Kasadaki Dosyalar”, yaklaşık 3 yıllık bir çaba sonunda
ulaşabildiğim belgelerden oluşuyor. Türkiye’de bilgi ve belgeye
kolay kolay ulaşılamıyor.
Haber kaynağı, sizin
mesleğinizin en önemli parçası. Siz haber kaynaklarınızla
ilişkinizi nasıl kuruyor, nasıl
yürütüyorsunuz?
Kaynaklardan bunları alabileceğiniz zamanı çok iyi kollamanız
gerekiyor. Gazeteci bir avcı gibi olmalı. Tabi avcılığa karşıyım,
öncelikle bunu söyleyeyim. Ne zaman, nerede, nasıl bir avcı gibi
kaynağından belgeyi isteyebileceğini, o ruh halini çok iyi
kollaması gerekiyor. Gazetecilikte kaynağınızı bir defa deşifre
ettiğiniz zaman, sizin artık gazetecilik yapmamanız gerekir diye
düşünüyorum. Gazetecinin haber kaynağına karşı son derece ahlaklı
olması gerekiyor. Bunlar, meslektaşlarımızın son derece kaçınması
gereken olaylardır. Haber için haber kaynağımızı satmamaya, onları
sıkıntıya düşürmemek için de, ne lazımsa yapmaya çalışmamız
gerekiyor.
Korkusuz gazeteciyim
Ne yazık ki, aydın cinayetleri yüzünden Türkiye, bildiğini söylemeye korkanlar ve bilmediğini sormaya cesaret edemeyenlerin ülkesi haline geldi. Yakın çevrenizden size de, “aman dikkat, bu konuları deşme fazla” diyenler oluyor mu?
En çok korktuğum o. En
yakın bildiklerimin “Aman dikkat et” lafı, beni en çok ürküten
konu. Bir kere ben korkusuz bir gazeteciyim. Korkusuzluğumun nedeni
de, kendime göre dürüst olduğuma inanmamdan kaynaklanıyor. Bir
namussuzluğum, bir hırsızlığım ya da gazeteciliği başka amaçlar
için kullanmadığımı biliyorum. O bakımdan kendime güveniyorum.
Yazdığım gazetedeki haberler, köşe veya yazdığım kitaplarda da
tarafsız olduğuma inanıyorum. Dahası, kiminle ilgili bir iddiayı
gündeme getireceksem, ben mutlaka o kişinin de görüşünü alıyorum.
Bunun en çarpıcı örneği “Devletin Derinliklerin” kitabımdadır.
Kiminle ilgili üç satır yazmışsam, o kişinin o konuyla ilgili
verdiği cevabı da yazıyorum. Ne oluyor? Kamuoyu, bilgilerle beraber
iki tarafın da görüşlerini aldığı zaman, kendine göre analizini
daha sağlıklı yapabiliyor. Veya yazdığınız olaylarla ilgili bir
kanaate varabiliyor. Zaten gazeteciliğin temeli de bunlar.
Yazdıklarınız yüzünden tehdit
aldınız mı?
Zaman zaman arayan olur. Çok
ağır küfürler edenler de olur, tehdit olarak algılarsak. Ama ben
bunları hiçbir zaman “Aman ben tehdit edildim” şeklinde de
kullanmam. Bir de, ben kaderci bir insanım. Bir şey olacaksa, olur.
Bir şeyi, üzerine basa basa söylemem gerek. Korkarak gazetecilik
yapılmaz. Köşeye sinerek veya kapalı kapılar ardında gazetecilik
olmuyor. Gazetecilik yapılacaksa, mesleğin gereği yerine
getirilecek. Olayları yansız şekilde ortaya koymanın çabası içinde
olduğunuz zaman, korkacak bir şey yok gazetecilikte. Zaman zaman,
bizim de haberimizde eksikler olabiliyor. O zaman haber
kaynaklarından bana şöyle eleştiri geliyor; “Sizden beklemezdik
böyle bir olayı” diyorlar. Kamuoyu, benim ne kadar araştıran,
soruşturan, haberleri objektif şekilde ortaya koyan bir gazeteci
olduğuma inanıyor. Bu yüzden hata yapma şansımın olmadığına
inanıyorum.
Korkut Eken’i insan olarak çok seviyorum
Korkut Eken ile yaptığınız
röportajdan sonra, evinizin duvarına resmini astığınızı söylediniz.
Neydi uzun süre sizden başka gazeteciyle görüşmeyen Korkut Eken’in,
sizi bu kadar etkileyen yönü?
Ben geçmişte Korkut Eken’i
tanımam. Daha önce bir tanışıklığım, samimiyetim de yok. Yukarıda
gazetecinin araştırması, soruşturması gerektiğini anlattım. Yoksa,
ben de bazı gazeteci arkadaşlarım gibi Korkut Eken hakkında
duyduklarımı, bildiklerimi, okuduklarımı derler toplar, bir takım
yazılar yazabilirdim. Ama bu Korkut Eken kimdir, nedir, geçmişteki
özellikleri nedir, bir de ona bakmak gerekir. Her meslektaşım gibi
ben de, Korkut Eken cezası kesinleştikten sonra cezaevine girmeden
kendisiyle konuşmak için uğraşan gazetecilerden biriyim.
Gazetecilikte güvenin çok önemli olduğunu ifade ettim. Geçmişinizde
kırıklıkların olmaması da, haber kaynaklarının seçme hakkını
kullanırken kriterlere uymanızı sağlıyor.
Medyanın peşinden koştuğu
yıllarda, neden yalnız size konuştu?
Benim, “başka yere
konuşmayın” demek ne hakkım, ne de yetkim vardır. Korkut Eken de
öyle şeyleri kabul edecek bir insan değil. Ben Korkut Beyi, bir
insan olarak çok seviyorum. Biz gazeteciler genelde şunu yaparız.
İşimiz biter, alacağımız balı alırız, günlerce konuşmayan bir
kişiyle konuştum diye manşet de oluruz, hatta kitap da yazarız.
Ondan sonra kaldırır atarız. Biz gazeteciler genelde vefasızız.
Bunun da okuyucular tarafından bilinmesinde fayda var. Vefasızlık
gazetecilikte çoktur. Ama Korkut Eken cezaevine gittiği zaman, ne
bileyim, çok sevdim kendisini. Karizmatik, son derece insancıl.
İnanır mısınız, kitapta anlattıklarımın önemli bir bölümü Korkut
Eken’in anlattıkları da değil. Çevresinden onunla ilgili bilgileri
alıyorsunuz. Nasıl birisi olduğunu en iyi mesai arkadaşları bilir,
çevresi bilir. Korkut Eken’in neden ‘efsane subay’ olduğunu, onlar
konuştukça onlardan öğreniyorsunuz. Ben de, Korkut Eken’in
çevresinden, yıllar önceki silah arkadaşlarından, bazı emniyet
mensuplarından duyduklarınızla, çok değişik bir Korkut Eken
çıkıyor. Ve, son derece iyi bir baba her şeyden önce. Ben Korkut
Eken’i, cezaevinde olduğu günlerde de sıkça ziyaret ettim.
İnsanların sıkıntılı günlerinde ziyaret edilmesi kadar da doğal bir
şey yoktur. Bunlar tamamen insani olaylardır. Benim Korkut Eken’den
bir beklentim falan yok.
Susurluk olayları ile bağlantı kurulan
ve hapis yatan bir kişiyle, emekli albay dahi olsa yakınlık
kurmanız, gazeteci kimliğinizle birilerinin size bakışında
farklılık yarattı mı?
Gazeteci kompleksiz olduğu zaman,
olayların önünde arkasında kendisine yönelik bir çıkar, hesap
olmadığı zaman rahat. Sadece gazetecilik amacıyla bu insanlarla
konuştuğunuzu, gazetecilik amacıyla bu insanlara ulaşmaya
çalıştığınızı siz biliyorsanız, kim ne dersin umurunuzda olmaz. Her
meslektaşım, cezaevinden çıktıktan sonra kendisine ulaşmak istedi.
Televizyonda istediği kadar konuşsun diyenler de olmuştu. Ama o
konuşmadı. Ben işimi yaparım, başkalarının söylediğine de aldırmam.
Bir zaman Uğur Mumcu abimiz de, Karases olarak bilinen Cemalettin
Kaplan ile röportaj yapmıştı. O da kırmızı bültenle aranan bir
adam. Gidip Almanya’da görüşmüş, hakkında yazılar yazmış, kitap
haline getirmişti. Gidip 30 bin kişinin katili Abdullah Öcalan ile
röportaj yapılınca bu gayet normal karşılanıyor, geçmişinde
efsanelerle dolu işler yapmış bir komutanın, ki ne olduğu hala
belli değil, anlattıklarına dayanarak haber yazıyorsunuz. Bunlardan
ne çıkar yani? Ben sadece gazetecilik yapıyorum. Başka bir
kimliğiniz de olmadığı sürece, kimin ne dediğine aldıran bir kimse
değilim. Kaldı ki, gazetecilikte haber olabilecek ne varsa
ulaşılması gerekiyor. Korkut Eken olayında, sadece bir gazetecilik
söz konusudur. Benim için Korkut Bey
iyi bir haber kaynağıdır. Haber kaynaklarının başkalarına
konuşmamasından son derece memnun olunur, diye de düşünüyorum.
Çatlı katil, Kırcı pişman
Korkut Eken’i dinledikten sonra, Çatlı ile ilgili
düşüncelerinizde de değişiklik oldu mu?
Hayır. Benim Çatlı ile ilgili
düşüncelerimde başından beri hiçbir değişiklik olmadı. Kendisine ve
çevresindekilere göre bir kahraman olabilir ama ben Çatlı’ya sıcak
bakmıyorum. Her şeyden öte, ortada bir kan vardır, ortada bir
gözyaşı vardır. Bildiğimiz gibi Abdullah Çatlı, resmi belgelerle
ortaya çıkıp kamuoyuna da yansıdığı gibi 7 TİP’li gencin
öldürülmesi emrini veren, hatta eylemin bizzat içerisinde olan,
bazı kişileri aracının bagajına koyup, Ankara dışına götürüp orada
öldüren kişidir. Eline kan bulaşmış bir kişiye ben sıcak bakmam.
Bunların devlet için ne kadar çalıştığı konusunda pek bilgim yok
ama; Korkut Eken’in kendisine bazı görevler verdiğini, yurtdışında
PKK ve bazı sol örgütler için istihbarat amaçlı kullandığını
söylüyor. Bu, onun takdiri. Ne yapmış, ne etmiş, onların bileceği
iş; ama benim gözümde Abdullah Çatlı, her şeyden önce 7 TİP’linin
katili. Kendisini de tanımadığım için, bir şey diyemiyorum.
Ama olayların diğer isimleri, mesela
Haluk Kırcı, Susurluk’ta da ismi geçer; “5 6 2 Tamam Reis”
kitabımda çok önemli bir yer tutuyor. Ama gazeteciyiz, olaylarla
ilgili her şeyi belgeleriyle ortaya koyarken, mutlaka karşı tarafın
da görüşünü almalıyız. Zaman zaman gazetecilerin önüne büyük
engeller çıkar. Adalet Bakanlığına yazıyorsunuz, cezaevindeki Haluk
Kırcı ile görüşmem lazım diyorsunuz. Ret cevabı geliyor. İşte
gazetecilik orada başlıyor. Ben böyle bir kitap yazıyorsam, mutlaka
yaşayan kilit isimlerle görüşmem gerekiyor. Gazeteciyseniz,
engelleri aşacaksınız. Ben, Haluk Kırcı ile konuştum. Ama nerede
konuştuysam konuştum, önemli olan benim Haluk Kırcı ile konuşmam.
Orada, Haluk Kırcı’nın 25 yıl önceki
değerlendirmeleri var. Katılır veya katılmazsınız. Kaldı ki, ben de
katılmıyorum anlattıklarının büyük bölümüne. Ama, sonuçta ortada 7
kişi var, aradan 25 yıl geçtikten sonra bu insanın da çoluğu çocuğu
var. Olaylara bugün nasıl bakıyor? İnsanların bazı olaylardan ders
çıkarması, Anadolu’dan getirilen saf insanların nasıl
kullanıldığının gösterilmesi açısından Haluk Kırcı’nın yaptığı
açıklamalar da bana göre son derece çarpıcı. Çünkü, “bizler
kullanıldık, limon gibi sıkıldık bir kenara atıldık” diyor. Bugün
olsa, hiçbir zaman öyle bir olay yapmayacağını söylüyor. Sonuçta bu
kişinin cezası kesinleşmiş, hüküm giymiş, bu saatten sonra
olaylarla ilgili yazılanlardan dolayı bir beklentisi olmamasına
rağmen bunları söylüyor. Bunların da, kamuoyunca bilinmesinde fayda
var. Ders çıkarmak açısından önemli diye düşünüyorum.
Devletin bir suçlu olan
Abdullah Çatlı’yı kullanması var, ancak Çatlı’nın da bundan bir
menfaat sağlaması var. Bu olaylarda devlet mi, Çatlı mı daha
kazançlıydı?
Dünyanın her ülkesinde bazı
kişiler kullanılır. Onlardan birisi de Çatlı. Kullanılmasının
karşılığında da, arandığı bir dönemde yakalanmaması, cezaevine
konulmaması, normal hayatını sürdürmesi sağlanıyor. Kendisine
kimlik veriliyor, pasaportlar veriliyor, Meclise girebiliyor, bir
siyasi partinin lideriyle çok rahat görüşmeler yapabiliyor,
partilerin genel kurullarına kadar girebiliyor. Kimisi bu kişiyi
tanıdığını söylüyor, kimisi “tanımıyorum” diyor. Kimisi, “ben
Mehmet Özbay olarak tanıyorum” diyor. Korkut Eken’i sevmemin
sebeplerinden birisi de şu; olayların gerçeğini söylüyor.
Mahkemede, Mehmet Özbay kimlikli kişinin Abdullah Çatlı olduğunu
başından beri bildiğini söylüyor.
Medya da yapmadı mı “Susurluk”
benzetmesini?
Kesinlinle, kamuoyunun o şekilde
bilmesi son derece doğaldır. Çünkü, bir bakıyorsunuz sivil araba,
arkasında silahlar, belgeler, isimler, sivil görevliler, itirafçı
bir kişi. Bunlar yer aldığı zaman, Susurluk benzeri bir görüntü
var. Ancak biraz araştırdığınız zaman, bu ilişkiler yumağını
çözüyorsunuz. Şemdinli ile Susurluk bağı, ilk gün kurulmaya
çalışıldı. Başbakan, ilk saatlerde “Olay lokal değildir” dedi.
Susurluk komisyonu eski başkanı Mehmet Elkatmış, “Susurluk’tan da
beter” gibi açıklamalar yapıyor. Benzer açıklamalar, yöreden gelen
haberler de yine aynı paralelde. Bunlar tamamen, kamuoyunun
zamanında bilgilendirilmemesinden kaynaklanıyor. Hemen o günlerde
yetkililerin “Olaya savcılık tarafından el konulmuştur”
açıklamaları, askeri yetkililerin “Olaylar nereye kadar giderse
gitsin üzerine gidilecektir” açıklamaları, hakikaten Susurluğun
daha büyüğü olduğu izlenimini yarattı. Oysa olayı araştırdığımız
zaman; araç Jandarmaya kayıtlı resmi araç, arkasındaki silahlar
Jandarmanın kuvvetiyesindeki resmi silahlar, bazı belgeler
Jandarmaya ve istihbarata ait sıradan evraklar, o konuyla ilgili
araştırma yapan birinde zaten bulunması gereken belgeler.
Arkasından, bir askerin ateş ettiği söyleniyor, ki o olayla bu
olayın hiç bağı yok.Yani o kişi eşini Van Devlet Hastanesine resmi
olarak sevk ediyor, oradaki muayenesini yaptırdıktan sonra akşam
Şemdinli’ye geliyor. Şemdinli ilçesinin girişinde, bakıyor ki
kalabalık bir grup önünü kesip kimlik kontrolü yapıyor. Basına
görüntü olarak da yansıdı, Şemdinli’nin girişinde “PKK kontrol
noktaları” sözde oluşturulmuş. Birileri eşinin saçından çekip
araçtan indirmeye kalkışıyor. Onun da, silahını çıkarıp ateş etmesi
var. Silaha, savcılık silaha el koydu. Ölen bir kişinin ve
yaralanan dört kişinin bu olaydan mı, öldüğü ve yaralandığı da,
balistik raporu sonucu ortaya çıkacak. Yani olayın ne olduğu,
nereden kaynaklandığı, kitapçıya kimin bombayı attığı netleşmiş
değil. Soruşturma sonucu anlayacağız biz de, ama bir Susurluk olayı
olmadığı anlaşılıyor bunun.
Seferi Yılmaz, sıradan biri değil
Şemdinli olayları, AKP hükümetine karşı
yeni bir 28 Şubat tetikleyicisi olabilir mi? Tekrar 28 Şubat gibi
bir olay yaşarsak neler olur, neler girer gündemimize?