Bu kitap medyayı karıştıracak!
Abone olMilliyet yazarı Hasan Cemal, Cumhuriyet gazetesinde geçen 18 yılını "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" adlı kitabında anlattı. Cemal İlhan Selçuk'u şöyle tarif ediyor.
Milliyet Yazarı Hasan Cemal, Cumhuriyet gazetesinde geçen 18
yılını (1973 - 1992) "Cumhuriyet'i Çok Sevmiştim" adıyla kaleme
aldı. Kitap adının alt satırı ise sanki bir yanlış algılamaya yer
vermemek için, "Cumhuriyet Gazetesi'ndeki 'iç savaş'ın perde
arkası".
Cemal, bu kitabıyla sadece anılarını anlatmıyor. Basın tarihinin
önemli bir dönemine bizim de tanıklık etmemizi sağlıyor.
Hasan Cemal, basında büyük olay olan, 11 yıllık genel yayın
yönetmenliğinin sona ermesine yol açacak kavgaları, bütün
içtenliğiyle ilk defa ortaya koyuyor. Özellikle İlhan Selçuk'la
olan inişli çıkışlı ilişkilerini, kendi deyimiyle "vazo
kırılıncaya" kadar, gerek tuttuğu günlükten, gerekse notlarından
yararlanarak anlatıyor.
Basında ismini bildiğimiz, tanıdığımız, yazılarını okuduğumuz
yüzlerce gazeteci, yazar birer birer Hasan Cemal'in satırlarında
boy gösteriyor. Bu kitapta kimler yok ki? Tabii ki İlhan Selçuk,
Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Oktay Akbal, Okay Gönensin, Şahin Alpay,
Cengiz Çandar, Osman Ulagay, Yaşar Kemal, Abidin Dino, Vehbi Koç.
Ayrıca Kenan Evren ve Turgut Özal da bir ucundan basın tarihinde
yerlerini alıyor. Bu isimler kitapta geçen isimlerden sadece
birkaçı. Neredeyse cumhuriyetle yaşıt olan Cumhuriyet gazetesinin
sahipleri Nadir Nadi, Berin Nadi, Emine ve Leyla Uşaklıgil'in
bilinmeyen yönlerini de öğreniyoruz.
Gidenler dönüyor
1991 yılında, ideolojik, yönetsel farklılık, Cumhuriyet gazetesi
içinde İlhan Selçuk - Uğur Mumcu - Ali Sirmen - Oktay Akbal
kanadıyla, Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal ve Yazı İşleri müdürü
Okay Gönensin kanadı arasında (Şahin Alpay vb. gibi gazeteciler de
Cemal'e destek veriyor) kavgaya ve bir ayrılığa dönüşüyor. Önce,
İlhan Selçuk'lar ayrılıyor gazeteden. İstifaların arkası
kesilmiyor. Ayrılanların "Cumhuriyet okumuyorum, çünkü Cumhuriyet
okuruyum" sloganıyla yürüttükleri faaliyet Hasan Cemal
yönetimindeki Cumhuriyet'in satışını 120 binlerden 40 binlere
düşürüyor. Zor durumda kalan gazeteyi daha zor bir durumda
bırakmamak için Hasan Cemal 4 ay sonra görevini bırakıyor.
Arkasından da İlhan Selçuk yeniden yönetimi ele alıyor. Bu durum
bugüne kadar da sürüyor.
Cemal'in, İlhan Selçuk'a yönelik eleştirileri herhalde şimdiye
kadar hiç dile getirilmemiş anılarıyla birleşince büyük tartışma
çıkaracak. Ancak, kitabı bir tartışma kitabı olarak okumak yanlış
olur. Cemal'in kitabı basın tarihinin bir dönemine ışık tutuyor.
Eleştirilerine rağmen Hasan Cemal'in bir dileği var. Önsözünü de bu
dilekle kapatmış: "Cumhuriyet gazetesinin yaşamaya devam
etmesi..."
Orhan Pamuk'a Oktay Akbal öfkesi
Cuma, 19 Nisan '91
Sevgili yazarlarımızın, "şeker abiler"in Cumhuriyet'te "yorum
yelpazesi"ni nasıl daraltmaya çalıştıklarının ilginç bir örneği
daha. Körfez Savaşı sonrası Irak Kürtleri akın akın bizim
sınırlardan içeri girdiler.
Bu insanlık dramını yazmak için aklıma Orhan Pamuk geldi. Celal
Üster aracı oldu. New York geliş gidiş bileti karşılığında röportaj
için anlaştık. Memnun kaldı, çünkü o da ilk kez böyle bir şey
yapıyordu. Geçen 12 Nisan tarihli birinci sayfanın göbeğinden büyük
bir fotoğrafla ilk röportajını girdik Orhan Pamuk'un:
"Kürtlerin Kara Günlüğü... Orhan Pamuk Irak sınırına gitti,
izlenimlerini Cumhuriyet'e yazdı."
Sabahleyin odamda keyifle okuyordum.
Birden Oktay Akbal karşımda! Baktım öfkeli. "Nereden çıktı şimdi bu
Orhan Pamuk?" diye sordu sinirli bir ses tonuyla. "Oktay Abi fena
mı?" dedim, "Orhan Pamuk ne güzel yazmış. Romanı da on baskı yaptı,
okunuyor." Yüzü daha çok asıldı, "Tezgâh bunlar tezgâh!" deyince
ben de sinirlendim:
"Nereden çıkarıyorsun tezgâhı Oktay Abi?.. Ayıp bunu bana söylemen.
Tezgâhla bir roman on baskı yapmaz. Ayrıca bak, saçına ak düşmüş,
artık senden sonrakilere biraz hoşgörüyle bakabilmelisin."
Nadi: Müdürlüğün 1 Nisan şakası sanılır
Nadir Nadi'den (Cumhuriyet'in sahibi ve başyazarı) telefon geliyor:
"Üç aday vardı: Altan Öymen, Orhan Erinç, sen. Ben seni
seçtim."
Sevinçten uçacaktım. Kendimden başka kimseye itiraf edemediğim ve
birkaç yıldır beni içten içe yakan bu istek sonunda
gerçekleşiyordu. Tarih, 31 Mart 1981. Nadir Bey'le baş başayız.
Soruyor Nadir Bey: "Hasan Cemal, genel yayın müdürü olarak adını
künyeye ne zaman yazacaksın?"
Ben duraksayınca, "Yarın 1 Nisan. Herkes şaka sanır. Künyedeki
değişikliği ertesi güne bırak" diyor.
Selçuk takiye yapardı
Selçuk, Moskova'ya, hatta TKP'ye yakın ve sempatiyle bakan
düşüncelerini, görüşlerini Nadir Nadi'nin önünde genellikle
sakladı. Nadir Bey'in nabzına göre şerbet vermeye çalıştı daha
çok... İlhan Selçuk, bu fikirlerini kendine özgü bir "Atatürkçülük
sosu"yla bulandırarak üstü örtülü sunduğu için Nadir Bey'in gözünde
genellikle farklı görünmeyi başardı.
Atatürkçülük, Kemalizm paravanlarını kullanmaktan hiç vazgeçmedi.
Çünkü yüzü her zaman "kışla"ya dönüktü. "Askerle iş tutmak!"
aklından hiç çıkmadı. İlhan Selçuk aslında gerçek bir "takiye
ustası" sayılabilirdi.
Nadir Nadi: İrticacıları sallandırmak lazım
Nadir Nadi de 1950'de Demokrat Parti'nin (DP) genel seçimleri
kazanarak iktidara gelmesini içine tam sindirebilmiş değildi.
Nadi'nin İslamcı akımlar, "irtica" konusunda demokrasi kültürü
açısından pek öyle hoşgörülü olduğu söylenemezdi. 1987 yılı temmuz
ayındaki bir sohbetimizde söz "irtica"dan açılınca şöyle demişti:
"İnsanın içinden, 'Kur şu İstiklal Mahkemeleri'ni bir daha,
sallandır hepsini' demek geçiyor."
Kemal: Cumhuriyet askerin gazetesi oldu
Frankfurt, 19 Ekim 1997. Ödülünü alan Yaşar Kemal'i görmek için
oteline gittim. Barda Kemal, Livaneli, Osman Okkan ve Alman kız
arkadaşı oturuyor. Bir ara Cumhuriyet ile İlhan Selçuk'tan açıldı
konu. Şöyle dedi: "Ben Cumhuriyet olayında Hasan Cemal'in aleyhine
çalıştım. Ama o hiç sesini çıkarmadı. Ben Cumhuriyet kurtulsun diye
öyle davranmıştım. Doğan Avcıoğlu, şimdi ilk defa açıklıyorum, 'Bir
daha görüşmem İlhan Selçuk'la... Görüşürsem, kendi kendimi
küçültmüş olurum' demişti. Haklıymış!
Koca Cumhuriyet'i askerin gazetesi haline getirdi. Bana, benim
gazetemde, Cumhuriyet'te 'vatan haini' denmesine sesini çıkarmadı.
Paris'te, Abidin Dino'ya sormuştu, 'Yaşar Kemal burada hakikaten
tanınıyor mu?' diye... Bu ne biçim kıskançlık! İlhan'ı ben soktum
Cumhuriyet'e."
Berin Nadi: İlhan'a bak Stalin gibi
yürüyor
İlhan Selçuk, başında bir zamanlar Almanya'da daha çok
komünistlerin giydiği ve "solcu simgesi" sayılan Alman denizci
kasketi. Gümüş rengi saçları siyah kasketin altından gelişigüzel
fırlamış... Gözlerinin altı şiş şiş... Kalabalığı yararak
yürüyor.
Berin Hanım beni dürtüyor: "İlhan'a bak, Stalin gibi yürüyor!"
Nadi: Kim koydu o Yahudi'nin yazısını?
Cuma, 31 Mart '89
İshak Alaton'un Cumhuriyet'te çıkan bir yazısı yüzünden ortalık
birbirine girdi gazetede. Nadir Bey öfkeli: "O ... Yahudi'nin
yazısı neden çıktı?" diye soruyor, "Kim aracı oldu? İngiliz mi?"
(Emine'nin erkek arkadaşı David Tonge için Nadir Bey böyle der.)
Nadir Bey. Okay'ı haşlamış telefonda. "Kötü bir yazı!" demiş.
Nadir Bey'in "O ... Yahudi" sözü beni rahatsız etti. Demek çok
eskilerde, 1930'lu yılların Viyana'sında kaldığını sandığım
"anti-semitik damarı"nın bazen kabardığı oluyor.
Bu, aramızda genellikle konuşulmayan bir konu. Viyana yıllarından
kalma duygu ve düşüncelerinin bugün hâlâ ne kadar geçerli olduğunu
bilemiyorum. Ancak Nadir Bey'in -öyle belli etmese de- Yahudilere
karşı, İsrail'e karşı pek öyle sempati beslediğini sanmıyorum.
Nadi: Fingirderse işten atarım Hasan'ı
Pazar, 7 Aralık '86
Uğur Mumcu'yla cuma günü Kumkapı'da öğle yemeği. Laf lafı açınca
anlattı Uğur. 1982 yazında evliliğim iyi gitmediği için bir süre
evden ayrılmıştım. O dönemde bir gün Nadir Bey sormuş Uğur'a:
"Hasan Cemal, Emine'yle fingirdiyormuş, doğru mu?"
Uğur da gerçeği söylemiş, hayır demiş.
Nadir Bey'in tepkisi: "Emine'yle bu işi yapanı gazeteden
atarım!"
Uğur Mumcu'yu kıskanıyorduk
Uğur Mumcu'yla, 12 Mart öncesi Devrim dergisinde Uluç Gürkan'la
birlikte "fedai" yazı işleri müdürleri olarak çalışırken
tanışmıştım. O zaman fazla samimi olmamıştık. Uluç da, ben de ona
karşı mesafeliydik.
Belki bir ölçüde kıskançlık yatardı bunun altında. Ona dergide köşe
açan Doğan Avcıoğlu'nun Ankara Hukuk Fakültesi'nde idare hukuku
asistanı olan Uğur Mumcu'ya bizden daha farklı bir önem verdiğinin
farkındaydık.
Belki de bunu çekemiyorduk. (H.C)
'Mostralık krizi'
Nadir Bey öldükten bir süre sonra Berin Hanım tutturdu, bir
teşekkür turu yapmak için. Nadir Nadi'nin ölümü dolayısıyla yakın
ilgi gösterenleri ziyaret etmek istiyordu. Tuhaftı ama peki
dedim.
İlk ziyaret Vehbi Koç'a yapılacaktı. Feyyaz Tokar araya girdi. 18
Ekim 1991 Cuma günü üçümüz birlikte Vehbi Koç'un Büyükdere'deki
evine gittik.
Salonda içkiler yudumlanıyor. Vehbi Koç'un özel sekreteri Hatice
Hanım da var. Berin Hanım'ın derdi benimle. Lafı nedense orasından
burasına getiriyor, beni iğneliyor. Yazarlardan söz açılınca şöyle
diyor:
"Haddine mi düşmüş yazarlara karışmak Hasan Cemal'in..."
Lahavle çekiyorum.
Feyyaz Abi'yle göz göze geliyoruz, idare et havasında. Herkes
biliyor Berin Nadi'nin densizliğini... Birazdan müsaade isteyip
Sakıp Sabancı'nın bir kokteyline gitmek zorunda olduğumu
söyleyince, Berin Hanım kesik kesik gülüşüyle olmadık bir laf
ediyor:
"İşte Vehbi Bey, mostralık genel yayın müdürü! Dolaştırıyoruz
böyle. Yazarlar da yazıyor!"
Yalnız ben değil, odadaki herkes donup kalıyor. Kan beynime
fırlıyor. Allak bullak oluyorum. Feyyaz Tokar'ın gözleri
büyüyor.
"Biraz daha terbiyeli olabilirsiniz Berin Hanım!" diyerek ayağa
kalkıyorum, Vehbi Koç'tan özür dileyip çıkıyorum.
Sonra düşünmüşümdür. Bu "mostralık krizi" hiç olmasaydı, gazete içi
tartışmalarda bu kadar katı ya da kararlı olabilir miydim diye.
Bilinçaltımı bilemem.