Gülen'in sözleri tartışılıyor
Abone olFethullah Gülen ne söylese olay oluyor tartışılıyor. Gülen akademik The Muslim World dergisine konuştu. İlahiyatçılar Gülen'in sunduğu teklifi ve çözüm önerilerini yorumladı.
İslam üzerine araştırmalarıyla dikkkat çeken akademik The Muslim
World (İslam Dünyası) dergisine M. Fethullah Gülen’in verdiği
röportajı değerlendiren ilahiyatçılar, sunulan tekliflerin ve çözüm
yollarının mantıklı ve gerçekçi olduğunu belirtti. Gülen’in verdiği
röportajda İslamî hassasiyetlerden taviz vermediğini belirten
ilahiyatçılara göre, Fethullah Gülen’in çözümleri makul olduğu için
alaka görüyor ve çözüm önerileri realiteden kopmuyor. Gazetemizde
beş gün boyunca yayınlanan röportajı ilahiyatçılar şöyle
değerlendirdi:
Gülen Müslim Worl'e konuştu
Gülen hilafete karşı
Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay (Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Öğretim Üyesi)
Fethullah Gülen Hocaefendi gerçekçi bir insan, konuşurken
çevresinde, Türkiye’de ve dünyada neler olup bitiyor, neler
gelişiyor bunları hep takip ediyor. Olaylara bakarken külli bir
bakış açısı sergiliyor. Dolayısıyla değerlendirmeleri havada
kalmadığı gibi realiteyle örtüşme noktasında görülüyor. Realiteden
kopmuyor. Çözümler, makul oluyor, makul olduğu için de alaka
görüyor. Verdiği demeçlerde İslami hassasiyetlerden taviz
vermiyor.
Fethullah Gülen Hocaefendi, hilafetin yeniden ihyasının çok zor
olduğu gibi, bütün Müslümanlara kabul ettirmenin de imkansız
olduğunu söylüyor. Bu, son derece isabetli bir tespit. Bugün
hilafet gösterilerinin nerelerden ve ne maksatlarla çıkarıldığına
iyi bakılması gerekir. İçtihat kapısının kapanmadığı; ama ehil
olmayan kimselerin elinde kaldığı için kapalı olmasına dikkat
çekiyor. Ehil olan kimseler için ise sonuna kadar içtihat kapısı
açıktır. Hocaefendi’nin bu düşüncesi son derece isabetlidir.
Rönesans konusundaki değerlendirmesini de son derece isabetli
buluyorum.
“Eğer Rönesans, yitirilmiş insanî değerlerin keşfedilip ortaya
çıkarılması; insanların yeniden evrensel ahlâkî değerlere
yönelmesi; müstebid idare ve idarecilerin sorgulanması hatta
bazılarının bertaraf edilerek demokratik telakkiye yürünmesi;
sanata, bediiyyata yönelmede patlamaların yaşanması; o güne kadar
ihmal edilegelen tekvinî emirlerin dikkatle okunup yorumlanması;
hakikat aşkı, araştırma iştiyakı, ilim tutkusu gibi hususların
gelişip yaygınlaşması ve dinin vazgeçilmezliğinin, çağın idrakine
göre yeni bir eda ve yeni bir üslupla bir kere daha seslendirilmesi
ise bu çerçevedeki bir hareket İslam coğrafyasında, Hicrî 3. ve 4.
asırlarda en göz kamaştırıcı şekliyle gerçekleştirilmiş ve bir
mânâda Batı Rönesansı’na da örnek teşkil etmiştir. İşte biz, bütün
samimiyetimizle böyle bir Rönesans telakkisinin hep yanındayız ve
yanında olacağız. Akılda, kalbde, ruhta ve tefekkürde diriliş de
diyeceğimiz böyle bir oluşumu tahakkuk ettirme peşindeyiz.” diyerek
konuya verdiği önemi dile getiriyor.
Prof. Dr. Mehmet Aydın (Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi):
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Muslim World” dergisindeki
röportajda İslamiyet’le ilgili son derece önemli konulara temas
edilmiştir. Bu röportajda benim en çok üzerinde duracağım konu
“bugün İslam dünyasında hilafetin mümkün olamayacağı” şeklindeki M.
Fethullah Gülen’in tespitidir. Bence bu tespit son derece
yerindedir. Her ne kadar bugün İslam coğrafyasında ümmet birliği
ideali ve hevesi bazı Müslüman kesimlerde canlı şekilde yaşatılsa
da ben de bu çağın bir ümmet çağı olmadığını, hem İslam
coğrafyasının hem de Müslümanların genelinin bir ümmet birliği
içinde toplanmasının bugün imkansız olduğu kanaatindeyim.
Çünkü İslam dünyasının ekonomik, politik ve bilimsel yönlerden
içinde bulunduğu çıkmazlarla ve büyük çoğunlukla her alanda Batılı
ülkelere duyduğu bağımlılıkla ümmet birliğinin tahakkuku hiçbir
zaman mümkün görülmemektedir. Bana göre hilafet de ümmet birliğinin
üzerine oturan bir siyasal kavramdır. Avrupa Birliği’ni oluşturan
devletler gibi İslam dünyasını oluşturan devletlerin de ilkin
politik, ekonomik ve bilimsel yönden büyük bir değişim göstermeleri
ve demokratik mânâda kendi yönetimlerini insan hak ve hürriyeti
üzerine kurduktan sonra ancak gelecek yüzyıllar için bir ümmet
birliğinden söz edilebilir. Fakat bunun için bugün böyle bir ümidin
bile söz konusu olmadığı rahat bir şekilde söylenebilir. Bu açıdan
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’in değerlendirmelerinin isabetli
olduğunu söyleyebilirim.
Prof. Dr. Hüseyin Elmalı (9 Eylül İlahiyat Fakültesi):
Röportajı zevkle okudum. Hocaefendi’nin The M. World dergisinde
gündeme getirdiği konular zaman zaman akademik çevrelerin de
üzerinde durduğu, tartıştığı önemli konular. Özellikle
Hocaefendi’nin kadınlarla ve hilafetle ilgili tespitleri yerinde.
Bütün bu tespitler Hocaefendi’nin aynı zamanda sürekli okuduğunu,
güncel olayları çok yakından takip ettiğini ve kendisini
yenilediğini gösteriyor. Toplumun her zamandan daha fazla huzura,
barışa ihtiyacı var. Böyle bir dönemde İslam’ı bu şekilde doğru
anlayıp yorumlamanın da bunda katkısı olacak... Hocaefendi, her
zaman olduğu gibi bu katkıyı ziyadesiyle yapıyor.
Prof. Dr. Orhan Çeker (Selçuk Üniv. İlahiyat Fakültesi):
Fethullah Hocaefendi’nin ilgili dergiye verdiği beyanatında
sorulara verdiği cevaplar İslam’ın o konudaki genel prensiplerinden
ibarettir. İfade edilen o genel prensipler aynen doğrudur ve o
beyanlara katılıyorum. Fethullah Hoca konunun ayrıntılarına girmiş
olsaydı belki çok ince ayrıntılarda farklı fikirler ortaya
çıkabilirdi; ancak o ince ayrıntıları da önemli görmüyorum. Verdiği
beyanatın satır aralarına baktığım zaman sanki o ince ayrıntılarda
da şahsen katılacağım şeyler söyleyecekti. İnsanların temel hak ve
hürriyetleri, azınlıkların din özgürlükleri, fikir hürriyeti...
konusunda söylediği ve ‘İslam’ın öngördüğü ilkelerdir’ dediği
beyanlar olduğu gibi katıldığımız ve gerçekten de İslam’ın
öngördüğü ilkelerdir.
Aslında insanlık asırlarca geçirdiği acılar dolu tecrübelerle o
ilkelere muhtaç olduğunu anlamış ve iş varıp onlara dayanmıştır.
Şimdiye kadar uluslararası nitelikte ilan edilmiş ilke ve kriterler
hep ulvî esaslara, insanların muhtaç olduğu ve onu kanıksadıkları
anlamına geliyor. Biz insanların bir an önce fıtrî olan yapıya
gelmelerini arzu ediyoruz. O fıtrî yapıya çok acı tecrübelerden
sonra varmak maalesef kıymet ifade etmiyor ve zararları bir an önce
def edici olmuyor. Acı tecrübeler geçirmeksizin evrensel anlayışa
sahip çıkmak gerekiyor. İnsanlık, tarihte fasid anlayışlardan
dolayı çok sıkıntı çekti. Zulüm ve sıkıntıların artık medenî bir
anlayışla son bulmasını istiyoruz.
Dr. Cüneyt Eren (9 Eylül İlahiyat Fakültesi):
Mülakatta öne çıkan konu ve satırlar ile Gülen’in verdiği cevaplar
kısaca şöyle: İslam’da şahıs-devlet ilişkisi sorusuna vermiş olduğu
cevapta İslam’ın mutlak ve sınırsız ferdiyetçiliği reddettiğini,
kişinin yaşadığı toplum içinde bağlı olduğu kuralların
olabileceğini vurguluyor. İslam’ın ferde ilzam ettiği metafizik
mülahazalarının yanı sıra sosyal, siyasî, iktisadî, ahlâkî ve
hukukî meselelerinden de sorumlu, dengeli bir model sunuyor.
“İslam’da devlet anlayışının yeri nedir?” sorusuna verdiği cevap
net ve çok mânidar. Gülen’e göre devlet vatandaşlarına, temel hak
ve hürriyetlerin sağlanması; siyasî katılımın gerçekleşmesi,
azınlıkların inançlarına göre yaşamasına izin verilmesi, fert ve
toplumun karar mekanizmalarının üzerinde ağırlıklarını
hissettirmesi, herkesin bir başkası üzerinde belli yollarla baskı
kurmaması şartıyla kendini ifade edebilmesi ve inandığı şekilde
yaşaması gibi kendi dinini yaşama fırsatı veriyor ve onları
değerlerini öğrenme, düşünme ve uygulama alanında destekliyorsa
böyle bir sistemin Kur’an’ın öğretilerine aykırı olduğu söylenemez.
Ortada böyle bir devlet varsa, alternatif bir devlet arayışına
ihtiyaç yoktur. Hiç kimse, yukarıdaki haklarla ilgili olarak Kur’an
ve Sünnet’in ortaya koyduğu evrensel değerleri görmezden
gelemez.
Gülen ‘şeriat’ olgusunu bazılarının ‘dinî kurallara göre kurulmuş
bir devlet’ olarak anladıklarını oysa ‘şeriat’ın din kelimesinin
bir mânâda müradifi ve Allah’ın emirleri, Peygamber Efendimiz’in
(sas) sözleri, tavırları ve icma-ı ümmet esaslarıyla müeyyed bir
dinî hayat olduğunu ifade ediyor. Bu şekilde dindarane bir hayatın
içinde devlet idaresiyle alakalı kuralların ancak yüzde beş
nispetinde olduğunu vurguluyor. “İslam demokrasi ile bağdaşır mı?”
sorusuna Gülen’in verdiği cevap kısaca ‘İslam demokrasiyi
zenginleştirir.’ şeklindedir. Gülen’e göre insanlar, yasama ve
yürütme organlarını farklı usullerle seçebilirler. Dinin Allah’ın
hâkimiyetine, demokrasinin ise milletin re’yine dayandığı görüşü
yanlıştır. Ona göre ‘hakimiyet, kayıtsız-şartsız milletindir’ sözü,
hükümranlığın -haşa- Allah’tan alınarak insanlara verilmesi demek
değildir. Aksine hükümranlığı insanlara tevdi eden Allah’tır. Başka
bir ifadeyle Allah, hükümranlığı, baskıcı ve despotik bireylerin
elinden alıp toplumun üyelerine, yani cumhura vermiştir. Gülen’e
göre siyaset İslam’ın temel meselesi olmayıp, erkân-ı imaniye ve
esasat-ı diniyeden değildir.
Ona göre, Kur’an’da yer alan bir kısım hükümlerin siyaset, devlet
yapısı ve yönetim biçimleriyle alakası, biraz da ilgi kuran
şahsın/şahısların bakış açıları, İslamî heyecanları, sadece tarihî
tecrübeleri nazar-ı itibare almaları ve İslam toplumunun
problemlerinin siyaset ve idare yoluyla daha rahat çözülebileceği
düşüncesiyle hareket etmeleri bu yanlış anlamalara yol açmış olsa
gerek. Bu mülahazaların hepsinin kendine göre bir mânâ ifade ettiği
muhakkak; ama gerçek sadece bu yaklaşımlarla sınırlı değildir.
“İslam dünyasında neden entelektüeller yetişmiyor?” sorusuna
verdiği cevap, ancak bir entelektüelin verebileceği bir cevapla
çıkıyor karşımıza, ancak tevazuundan adresi genelleştirilerek
‘varlığının şuurunda olma, kelam sıfatından gelen Kur’an-ı Mübin
gibi, kudret ve iradenin Kitab-ı Kebîr’i sayılan kainatı ve bu
muhteşem kitabın tekvinî emirlerini iyi okuyup değerlendirme,
içinde yaşadığı çağın farkında ve her zaman onunla hesaplaşmasını
bilme, bildiklerini de gerektiğinde tereddüt etmeden seslendirme’
şeklinde sunuyor entelektüelin tarifini. Temel kaynaklarla beslenen
böylesi bir okumanın çağın idrakine tatbikini getireceğini
vurguluyor.