Baykal ağzındaki baklayı çıkardı

Abone ol

Baykal, neden 2006'da ısrarla seçim istediğini Aksiyon'a anlattı. Baykal'ın asıl amacı seçim değil.. Tek amaç, Köşk'ün kaderini, AK Parti'nin eline bırakmamak..

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yeniden genel başkan seçildiği kurultayda parti içi muhalefetin gölgesinden şimdilik kurtuldu. Rahat bir nefes aldı. “Seçim” meşalesini de yakan Baykal, Aksiyon’un sorularını cevapladı. Seçimden cumhurbaşkanlığına, genelkurmay başkanlığı tartışmalarından ‘üst kimliğe’ önemli açıklamalarda bulundu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, yeniden seçildiği kurultayda ‘seçim meşalesi’ni de yaktı. Parti içi muhalefetin gölgesini dağıtarak rahatlayan tecrübeli siyasetçi, adımlarını Türkiye’yi seçim havasına sokma yolunda atıyor atıyor. AK Parti’yi seçim ve cumhurbaşkanlığı konularında ısrarcı olmaması için uyarıyor, “Bedelini, 2006’da olmazsa 2007’de ödersin.” diyor. Ülkedeki gelişmelerden endişe duyduğunu belirtiyor: “Çare halkta. Şu an tebliğ aşamasındayız. Artık, darbe dönemlerinin kapısı kapanmıştır.” Baykal, CHP Genel Merkezi’ndeki ‘Şeyh Edebali’nin öğütleri’nin hâlâ asılı durduğu makam odasında Aksiyon’un sorularını cevapladı. -Kurultay bitti ama hâlâ eleştiriler var. CHP hakkındaki değerlendirmeler, CHP gerçeğinden çok bu değerlendirmeyi yapanların zihin haritalarını ortaya çıkarıyor. CHP uzun bir tartışma ve çekişme süreci yaşadı. Şimdi geldiğimiz nokta onları hayal kırıklığına uğrattı. Bir siyasi parti, kendi içinde sürekli kavgalı olamaz. CHP, artık, bir parti oluyor. Büyük Kurultay bir sonuçtur. Muhalefet girmedi değil, giremedi. Bunları yapanların etkinliği, inandırıcılığı ve partide bir siyasal dayanağı kalmadı. Kurultayımız, partinin temel değerleri ve genel başkanı etrafında büyük bir bütünleşme sergiledi. Dört yıl öncesiyle bugün çok farklı -Enerjinizi artık iç çekişmelere harcamayacaksınız? Türkiye, kargaşalar, çözülmeler içinde. Böyle bir dönemde CHP gibi bir temel siyaset kurumunun iç bütünleşmesini ortaya koyması umut verici olmuştur. Bakın ne tartışmalar yaşıyoruz. En temel kurumlarımızdan biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri içinde bir çatışma yaratmaya yönelik davranışları hepimiz üzüntüyle izliyoruz. Terör ve etnik çatışma ortamı yaratmaya yönelik bilinçli bilinçsiz çabalar sürdürülüyor. Çok büyük gerginlikler yaşanıyor her alanda. Uluslararası ilişkilerimizde ciddi sorunlar var. İşte, Avrupa Birliği “Lozan’ın azınlık tarifi yetmez, genişletin” söylemine yöneliyor. -Bu tabloda erken seçim startı verdiniz. Ama 2006 ilkbaharını değil de sonbaharını işaret ettiniz. Derdim Türkiye’ye bir erken seçim dayatması yapmak değil. Erken seçim baskısı, talebi peşinde değilim. Türkiye’de dört yıllık seçim süresinin normal olduğunu düşünüyorum. Evrensel kabul gören bir süredir bu. Tarih boyunca dört yılı aşmadık. Dört yıl makbuldür. -Neden makbul? Çünkü, Türkiye dinamik, hareketli bir toplumdur. Genç bir nüfusumuz var. Her yıl bir milyon kadar insan seçmen havuzuna dahil oluyor. Ayrıca, sorunlar var. Dört yıl öncesiyle bugün farklı. AB süreci, Kıbrıs ve terör süreciyle ilgili olarak yaşadıklarımız artık yeni bir karar, anlayış ve taze değerlendirme ihtiyacını ortaya koyuyor. Bunu yok sayamazsınız. “Ya geçsin biraz daha götürelim” olmaz. Dört yıldan beri bu politikayı götürüyorsun. Bak! Ciddi krizler çıkmaya başladı. Yapılacak iş, normal demokratik sistemde vatandaşa sormaktır. Kendimizi ona göre ayarlayalım. Sorunlar, makul sürenin ötesine geçmeden bir siyasi değerlendirmeyi gerekli kılan şartları oluşturuyor. -Yaşanmakta olan süreç, bunu zorunlu mu kılıyor? Tabii, bugünkü iktidarın yol açtığı ciddi gerginlikler var. Tartışma nereye sıçradı şimdi? TSK ile ilgili söylemler başladı. Oradan resmi açıklamalar, yanıtlamalar gelmeye başladı. Bunları, seçime kadar yaşayacağız. Daha üçüncü yıldayız. “Dördüncü yılı, sonra beşinci yılı da yaşayacağız” dersek Türkiye’nin sağlıklı yönetimi açısından iyi bir tercih yapmış olmayız. Bunu ifade ediyorum. Siyasi parti hesabı yapmadan. Kim kazanır, kime yarar, ne olur? Bu hiç önemli değil. Bir iktidarın dört yıl devam etmesi önemli olaydır. Türkiye istikrar döneminde ne kazanırsa kazanacak. Bunu başarmışız. Bu defa başka sorun yaratmayalım, anlamsız bir şekilde götürmeyelim. Onlar da biliyorlar götürmemeleri gerektiğini. Ama şimdi nedense, bütün bu sakıncaları, sıkıntıları bildikleri halde “Yaşayalım ne olur?” diyorlar. AK Parti’nin cumhurbaşkanlığı ısrarı endişelendiriyor -Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkilendiriliyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi ise cumhurbaşkanını seçilecek bir parlamento seçecek. “Seçelim” ısrarı niye o zaman. - “Ben seçmek istiyorum, hakkım” düşüncesinde olamazlar mı? Buradaki mesele şu: Bu kadar gerçeği, bütün sakıncalarını bile bile, cumhurbaşkanlığı seçimini kendi lehine sonuçlandırmak için “seçimi uzatıyorum” dediğiniz zaman, çok büyük riskleri de üstlenmiş oluyorsunuz. Topluma da dayatmış oluyorsunuz o riskleri. Yani, kendi hesabınız için yapma kararını aldığınız bir uygulamaya bütün bunları kurban ediyorsunuz. Peki yapacaksın da ne olacak? Önemli bir konu ama, cumhurbaşkanlığı öyle her siyasi anlayışın siyasi hegemonyasını tesis edeceği bir alan gibi düşünülmemeli. Bakalım geçmişe. Türkiye’nin son döneminde, bu makam hiçbir siyasi görüşün hegemonya alanı olarak ortaya çıkmış değildir. -Erdoğan’ın ya da partisinin seçeceği bir cumhurbaşkanına neden karşı çıkıyorsunuz? Bakın! Bizim için önemli olan şu: Cumhurbaşkanlığının parlamentonun emrinde ya da parlamentoyu emrine almış bir nitelikte işlemesinin uygun olmadığı kanısındayız. Parlamentonun süresi ile cumhurbaşkanının süresi arasında bir farklılaşmaya gidilmiştir. Cumhurbaşkanı ve parlamentonun farklı kaynaklardan, farklı anlayışlardan ortaya çıkması, ülkenin yüksek yararlarının gözetilmesi açısından şanstır. Bunu değiştirip de, parlamentonun siyasi doğrultusunu Çankaya Köşkü’ne aynen taşırsak; parlamentoyu Çankaya’nın çizgisine koyarsak, Türkiye’yi yokuş aşağıya giden frensiz araba haline getirme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Hem de, bu çizginin ciddi tartışma ve gerginliklerin hedefi haline geldiği bir noktada. -Özal ve Demirel örnekleri var ama. Onlarda, bu durum yaşanmadı. Özal, grubu kaybetmeye başlamıştı. En kısa zamanda oraya çıktı. Sayın Demirel çıktığı zaman da DYP erimeye başlamıştı. -Cumhurbaşkanlığı hep kriz konusu oluyor. Bu nasıl aşılır? Önce iktidarın bu konuyu kapıp kaçırma anlayışının dışına çıkarması lazım. Şu andaki tablo o değil tabii ki. Cumhurbaşkanlığı konusunu kişi olarak değil, demin söylediğim özellikleriyle bilmek lazım. Yani dengenin ortadan kalkması doğru olmaz. Şu anda tebliğ görevini yapıyorum -Seçim isteğiniz, gerçekte bu tehlikeden mi kaynaklanıyor? “Zamanında seçim; Kıbrıs için de, AB için de, terör için de seçim” diyorum ben. Seçimi uzatmak, hem o konularda olumsuzluğu artıracak hem de üzerine bir başka olumsuzluğu ekleyecek bir dayatma. Bu dayatmanın Türkiye tarafından ağır bir bedel ödenerek taşınması iyi bir yönetim uygulaması değildir. -İktidar diretirse ne olur? Şimdi biz gerçeği söylüyoruz. Şu andaki görevimiz, tebliğ görevi. Tebliği yapıyoruz. Bu, budur. Söyleyelim, olabildiğince söyleyelim. Kimler alıyor, kimler almıyor, ne yapmamız lazım bunları? Hep beraber görelim. Sonra değerlendiririz öbürünü. Ama bu aşama, tebliğ aşaması. Millete söylemeye çalıştım. 2006’da zaman daralıyor. Niye bir yıl önceden yapıyorum? Çünkü, son gün yani cumhurbaşkanlığı seçiminde bu lafları söylemenin bir anlamı yok. Her gün anlatacağız. İnsanların sağduyusuna, toplumun genel doğruyu yakalama gücüne inanacaksın. Demokrasi, zaten bu demek. Ona inanıyorum, gereğini yapıyorum. Anlatacağım, söyleyeceğim. İnanıyorum ki, sağduyu hâkim olacak; olması lazım. - “İktidar bedelini öder” derken neyi kastediyorsunuz? Mantığı şu: “2006’da yapmam gerektiğini biliyorum ama 2007 sonuna kadar buradayım” dersen, bunun siyasi bedeli var; bu siyasi bedeli ödersin. Ben, şimdi fiilen seçim havasına Türkiye’yi sokmaya çalışacağım. Bu 2006’da sonuçlanmazsa, 2007’de de o kampanyayı yürüteceğim. İki yıllık kampanyaya muhatap olur iktidar, niçin uzattığının hesabını verir. Her geçen gün ortaya çıkacak sorunun doğrudan sorumlusu olmaya başlar. Yine de anlatır, bedelini ödettiririm. Onu makule ikna etmek için bütün argümanları kullanıyorum. Tehdit değil bu, bir gerçek. Ne olur? Kanama, siyasi oy kaybın devam eder. “Ettiririz” demek istiyorum. Ona rağmen “2007” diyorsan, kuşkulanmak lazım. Bu kadar bedeli ödemeyi neden göze alıyor, niye bu kadar önemsiyor bu işi? O zaman, herkes daha da kaygılanır. -Peki, “Artık, asker çare değil, çare halk” sözleriniz bir uyarı mı? Bu konularda tavrımı çok açık ortaya koydum. “İşler sıkıntıya giriyor, bu gidiş iyi gidiş değil” diye Temmuz’da milleti göreve çağırdım. Kadınları, erkekleri, vatandaşları, sivil toplumu. Bir alarm çektim. Yanlış anlaşılmaması için de, TSK’ya bir çağrı olmadığını, o çağrılarla bir yere varılamayacağını, artık biten darbe dönemlerinin bir daha açılmaması gerektiğini söyledim. Baştan beri kurguladığım siyaset anlayışımın temel noktasıdır bu. Bundan sonra da söyleyeceğim. Yani, bir özel kaygım, telaşım olduğundan değil.. -Bir duyum ya da endişeden mi kaynaklanıyor? Hiç öyle bir bekleyişim yok. Teorik ihtimal olarak dikkati çekiyorum. “Bu olmamalı” diyorum. Olmayacağına da inanıyorum. Peki, o almayacak da, bu yanlışlıklar ne olacak? Millet çözmeli. Nasıl çözecek? İşte, biz anlatırsak, konuşursak çözecek. Anlatmayı başarırsak, sivil-demokratik süreç içinde tedbirini alır toplum. -Şemdinli’de yaşanan olay sizce çözülebilecek mi? Yargının ve idari soruşturma mekanizmalarının etkin bir şekilde işlemesi lazım. Bu sağlanamazsa, tabii bir sonuç ortaya çıkar ama bu sonuç yeter derece tatmin edici olur mu bilemiyorum? -Örtbas edileceği iddiasındasınız? Yani ben aydınlığa kavuşturulması doğrultusunda şu ana kadar çıkan gelişmelerin tatmin edici olduğunu düşünmüyorum. Açık söyleyelim. -Partinizin güneydoğu politikası eleştiriliyor. Bazı milletvekilleriniz de bu görüşte? CHP güneydoğuyu ihmal mi ediyor? Ne münasebet. Türkiye, çok ciddi bir terör sorunu yaşadı. 15 yıl çok ağır bedeller ödedik. Ve terör mücadelesinin askerî boyutu başarıyla noktalandı. Terör hareketinin lideri İmralı’da. Aradan altı yıl geçti. Bugün geldiğimiz noktada terör tekrar başkaldırmaya başlamıştır. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu terör hareketinin arkasında siyasi bir proje var. Bu siyasi proje Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yöneliktir. Irak’ta yaşanan olayların Türkiye’de tekrarlanması hesabı yapılmaktadır. Terörün arkasındaki siyasi proje -İçten ve dıştan bir çaba söz konusu diyorsunuz? Böyle bir manzara karşısında herkesin çok dikkatli ve sorumlu davranması lazım. Maalesef hükümet terör tehdidi karşısında gereken duyarlılığı, kararlılığı sergileyememiştir. Hatırlarsanız, eylülde biz terör konusunda Meclis’te olağanüstü bir toplantı istedik. O gün Meclis’in toplanmasını engelleyen başbakan şimdi terör zirvesi yapıyor. Yine, Meclis bu konuyu incelemek üzere bir heyet gönderme kararı aldı. Bakın! Türkiye’deki terörün Kuzey Irak’taki tablodan büyük ölçüde beslendiği açıktır. C-4 trafiği, ölüm timlerinin giriş çıkışları hep oradan sağlanıyor. Eve Dönüş Yasası çıkarıldı. Bizi dinlemediler. Şimdi çıkarabilirler mi? Türkiye yeni bir terör sürecine doğru sürükleniyor. Hükümetin terör konusunda yapmaya çalıştığı şey maalesef, terörü yönlendiren çevrelerin sırtını sıvazlamak, gönlünü almak. Onlara hoş görünmek, onların nabzına göre şerbet vermek politikasıdır tamamen. -Başbakan’ın ‘Kürt sorunu” ve “üst kimlik” söylemi hatalı mı? O söylemle bunu yapmaya çalıştı. Zannetti ki, bunu yaparsa terör odakları ‘canım bak bu iyi niyetli’ diye düşünür ve vazgeçerler. “Aaa.. çok teşekkür ederiz” dediler; verilenleri ceplerine koydular. “Hani gerisi” dediler. “İçini doldur” falan dedikleri o. “Gerisi, hadi daha getir.” Çok açık bir hataydı. Bu, terör konusunu kavramamak demek. Uzun süredir, terörün arkasındaki siyasi projeyi söylüyorum. Başbakan aynı hatayı değişik bir çerçevede yapıyor şimdi. -Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliği konusu mu? Sosyolojik olarak Türkiye’de birbirinden farklı etnik ve ırkî özellikler taşıyan insanların, kimliklerin bulunduğu bir gerçektir. Bunların her biri saygıya değerdir, her birinin haklarını, kimliğini saygıyla karşılamak zorundayız. Herkes kendi kimliğini istediği gibi söyleyebilir, dilini öğrenebilir, anadilinde yayın yapabilir. Bunlar çok önemli olaylar. Tereddüt vardı, bunun kaldırılması için on yıl mücadele ettik. Ama şimdi, başbakanın düştüğü durum şu: Sanki Türkiye’nin bir üst kimliği yokmuş gibi bir anlayışla konuya yaklaşarak; Türk milli kimliğini de bir alt kimlikmiş gibi sayarak, gene belli çevreleri tatmin edeceğini sanıyor. -Bunu bir hata sayıyorsunuz... Bu bir defa yanlıştır. Türkiye’de pek çok alt kimliğin bulunması, bir üst milli kimliğin olmasına engel değildir. Bu üst milli kimlik, Türk milli kimliğidir. Hepimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşıyız. Vatandaşlık bağıyla bağlı olmak, alt kimliğe mensup olanların bu millet gerçeğinin bir parçası olmasına yardımcı olacağı için önem taşır. Yani başbakan Diyarbakır’da, o tepkiler geldikten sonra ‘ tek devlet, tek millet’ dedi. Şimdi ben başbakana soruyorum bu tek millet ne milleti? Vatandaşlık bağıyla bağlı olanlar milleti mi? -Anayasa böyle tanımlamıyor mu? Anayasa açık. Ta başlangıcının ilk kelimesinden 66. Maddeye kadar her yerde. “Biz Türkiye Cumhuriyetiyiz, Türk milletiyiz.” Orada yazılı egemenlik kimindir, hangi milletindir? “Hep bir milletiz” dediğiniz zaman, bu bizi tek millet olmaktan çıkarır. Bu kadar alt kimlik vurgulaması ve Türk kimliğini de o alt kimliklerden biri gibi söylemek Türkiye’yi çok uluslu, çok milletli bir toplum haline dönüştürür. Böyle bir dönüşüm de Türkiye’yi Yugoslavyalaştırma, Balkan’laştırma, Lübnan’laştırma, Irak’laştırma tehlikesini beraberinde taşır. Zaten bu doğrultuda bazı dış telkinlerin hızlandığı dikkate alınacak olursa, bu söylemin kime ve neye yarayacağı ortaya çıkar. -Bölgedeki hareketlilik sizi kaygılandırıyor mu? Terörün artması, Türkiye’nin parçalanma sürecinin hızlanması şunu herkes bilmelidir ki, en çok Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan insanları üzer. Onlar zaten yeterince acı çektiler geçmişte. Şimdi yeniden böyle bir gelişme ortaya çıkar, böyle bir süreç işlemeye başlarsa o bölgenin insanları ve tüm Türkiye büyük acı çeker. Tekrar birbirimizi kategorize etmeye, birbirimizi yaftalamaya başlarız. Türkiye’yi kategorize etmemek lazım. Gettolar yaratmamak lazım. Etnik olarak yaratmamak lazım, hayat tarzı olarak yaratmamak lazım. Yaşam biçimi olarak kırmızı sokaklar, yeşil sokaklar ayrımı yapmamak lazım. Hiçbir ırki ve etnik kimliği kimsenin inkar etmesi mümkün değildir. Arnavut kimliği. Arnavut kimliği var tabii. Arnavutluk diye bir devlet var. Ama, Türkiye’de yaşayan Arnavutlar, Türk milletinin alt kimliğidir. Gürcüler de öyle. O söylüyorsa ben Türk milletinin bir parçasıyım, bitti. Türkiye’nin Kürtleri de, bizim hem bir vatandaşımız, hem milletimizin bir parçası, hem de bir alt kimliktir. Bunların Türk milletinin parçası olma unsurunu saklayarak bu konu çözülmez. -Bir çatışma tehlikesi görüyor musunuz? Çok kaygı verici bir gelişmenin, tatsız bir sürecin işlediği açık. Zaten, bunları niye söylüyorum. -Gerginlik batı illerine yayılır mı? Söyleyeceklerim bu kadar. Olaya önemini kavrayarak ama bir panik yaratmaya yönelmeden yaklaşmak doğrudur. Bunu yapmaya çalışıyorum. -Irak’taki gelişmelerin rolüne de vurgu yapmıştınız. Gayet tabii. Onlarla ilgili de var. Kardeşim Bağdat’ta PKK’nın bürosu var. PKK’nın bir terör örgütü olduğunu Amerika’sı, Avrupa’sı bütün dünya kabul ediyor. Ve saklamıyor. “Roj, moj” da demiyor. “PKK” diye koyuyor oraya. En son adı neyse onu koyuyor, bayrağı da çekmiş. Türkiye’nin önemi, ciddiyeti, potansiyeli bunu engellemeyi mümkün kılmalıdır. TSK’YI SİYASETE ÇEKMEKTEN HERKES VAZGEÇMELİ Baykal, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün görev süresinin uzatılacağı ya da cumhurbaşkanlığına aday gösterileceği yönündeki tartışmaları da değerlendirdi. Özkök’ün yaptığı açıklamalarla bu tür çabalara uzak durduğunu ortaya koymasını olumlu buluyor. Ayrıca AK Parti’nin Özkök’ün adaylığını düşündüğüne ihtimal vermiyor. Baykal’ın görüşleri şöyle: “Tabii hoş değil, doğru değil. Türkiye’de her kesimin artık, Silahlı Kuvvetleri siyaset tartışmasına çekmekten vazgeçmesi lazım. Doğru bir yaklaşım değil. Türkiye’nin temel bir kurumu. Bu kurumun etkinliğine, bütünlüğüne, kurallarının işlemesine, geleneklerinin işlemesine de saygı göstermek lazım. Bu konuda siyasetçilerin yönlendirme çabalarına girmeleri, senaryolar ortaya atmaları hiç uygun olmuyor. Bundan uzak durmak lazım. Toplum bu konuda ciddi bir rahatsızlık içinde. Biz de bunu görüyoruz ve bilinçli olarak bu tartışmaların tamamen dışında kalmaya özen gösteriyoruz.” Ropörtaj: Zekai Özçınar Kaynak. Aksiyon Dergisi

Günün Önemli Haberleri