Fırat'ın doğusu, nehrin ötesi
Abone olHarp tarihi, askerî strateji ve İstanbul uzmanı A. Sefa Özkaya, "Daha önceki Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarına benzemeyebilecek olan Fırat'ın doğusuna yapılacak bu harekât, sadece saha kazanma amacı taşıyan bir harekât değildir." şeklinde konuştu.
Son günlerde yayınlanan haberlere bakıldığı zaman, Türkiye’nin
Fırat’ın doğusuna yapacağı muhtemel operasyonun gündemin en önemli
konularından birini teşkil ettiği görülüyor. Fakat çoğunlukla
yanlış anlaşılan bir hususun öncelikle vurgulanması gerekiyor:
Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna sanki Fırat’ın batısından geçeceği
gibi bir algı var. Oysa Türkiye Fırat’ın doğusuna, Fırat’ın
batısından geçmeyecek. Çünkü Türkiye zaten Fırat’ın doğusunda.
Fırat’ın kendi sınırları içerisinde bulunan doğu topraklarından
aşağıya inecek. Yani Fırat’ın üzerinden geçmek zorunda değil. Önce
bu gerçekle başlayalım. Yoksa konuyu basında değerlendirenler
olarak çok basit bir yerde hata yapmış oluruz.
Stratejik planlama yaparken şu üç önemli esas söz konusudur: Zaman, mekân, kuvvet. Bu üç kıstasa göre Fırat’ın doğusuna yapılacak olan operasyonu değerlendirirsek, ilk söylememiz gereken şey, daha önceki iki harekâta benzemeyebileceğidir. Aslında Fırat Kalkanı harekâtı (FKH) ve Zeytin Dalı harekâtı (ZDH) birbirlerinden pek çok bakımdan farklı olmalarına rağmen, bu harekât sadece saha kazanma amacı taşıyan bir harekât değildir. Şimdi sırayla bu üç madde açısından muhtemel harekâtı değerlendirmeye çalışalım.
Zaman
Harekâtın zamanlaması terör koridoruna karşı alınan ilk tedbirden
sonraya dayanmaktadır. Yani YPG’nin Türkiye’nin güney sınırını
gayrimeşru petrol nakil koridoruna çevirmesine müsaade edilmemesi
için önce bu koridorun uzayan dalının kesilmesi gerekiyordu ve
sahaya giriş niteliğindeki Fırat Kalkanı bu anlamda yapılan ilk
geniş çaplı, dolaylı hamleydi. DEAŞ’ın manevra sahasına yönelik
uluslararası düzeydeki ilk ciddi hamleyi böylece Türkiye yapmış
oldu. Bölgeyi istikrarsızlaştırarak küresel güçlerin Suriye
sahasına “çöreklenmesine” sebep olan DEAŞ, bu anlamda ilk ciddi
darbeyi Türkiye’den yemiş oldu. Ardından sıra asıl hedefe, “terör
koridorunun yevmiyecisi” konumunda bulunan YPG’ye geldi. Bölgeye
işgalci olarak girenlere ders olacak şekilde sağlık hizmetleri
götüren Türkiye, hasta ve yaşlıları tedavi merkezlerine sırtında
taşıyan Mehmetçik sayesinde, Türk ordusunun uzattığı “zeytin
dalı”nı dünyaya en net şekilde gösterdi.
Zaman meselesiyle ilgili bir diğer husus ise operasyonun ne kadarlık bir zaman dilimine yayılacağı meselesidir. Bunla ilgili kararı şüphesiz ki siyasî ve askerî idare verecektir. Çünkü bu sadece askerî bir mesele olmayıp, kuvvet çarpanı yüksek uluslararası ilişkiler boyutu mevcuttur.
Mekân
Fırat’ın doğusuna yapılacak olan harekâtın stratejik açıdan ikinci
önemli unsuru mekân faktörüdür. Bu açıdan, muhtemel harekâtı analiz
etmeden önce, mekânda nasıl bir “kayma” olduğunu ortaya koymak
gerekir. FKH ile başlayan Türkiye’nin “beka meselesi” hamleleri
önce Suriye kara sahasında gerçekleşti. Yine ZDH ile Suriye’de
devam eden harekât, yeni yapılacak harekâtta zemin değiştirecek.
Çünkü daha önce Fırat’ın batısına yapılan ve terör koridorunun
Akdeniz’e açılan yolunu kesen harekât konsepti, artık terörün
kaynağı olan Fırat’ın batısına yönelmiş durumda. Yani daha önce
“önleme harekâtı” olarak yapılan müdahaleler, şimdi “yerinde yok
etme” prensibine dönüşmektedir. Bu anlamda Fırat’ın doğusuna
yapılacak olan harekât sadece Suriye değil, (diğer harekâtlardan
farklı olarak) Irak topraklarına uzanan terör yuvalarını da tehdit
eder hale gelecek. Bu da sahadaki hâkimiyeti pekiştirecek ve
“masaya oturma zamanı” geldiği zaman Türkiye’nin elini “bölgeyi
terörden arındıran aktör” olarak daha da güçlendirecektir.
Mekânla ilgili dikkate değer bir diğer nokta ise kara muharebelerinde çok önemli bir husus olan “nehrin öte yakası” faktörüdür. Zira harp tarihine bakıldığı zaman nehrin öteki tarafına geçmek, felaketlere ve büyük zaferlere gebe olan, başarı veya başarısızlık katsayısı yüksek bir hamledir. Tarihe bakıldığı zaman strateji bize şunu söyler: Ya nehrin öteki tarafına çok kuvvetli bir şekilde geç, yahut hiç geçme! Bu Osmanlı devrinde de böyledir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nda 1700’lü yılların başlarına kadar bugünkü anlamda bir hudut anlayışı yoktur. Bu sebeple “humka” (Macarca hudut taşı) bulunan bölgeler hariç, Osmanlı’nın en kesin batı sınırı, doğal bir hudut hattı işlevini gören Tuna nehridir. Bu sebeple, eğer nehrin ötesine geçilecekse, orada ağır zayiata uğramamak için kuvvet prensibini güçlü tutarak karşıya geçmek gerekir. Aksi takdirde nehrin beri yakasına atılmak an meselesidir. Köprücü tankların gelişmesi ve yerli üretim “Samur” gibi yüzebilen ve köprü vazifesi gören kara platformları, nehirlerin doğal sınır olma işlevlerini değiştirmedi.
Nitekim günümüzde Türkiye’nin Yunanistan ve Bulgaristan’la olan kuzeybatı sınırını Meriç nehri; Suriye ile olan sınırının bir kısmını Asi nehri; Irak’la birlikte diğer kısmını ise Dicle nehri; Azerbaycan, İran ve Ermenistan’la olan sınırının bir kısmını Aras nehri; Irak’la olan sınırının bir kısmını ise Hacıbey çayı teşkil ediyor. Dolayısıyla tarih bize şunu söylüyor: Sınırlar değişecekse bu, çoğunlukla nehirler esas alınarak yapılır. Burada büyük âlim İbn Haldun’a atfedilen “Coğrafya kaderdir” sözüne askerî strateji açısından bir ek yapalım: Coğrafya doktrindir. Yani hangi bölgeyi hangi doğal şartlarda korumanız gerektiğini coğrafya, hangi silahlarla koruyacağınızı teknik donanım, bu silahları nasıl bir konseptte kullanacağınızı taktik kabiliyet, bu taktik resmi yorumlama ve genel konsept belirleme işini entelektüel-stratejik kültür belirler. Dolayısıyla stratejinin üç temel unsurundan biri olan mekân faktörünü ele alırken, bir nehrin (Fırat) önemini burada yeniden irdelememiz gerekiyor. Fakat burada hemen hemen herkesin es geçtiği bir hususu tekrar vurgulayalım: Türkiye Fırat’ın doğusuna Fırat’ın batısından geçmeyecek.
Kuvvet
TSK’nın Fırat’ın doğusuna yapacağı operasyon için gerekli olan
kuvvet projeksiyonun ne olduğunu detaylarıyla yazmak yerine, ana
hatları hakkında birkaç şey söyleyelim. Doktrin belirlenirken,
uluslararası siyasetin gidişatı etkili olacaktır. Dolayısıyla
strateji de bunun ve coğrafyanın üzerine inşa edilecektir. Hiç
şüphe yok ki TSK’nın bugünkü operasyonel imkânlarıyla 5 sene öncesi
arasında bile ciddi bir fark mevcuttur. Özellikle açık veya örtülü
ambargonun etkileyemediği yerli silah sanayiinin ürettiği silah ve
mühimmatlar TSK’nın harekât imkânlarını arttırmaktadır. Bu
imkânların kullanılmasındaki verimlilik ise askerî kabiliyettir ve
gerek TSK’nın gerekse modernize ve disipline ettiği Özgür Suriye
Ordusu’nun (ÖSO) sahada kazandığı kabiliyetler ve muharebe
tecrübesi, dünyanın en muharip askerî birliklerinden bile daha
niteliklidir. Çünkü dünya orduları arttırılmış gerçeklikli
tatbikatlar yaparken TSK ve ÖSO “gerçek zamanlı muharebe” icra
etmektedir. Ayrıca ÖSO’nun bu harekâtlarda yer alması hem yerel
istihbarat verimliliğinde hem sahayı bizzat tanımasında hem de
yerelliği sebebiyle uluslararası meşruiyet algısında bilhassa
önemlidir. İlaveten, ÖSO’nun düzenli ordu konseptinin özellik ve
gerekliliklerine sahip olması da mühimdir.
Muhtemel operasyon bölgesi olan Münbiç’te şu anda hendekler kazılıyor. Bu durum, terör örgütü liderlerinin II. Dünya Savaşı sonrası generallerin düşmüş olduğu sendroma maruz kalmış olduklarını gösteriyor. Yani daha önceki muharebelere göre hazırlanıp, geleceğin muharebelerini hesaba katmadan plan yapmak. Oysa bir önceki harekâtta, bu tünellerin “A2/AD” doktriniyle alan hâkimiyeti sağlayan TSK-ÖSO karşısında işe yaramadığı da görüldü. Afrin’i kuşatacağını sandıkları TSK’nın arkasına bu tünellerle sarkarak roketatarlarla saldırmayı planlayan YPG, TSK’nın alan hâkimiyeti sağladığını görünce tünel çıkışlarını gizlilik içinde yapamadı. Çünkü TSK alan hâkimiyetini temin etmişti.
ABD’liler kayıp vermemek için bir süredir YPG arma ve peçleri taşımıyorlar. YPG’yi de her an yüzüstü bırakabilirler. Ayrıca Tel Abyad halkının Türkiye’nin bölgeye gelişini beklemesi ve bu bölgenin Türkiye sınırına da yakın olması, sahanın motorize birlik harekâtına müsait olması kuvvet prensibinin ivmesini daha da artıracaktır. Özellikle Bayraktar TB-2 gibi İHA’ların harekât öncesi ve harekât esnasında aldığı görüntüler, kuvvet kullanımındaki bazı taktik belirsizlikleri birer birer ortadan kaldıracaktır. Bu harekâtın, belirsizlikleri daha önceden belirli hale getiren TSK’nın başarılarının tarihe mâl olacağı bir harekât olacağı kuvvetle muhtemeldir. Fakat yine de harekâtın nasıl cereyan edeceğinin kestirilmesi zor. Bunun sebebi, harekâtın sadece askerî değil, aynı zamanda diplomatik ve siyasî gelişmelerin etkisine açık olması. Her halükarda Genelkurmay Başkanlığı’nın Harekât Başkanlığı biriminin bölgeye en küçük detaylarıyla hâkim olduğu muhakkaktır.