Finans merkezlerinde İstanbul yok
Abone olReferans Gazetesinin haberine göre, yıllar yılı finansın beşiği olarak görülen Londra ve New York tahtını küresel krizde dengeleri lehine çevirmeyi başaran gelişmekte olan piyasalara kaptırmak üzere
Küresel finans piyasalarının yeni merkezi olacak
şehirler arasında ise Brezilya’nın Sao Paolo, Hindistan’ın Mumbai
ve Çin’in Şanghay kentleri var. Kriz sonrası Batı pazarlarında
yaptıkları şirket alımları ve tahvil piyasalarındaki etkinlikleri
ile sermayenin yeni sahibi olan Ortadoğu ve Asya’ya olan coğrafi
yakınlığına rağmen ise İstanbul bu kentler arasında yer almıyor.
Yatırım fonları kriz sonrası ekonominin ve ticaretin yavaşladığı
gelişmiş piyasaları değil, hızlı büyüyen ve kendi arasında yeni bir
ticaret bloğu oluşturmaya başlayan gelişen piyasaları daha çekici
buluyor.
Krizden hızla sıyrılan gelişmekte olan piyasalar krizden çıkamayan
Avrupa ve ABD’de iş yapamayınca birbirleri arasındaki ticarete hız
vermiş durumda. Bu piyasalar arasındaki şirket birleşmeleri de
hızla artıyor. Hatta gelişen piyasa şirketleri artık Londra ya da
New York’da değil, Sao Paolo, Mumbai ve Şanghay gibi merkezlerde
halka açılmayı tercih ediyor. Tüm bu gelişmeler ise dünyanın yeni
finans merkezlerinin tohumlarını atıyor. Uzmanlara göre 2 ya da 3
yıla kadar Londra ve New York’un “finans merkezi” olarak esamesi
bile okunmayacak.
Gelişmiş ekonomilerin hem üretim hem talep anlamında hala krizden
çıkma savaşı verdiği bir ortamda büyüme hızı ile ilgi odağı olan bu
üç gelişmekte olan merkezde ise fon hareketleri son bir yılda ciddi
bir ivme kazandı. Bankacılık sisteminin sıkılaşmaya başladığı,
ikinci çeyrek büyüme rakamlarının sürekli moral bozduğu, ikinci dip
endişelerinin ise borsaları çökerttiği gelişmiş piyasalardan kaçan
fonlar gelişen piyasalar arasında mekik dokudu. Hal böyle olunca
fon alış satış hareketleri de bu ülkeler arasında daha yoğun
yaşanmaya başladı. Özellikle son dönemde Afrika ile Hindistan,
Hindistan ile Çin ve Hindistan ile Güney Kore arasındaki fon
hareketlerinin ciddi biçimde hızlandığı görülüyor.
Krizde hem zarar eden hem de yatırımcılarının gözünde prestijlerini
yitiren İngiliz ve ABD’li yatırım bankalarıyla iş yapmak istemeyen
yatırım fonları da artık gelişmekte olan pazarlarda kâr peşinde
koşuyor. Bu piyasalarda sadece büyük şirketlerin değil orta ve
küçük boylu işletmelerin de sınırdışı fon yatırımlarını
artırdıklarını belirten uzmanlara göre tüm bu olanlar yeni finans
merkezlerinin zamanla büyükleri tahtından edeceğinin işareti. The
Wall Street Journal’a konuşan yatırım kuruluşu Renaissance Capital
CEO’su Stephen Jennings’e göre gelişmekte olan piyasalarda
sermayenin hızla iç içe geçtiği bir döneme girildi.
“Yaptığımız yatırımların yüzde 80’i batıda değil. Aynı şey
portföy yatırımlarımızı da etkileyecek” diyen Jennings,
Londra’nın artık gelişmekte olan piyasaların gözündeki
“finans merkezi” ünvanını geri kazanmasının mümkün
olmadığını, yeni merkezlerin 2-3 yıl içinde iyice boy göstereceğini
öne sürdü. Londra’nın dezavantajı yüksek vergileri ve sıkı
düzenlemeleriydi. Bu nedenle özellikle kriz sonrası Londra’dan
kaçan yatırım fonlarının başta Rusya olmak üzere daha esnek
düzenlemelerin bulunduğu gelişmekte olan piyasalara kaymaya
başladığı gözlemlenmişti.
Çin’deki fon şirketleri özellikle Afrika, Latin Amerika ve
Güneydoğu Asya’ya yatırımlarını artırdı. Rus ve Orta Asyalı
şirketler ise Hong Kong’da halka arz olmak için adeta sıraya
giriyor. Rus şirketi Rusal’ın ocak ayında Hong Kong borsasında
gerçekleştirdiği 2.2 milyar dolarlık halka arzı ise Hong Kong’un
yeni finans merkezlerinden biri olacağının ilk işaretini vermişti.
Çinli bankalar, gelişmekte olan piyasalardaki kredi faaliyetlerinde
gaza bastı. 2009’da Çinli bankalardan oluşan bir konsorsiyumun
Güney Afrika bankası Standard Bank’a verdiği 1 milyar dolarlık
kredi de finans piyasalarında sermayenin akış yönünün gelişen
piyasalara kaydığına işaret etmişti.
Öte yandan kriz sonrası hem dolar hem euroda yaşanan kan kaybı
gelişmekte olan şirketlerin bu para birimleri üzerinden Londra ya
da New York’da halka açılmalarını artık eskisi kadar kârlı
kılmıyor. Euro ve dolar kan kaybederken 2010 başından beri değer
kazanan gelişmekte olan para birimleri üzerinden halka açılmak
isteyen şirketler de bu nedenle ruble ya da rand üzerinden ihraca
gitmenin mantıklı olacağını düşünüyor. Bu da bu şirketlerin halka
açılmak için Londra ve New York’u değil, Rusya ya da Güney Afrika
gibi piyasaları tercih etmesine neden oluyor. Şimdilerde ise
Brezilyalı şirketler Güney Afrika ve Rusya’da tahvil satışına
gitmeye hazırlanıyor. Bir çok Brezilyalı şirketin Güney Afrika para
birimi rand ve Rus rublesi üzerinden tahvil ihraç etmek istediğini
söyleyen uzmanlara göre aynı şekilde Afrika’da da rand tahvilleri
için giderek büyüyen bir iştah sözkonusu.
Gelişmekte olan piyasalar bir yandan küresel finans merkezi olmaya
oynarken, bu ülkelere ait bir çok şirket de uluslararası arenaya
açılmaya başladı. Güney Afrika’da gerçekleştirilen 2010 Dünya
Kupası futbol karşılaşmaları Çin, Hindistan ve Brezilya’dan
şirketler için reklam alanı oldu. Çinli güneş paneli üreticisi
Yingli Green Energy Holding, Brezilyalı dünyanın en büyük dördüncü
et paketleme şirketi Marfrig Alimentos’un birimi Seara ve Hindistan
merkezli yazılım şirketi Mahindra Satyam Dünya Kupası’nda dev
markaların yanında yer aldı. Bu şirketler kendi bölgelerinde
isimlerini Dünya Kupası ile ilişkilendiren ilk şirketler oldu.
Ekonomileri gelişmiş ülke ekonomilerinden çok daha hızlı büyüyen bu
ülkelerin markaları Dünya Kupası’nın yarattığı rüzgârı bu yolla
kâra çevirmeye çalışıyor.