Fıçıcılar Sokağı sakinlerine...

Vatani görevimi Hatay'daki askeri gazinoda yaptım. Hangi vasıfla orduevine girdin diye soracak olursanız söyleyeyim. Sesim çok güzeldi ve şarkı türkü ne varsa ben söylüyordum!

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

Vatani görevimi Hatay'daki askeri gazinoda yaptım. "Hangi vasıfla orduevine girdin" diye soracak olursanız, söyleyeyim. Sesim çok güzeldi ve şarkı türkü ne varsa ben söylüyordum!

"Denizin üzerinde batmadan yürüyordum" demedim, öyle şaşkın şaşkın bakmayın. Bildiğiniz şarkı söylüyordum işte!

Doğrusunu söylemek gerekirse rüya gibiydi.

Bir gece hariç!..

Yılbaşı gecesi alaydaki bütün komutanların katıldığı büyük bir eğlence tertiplendi. Nasıl keyifle koşturuyoruz subay ve astsubay eşlerinin hizmetinde anlatamam.

Gecede alkol tüketimi serbest. Ben sahnede yine şarkı söylüyorum. 15 dakika dinlenmek için sahneden aşağı indim ve arka tarafa geçeceğim ki, yanından geçtiğim masada oturan bir yüzbaşı kolumdan tuttu.

"Bana rakı getir" dedi keskin bir emirle. Garson olmadığım için hemen garson olarak hizmet veren askerlerden birine işaret ettim masaya bakması için. Dönüp, "Komutanım hemen getiriyorlar" demeye kalmadan kulağımın dibine şiddetli bir tokat yedim!

Ortam bir anda buz kesti.

Komutan zilzurna sarhoş. Eşi ne yaptı, ne ettiyse durduramadı.

Bir tokat daha atarken daha güçlü ve daha buyurgan ses tonuyla haykırdı  "Sen getireceksin!" diyerek... "Komutanım ben garson değilim" diyecekken bir tokat daha, yüzümü döndükçe bir tokat daha..

Beni elinden zor bela kurtardılar ve çay ocağına sokup kapıyı üzerime kapattılar. Ne olduğunu, niye vurduğunu anlamaya çalışarak geçen bir iki dakikanın ardından kapının gıcırtısını duydum.

Tüm hışmıyla içeri süzüldü aynı komutan. Yapmak için geldiği şeyi orada daha sert ve daha acımasız bir şekilde yaptı.  Doğrulamayacak kadar güçsüz düşmeme rağmen, kendimi yere bırakmayacak kadar inatçı olduğumu görünce bir küfür mırıldanıp gitti.

Uzatmayayım...

Bir iki gün geçmemişti ki aynı komutanın beni çağırttığını söylediler. Karşısına esas duruşta geçince gözlerime baktı. Mahcup bir ifadeyle, "Geçenlerde açık gazinoda sana seslendim yine alkol istedim. Ama sen başka bir garsonu gönderince senin neden gelmediğini sordum. "Komutanım o inançları gereği hiç alkol almamış ve şişesine dahi dokunmuyor" dedi. Demek ki bilinçaltıma yerleşmiş bu durum. Yaptığım şey doğru değildi. Olanları unutalım asker" dedi.

Ancak aynı komutan, askerliğimin bitimine 3 ay kala gönüllü olarak gittiğim sınır karakoluna bir gece yarısı yine alkollü bir şekilde teftişe gelecek ve beni hastanelik edinceye kadar dövecek, mesele alaya aksedince bir kez daha "Unutalım asker, alkol almıştım" diyecekti.

Üzerinden 20 koca yıl geçmiş. İnsan bazı şeyleri unutmuyor, unutamıyor.

Bu uğursuz anıyı şundan ötürü anlattım.

Artık sağır sultanın da duyduğu üzre, Meclis'ten alkol satışı ve kullanımıyla ilgili MHP'nin de desteklediği bir yasa geçti.

Haliyle ortalık yine yangın yeri...

Hayatını, "Fıçıcılar sokağı"nda geçirenleri bir kenara bırakın, en entellektüel ve kültürlü olanlarımız bile gırtlak gırtlağa tartışıyor yine meseleyi.

Geleneksel ve evrensel saygı kuralları yine ayaklar altında ve yine bire bin katılarak toplum kasti bir tahrikle ciddi bir karmaşaya itilmeye çalışılıyor.

Kabul edelim ki, hükümet içkiyi yasaklamıyor. Ne Yeni Rakı'nın üretildiği fabrikalar kapanıyor, ne de Efes'in kapısına zircirli kilit takılıyor. Zaten böyle bir şeyi yapmak için sıradan bir aptallık yeterli değil.  Hepten keçileri kaçırmış olmak gerek.

Yapılan şey, alkolün getirdiği zararları minumuma indirmek.

Haydi gelin elinizi vicdanınıza koyun. Hangimiz okul veya ibadethanenin bitişiğinde alkol satışı yapılmasını isteriz? Hangimiz çocuklara içki satışının yapılmasına rıza gösteririz? Hangimiz belli zamanlar hariç perakende alkol satışının denetimsiz yapılmasına hoşgörüyle bakar ve buna medeniyet deriz?

Bizim her zaman yaptığımız şey nedir?

Gelişmiş medeni ülkelerdeki yaşam kalitesine bakarız değil mi? İsveç'te saat 19.00'dan, İngiltere'de saat 22.00'den, Fransa'da saat 21.00'den, ABD'de bile saat 23.00'den sonra alkol satışı yasak ise bu anlamda onlara adım uydurma çalışmalarına itiraz etmenin neresi medeni bir davranış olabilir?

Bir çok ocağa ateş düşüren, pek çok aileye felaketler getiren şey alkol değil mi?

"Alkollüydüm hatırlamıyorum" tecavüzlerine, "İki duble içtim sadece memur bey" savunmalarıyla biten trafik facialarına sebep olan alkol değil mi?

Sabaha karşı ölü bir av hayvanı gibi evine sırtta taşınan zili bile susmuş zurnaların, soluğu kızının veyahut gelininin yatağında alan ağzı soğan ve şarap kokan kokarcaların ve hatta park sapıklarının en büyük bahanesi alkol değil mi?

Niye savunuyoruz o zaman bu fenalığı?

Bakın yukarıda yazdım "MHP destekli yasa" diye... Devlet Bahçeli dün kürsüde bu yasağı savunurken, "Sırf AK Parti bu yasağı getiriyor diye karşı çıkanlar, ahlaksızdır" dedi mi, dedi!

Bahçeli veya MHP hakkında aleyhinde tek kelime duyanınız oldu mu? Yok, duyamazsınız çünkü amaç başka.

Türkiye'de "AK Parti ne yaparsa karşısında olacağız" diyen bir zümre var. Bu zümre, "Barış istiyoruz ama AK Parti'nin getireceği barışı istemiyoruz" diyecek kadar azgın bir zümre..

Ne yazıktır ki bu zümreyi, çarşıdan eve dönerken insanı takip eden bir sokak köpeği gibi takip eden zavallı bir kesim var.

Şimdi yaptıkları ise, boş boş nara atan ayyaşların sesine ses vermek.

Peki bu kozu bu zümrenin eline veren kim?

Maalesef başbakanın ta kendisi. Bazen yaptığınız doğru şeyleri farkında olmadan yanlış sözlere kurban edersiniz.

Tıpkı alkol yasağında olduğu gibi...

Dün Erdoğan'ın alkol yasağıyla ilgili sözlerini dinlerken aklıma geldi. Hafızam bana oyun oynamıyorsa aynı Erdoğan 1989 yılında Refah Partisi'nden Beyoğlu Belediye Başkan adayıydı. O dönemde yaptığı ilk şey Beyoğlu'ndaki meyhaneleri ziyaret etmek olmuştu.

Hem de günlerce, aylarca, bıkmadan, usanmadan...

Hangi saatlerde?

20.00-24.00 saatleri arasında!

Yani alkol kullanımını yasakladığı saatlerde, ayyaş dediği kişilerin oyunu almak için güç tüketiyordu. O dönem Refah Partisi'nde kızılca kıyametler kopmuş ve yıldızı öyle parlamıştı Başbakan'ın...

E gün geçiyor, devran dönüyor haliyle. İnsan başbakan olunca, hele bir de yüzde 50 oyu da garanti altına alınca, bir kesime arkasını dönebiliyor.

Anlayacağınız mesele doğruyu, doğru üslupla anlatabilmekte. Bunu yapabildiğinizde sizi dinci ve şeriatçı gören meyhane sakinleri bile oy verebiliyor.

Ama doğruyu yanlış kelimelere dökünce...

Daha bir-iki yıl önce, "Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar için. Sizin hayat tarzınıza müdahale etmem" dediğiniz kesime bugün "Madem içeceksin, al o zıkkımı git evinde iç" dediğinizde, güven anlamında irtifa kaybediyorsunuz işte!