Fetih'i kutlamak gericilik mi?
Abone olİstanbul fethini kutlama tartışmalarına Engin Ardıç da katıldı. Ardıç'ın iddiasına göre İstanbul'un fethi'ni 'bir avuç gerici', kurtuluşunu ise 'ittihatçılar' kutluyor
İstanbul'un fethini kutlama tartışmalarına Engin Ardıç da katıldı. Ardıç'a göre İstanbul'un fethini kutlayanlar 'bir avuç gerici', kurtuluşu kutlayanlar ise 'ittihatçı'... diye soran Ardıç, ilgi çekici tespitler yaptı:
Yazı: Engin Ardıç
Kaynak:
Delinin zoruna bak, niçin kutlayacakmışız ayol, elbette fethettiğimiz için!
Peki o zaman, 'Viyana'yı fethedemediğimiz günün' anısına niçin karalar bağlamıyoruz, anma törenleri tertiplemiyoruz, ağlaşmıyoruz?
Elbette o konuda başarısız kaldığımız için, hatırlamak istemediğimizden... Budapeşte'nin, Belgrad'ın, Bükreş'in, Atina'nın, Sofya'nın, Kahire'nin, Kudüs'ün, Şam'ın, Bağdat'ın, Mekke'nin, Medine'nin elden gidişini her sene anmaya kalksak işi gücü bırakıp 'profesyonel ıskatçı' yazılmamız gerekecek.
Gelin şu fetih konusunda at izini it izinden ayıralım artık:
Bir kere, İstanbul'un fethini 'biz' kutlamıyoruz, yani ben ve benim gibiler; küçük bir zümre kutluyor. Bu da dinci kesim. Dinci kesimin içinde de işi gücü olmayan küçük bir grup. Herkes namazında tesbihinde, bununla mı uğraşacak?
Ama o küçük grup, kendi kendine 'Yunan da Selanik'in fethini kutlasa hoşumuza gider mi?' sorusunu sormuyor. Çünkü biz daima haklıyız. Biz fethederiz, kimse karışamaz.
Herif kendi dininden vazgeçip bizimkine gelince (Aleyk-ül İslam!) el üstünde tutacaksın, bizimki başka dine geçerse öldüreceksin, öyle mi? Sonra da Avrupa Birliği'ne gireceksin.
Eloğlu Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bağımsızlığını kazanmak için ayaklanınca 'Sırp isyanı, Mora isyanı, Arnavut isyanı' olur, biz yaparsak 'istiklal harbi'. Sonra da 'tarihte ilk kurtuluş savaşını verdik' deyince yüzümüze tuhaf tuhaf bakarlar, niçin baktıklarını anlayamayız.
İstanbul'un fethini kutlarız, 29 Mayıs, sonra döner, elden kaçırıp da yeniden kazandığımız günü de kutlarız, 6 Ekim... Öğrenciliğimde, İstanbul'u fethettiğimiz günü değil de kurtardığımız günü daha çok severdim, çünkü biri tatil değildi, öteki tatil!
Biri 'gerici' bayramı kılınmıştır, öteki de İttihatçı bayramı! Meşrebine göre birinden birine takılacaksın...
(Bendeniz bir de 'Atatürk'ün kasabamıza geldiği gün' kutlamalarını çok severim. Kız Sanat Okulu'nu bahçesinden ödünç alınıp üstü açık arabaya bindirilen ve arka koltuğa oturtulan Atatürk büstü olaya ayrı bir lezzet katar.)
Acaba, beş yüz elli iki yıldır Osmanlı-Türk damgasını asla silinemez şekilde vurduğumuz şehrin günün birinde bir kere daha elimizden gitmesinden mi korkuyoruz da, her sene bu fetih meselesini dönüp dönüp hatırlamaya ve özgüvenimizi yeniden doğrultmaya çalışıyoruz?
Yani gerçekten aklınız alıyor mu günün birinde Ayasofya'da yeniden çan çalabileceklerini, Süleymaniye'yi domuz ahırı yapabileceklerini falan? Her şeyden önce UNESCO izin vermez. Aklınız alıyor mu, kelaynak kuşu gibi kalmış bin beş yüz kadar Rum'un, bir milyon şehirli ve sekiz milyon lumpen Türk'ü buradan sürüp çıkarabileceğini?
Hayır. Yunan ordusu gelse tükürükle boğarız. Ama gene de, 'Ulubatlı Hasan donuna soyunmuş' bir arkadaşın surlar üzerinde okları hababam yemesi ve Hintli sömürge neferi Gungadin gibi düşüp düşüp kalkması hoşumuza gidiyor.
Çünkü bu arada çaktırmadan 'üç hilalli bayrak' falan da açıyoruz (ama zemini kırmızı değil yeşil), yüreğimizi soğutuyoruz.
Sonra da tiyatrocuyu Atatürk kılığına sokup Şişli'den Dolmabahçe'ye götürmelerine kızacağız ha?
Kusura bakmayınız, bu yazı pek de 'milliyetçi ve muhafazakar' olmadı, aykırı yazarınız gene bir çıkıntılık etti ama ben bu memleketin sağcısından da solcusundan da bezdim.
Fakat siz bana bakmayınız, Avrupa Birliği'ne giriniz. Hadi hayırlı girişler.