Fethullah Gülen'den Cumhurbaşkanlığı seçimi bombası
Abone olFethullah Gülen'den Cumhurbaşkanlığı seçim arefesinde bomba açıklamalar geldi, Pensilvanya'dan konuşan hoca 'millete zulmedene oy vermeyin' dedi.
İNTERNET HABER -
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine 3 gün kala Fethullah Gülen'den
gelen açıklama bomba etkisi yapacak. Cemaatine seslenen Gülen Hoca,
"Millete zulmedene oy vermeyin de kime verirseniz verin"
dedi.
'Nifak alametlerinde bulunanlara 'Allah aşkına,
Peygamber hatrına oy vermeyin" diyerek çağrı yapan
Fethullah Gülen, şu sözleriyle çok konuşulacak;
ALLAH AŞKINA, PEYGAMBER
HATRINA...
-O zaman bana düşen şey şunu demektir:
Millete zulmedene oy vermeyin de kime verirseniz
verin. Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’a verin,
Sayın Ekmelettin Bey’e verin, Sayın Selahattin Bey’e verin, kime
isterseniz verin. Fakat oy verirken, şu nifak
alametleri kendisinde bulunanlara Allah aşkına, Peygamber hatırına
vermeyin.
ZULMEDENE OY VERMEYİN!
-Bu kim olursa olsun! Benim babam da olsa, amcam da olsa, öz
kardeşim de olsa, kırk elli seneden beri bağrıma bastığım
insanlardan biri de olsa, bu sıfatlar bulunanlara
vermeyin.
-Zulmedene vermeyin, millete haksızlık yapana vermeyin, kanun nizam
tanımayanlara vermeyin, keyfîliklerini kanun yerine koyanlara
vermeyin; kime verirseniz verin.
GÜLEN ABD'YE KAÇTI MI? NİYE DÖNMÜYOR?
(AÇIKLAMADAKİ EN İLGİNÇ DETAY TIKLA OKU)
Fethullah Gülen'in herkul.org sitesinde yayınlanan yeni sohbeti
Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerine oldu.
"Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili tercihi"
sorulan Gülen şu açıklamaları yaptı;
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİNDE KİME OY VERMELİ?
-Bu çok önemli bir mesele; çünkü daha sonra herhalde
parlamentonun, bakanların intihabı da biraz o işe bağlı; onların
isabetli seçimi de biraz ona bağlı. Türkiye’nin geleceği de ona
bağlı. Türkiye son iki üç dört beş senedir problemler sarmalı
içinde, çevresinde dost kalmamış garip bir ülke olma durumunda.
Yeniden yeni hatt-ı muvâsalalar temin ederek, köprüler kurulması..
Mısır ile bir münasebet içinde bulunma, Suriye ile bir münasebet
içinde bulunma.. Irak ile bir münasebet içinde, Pakistan ile bir
münasebet içinde, Somali ile, Sudan ile, Fas ile, Tunus ile,
Cezayir ile.. hatta Avrupa Birliği peşinde senelerden beri
koştuğumuzdan dolayı, demokratik değerler ve kriterler adına öyle
olma peşinde koştuğumuzdan dolayı, Avrupa devletleriyle, Avrupa
Parlamentosu ile.. tâ 51’li yıllardan bu yana içinde bulunduğumuz
NATO ile münasebetlerimizi yeniden tesis etmeye matuf yumuşak bir
atmosferin oluşması… Bu kendi içimizde bile birbirimizle
geçinemediğimize göre, sanki dünya ile geçinememe meselesi tabiî
bir hal almış, “Biz işte böyle biriyiz!”. Hayır, bunlar
aşılmalı, kendi içimizde de bu problemler giderilmeli.
HAYATIMDA BİR KERE OY KULLANDIM
Bir daha falan mı filan mı demem. Hayatımda zaten bir kere oy kullandım. Bakın 74 yaşındayım, bir kere. Onda da onların sevdiği bir insana kullandım, içinde merhum Turgut Özal da vardı, ondan dolayı biraz da belki. O da ben oy kullandığımdan dolayı kaybettiler, daha evvel kazanmışlardı. Arkadaşlarım bana dediler ki, “Hocam kazanmasını istemediğimiz bir yere oy kullansan da, onlar da kaybetseler!” “Onun da, dedim, Allah’a hesabını veririm.”
OY VERİRKEN İNSANA BAKIN
Ama bir şey söyleyeyim: Milletimizin basîreti vardır bence.
Şahıs mahıs değil. Bence seçecekleri insana bakmalılar! Yalan
söylemiyorsa; çünkü yalan münafıklık sıfatıdır; emanete hıyanet
etmiyorsa, çünkü emanete hıyanet, bu nefsine karşı hıyanet,
ailesine karşı hıyanet, millet malına karşı hıyanet, bunların hepsi
Efendimiz’in sahih hadisiyle münafıklık alametidir. Başkalarına
gadr etme, onları bir kısım sahip oldukları insanî haklardan mahrum
etme, gadre uğratma; bu da münafıklık alameti. Kendisine bir şey
emanet edildiğinde, o emanete riayet etmeme, münafıklık alameti.
Başka yerde de “Söz verdiği halde karşı tarafı aldatan ve ona gadr
eden”. Hazreti Ruh-u Seyyidü’l-Enâm -O’na canımız kurban olsun-
buyuruyor ki: “Bu dördü bir insanda bulundu mu o tam halis
münafıktır!” Yani namaz kılınca münafıklıktan çıkmaz, oruç tutunca
münafıklıktan çıkmaz. Abdullah ibn Übeyy ibn Selul de namaz
kılıyordu. 300 tane hempası vardı, onlar da mescide giriyorlardı,
abdestli mi abdestsiz mi, cem’ mi ediyorlardı, hepsini gece mi
kılıyorlardı, Rasûlullah’a ne diyorlardı, belli değil. Fakat Allah
Rasûlü sahih hadiste, “Bu dördü bir insanda bulunursa, o
münafıktır, halis münafıktır.” diyor.
ALLAH AŞKINA NİFAK ALAMETİNE OY
VERMEYİN
O zaman bana düşen şey şunu demektir:
Millete zulmedene oy vermeyin de kime verirseniz verin. Sayın Başbakan Tayyip Erdoğan’a verin, Sayın Ekmelettin Bey’e verin, Sayın Selahattin Bey’e verin, kime isterseniz verin. Fakat oy verirken, şu nifak alametleri kendisinde bulunanlara Allah aşkına, Peygamber hatırına vermeyin. Bu kim olursa olsun! Benim babam da olsa, amcam da olsa, öz kardeşim de olsa, kırk elli seneden beri bağrıma bastığım insanlardan biri de olsa, bu sıfatlar bulunanlara vermeyin. Zulmedene vermeyin, millete haksızlık yapana vermeyin, kanun nizam tanımayanlara vermeyin, keyfîliklerini kanun yerine koyanlara vermeyin; kime verirseniz verin.
Ben bu mevzuda fazla söz söylemek istemiyorum. Allah yardımcınız olsun, yanlış şey yapmadan, yanlış söz söylemeden Allah muhafaza buyursun. Gidin Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanacağınız yolda îmal-i fikirde bulunun, yani düşüncenizi kullanın. Vesselâm…
-Asıl yiğitlik, sürekli kötülük yapana karşı da iyilik
yapabilmektir! Kalbin de tıpkı mide gibi bir hazım, bir
sindirme sistemi varsa, ona göre de bir takım enzimler varsa ki biz
var olduğunu söylemeye çalışıyoruz; iman-ı billah, hakiki iman,
marifetullah, muhabbetullah, iştiyak likaullah ve iştiyak
likaurasulillah gibi enzimler… “Gelse celalinden cefa yahut
cemalinden vefa…” Sürekli mızraklansan, sürekli iğnelensen,
sürekli sağdan soldan çuvaldızlar yesen de bunlarla onları
eritmeli, bir ‘of’la bile kendini ifade etmemelisin.
Geçmişti daha evvel; “Sabır kurtuluşun sırlı anahtarıdır.” Gelen
şeyler bazen sağdan gelir, bazen soldan gelir; bazen önden, bazen
arkadan, bazen alttan, bazen üstten. Bazen evinizin içinden gelir,
bazen secdede yanınızda durandan gelir. Bazen dirsek dirseğe, diz
dize, topuk topuğa temas ettiğiniz insanlardan gelir. Asıl yiğitlik
bunları hazmetmek, ses çıkarmamak ve yiğitçe ‘Hakkım helal
olsun!’ diyebilmektir.
AYNI HIRÇINLIKLA YANIT
VERMEYİN!
-Hakkın müdafaası olarak tashih hakkınız, tavzih hakkınız, tekzib
hakkınız ve icabında bu meş’um ağızları susturma adına
karakterinize yakışır şekilde, insanca hatta melekî, melekutî
yanınızla bunlara cevap verme hakkınız mahfuzdur. Fakat aynı
hırçınlıkla coşma, taşma; ille de dediklerini diyeceğim,
ettiklerini edeceğim, söylediklerini söyleyeceğim, yazdıklarını
yazacağım, çizdiklerini çizeceğim ve bir kategori içinde mütalaa
edeceğim, karalayacağım, tutmasa bile üzerinde iz bırakacak şekilde
çamur atacağım… gibi uğursuz, densiz tavır ve davranışlara
mukabelede bulunmama yiğitliktir.
ONLARA SADECE ACINIR!
-Bunları söylemek pek hoşuma gitmiyor, ama malum ama
meçhul bir takım kimselere karşı… Gönüllerinizde siz iz
sürerek kim olduğunu anlarsınız onların. Onun için bunları söylemek
pek hoşuma gitmiyor. Ama sizin de gördüğünüz gibi öyle bir
dönem ki… Mesela deseniz “İnsanları cennete götürmek
istiyoruz!” İçinizde bu pozitif, müspet mütalaaya itiraz edecek var
mı? “Yolunu, yöntemini bulduk, gözleri görmeyenlere değneklik
yaparak, ayakları tutmayanları sırtımıza alarak onları cennete
götürmek istiyoruz!” deseniz. Şu an öyle bir çarpıtma ahlakı
yaşanıyor ki, size şöyle derler: “Yahu dünyada bu kadar yapılacak
iş varken hala kaçamak oynuyorlar. Cennete gideceksiniz de ne
olacak?” İşte böylesine çarpıtmaların zirve yaptığı bir dönemde
herhalde bir kesime çok akıllıca davranmak, Muhammedî ruhla
davranmak, Muhammedî ahlakla davranmak (bin kere salatu selam olsun
O’na), Seyyidina Hazreti Mesih ruhuyla hareket etmek, Yunus Emre
ruhuyla hareket etmek, “Dövene elsiz, sövene dilsiz, derviş
gönülsüz gerek” demek lazım. “Dervişlik hırka ile taç değil /
Gönlünü derviş eyleyen hırkaya muhtaç değil!” El-âlem payelerle
kendilerini ifade ededursunlar, payeleri kendi hesaplarına
kullansınlar. Sizin için en büyük paye tevazu, mahviyet, hacalet,
kendini sıfırlamadır. Sana ‘varsın’ dediklerinde kendi üzerine bir
çarpı çekme, ‘yok’a nasıl var diyorsunuz’ diye itirazda bulunmadır.
Yokta var olduğunu iddia eden varlıkta yokluğu bilemez, sohbet-i
yar lezzetini -beyim- ağyar olan bilemez. Varsın başkaları bunu
bilmesinler. Zaten her halleriyle de bilmediklerini ortaya
koyuyorlar.
BİRİNİN DEDİĞİ GİBİ BEN ÇAPULCU
DEMEYECEĞİM
Bir mübarek müesseseyi, senelerden beri hep iyiliğin dili, tercümanı olmaya çalışmış bir müesseseyi protesto niyetiyle, onların duvarlarının dibinde tel örgülerini aşmak üzere adeta -keşke onu da demesem- Bastille kaçkını gibi insanlar toplanmış, birini de omuzlarına almışlar, orada bayrak indirmeye çalışıyorlar. O omuzlarda olan da demek onların serkârı. En çok bilenleri!. “La ilahe illa Muhammed, La ilahe illa Muhammed” diyor. Demek ki hayatında kelime-i tevhidi, kelime-i şehadeti bile söylemesini öğrenememiş. Onlara “kaçkın” dedim, siz beni mazur görün, onlar da lütfen bu eksikliklerini görsünler. Şimdi bir insan böyle bir şey söylese, dersiniz ki, “Sürç-ü lisan oldu.” Fakat çevresinde kitle psikolojisiyle hareket eden o yığın da –Birinin dediği gibi ben “çapulcu” demeyeceğim. Çünkü o bana çirkin geliyor. Lisan bozukluğuna maruz kalmış bir hasta insanın kullanacağı tabirdir o- 50 tane 100 tane adam da aynı şeyi tekrar ediyor, “La ilahe illa Muhammed, La ilahe illa Muhammed” diyorlar. Meseleye baktığınızda bu bir yanıyla şirktir. Sözde birilerine karşı tevhid dersi verme adına şirk mırıldanıyorlar ama farkında değiller.
Birilerini ta’n u teşniye matuf bunları söyledim zannetmeyin.
Size söven, sayan, aleyhinizde olan, bu anlayışta ve mantalitedeki
insanlara bence sadece acınır. O çirkin seslerini çıkarmamak için
biraz bal, biraz kaymak, bir lokma üzerine sürülerek onlara atılır,
konuşup günaha girmesinler diye. Kemik de demedim, çünkü o da
başkasına atılır. Eğer azıcık insafları varsa,
zannediyorum, seslerini keserler. Azıcık imanları varsa, seslerini
keserler. Azıcık iz’anları varsa, seslerini keserler. Zira
hayvanlar bile, en vahşi hayvanlar bile, bu kadar centilmenliği
katiyen karşılıksız bırakmamışlardır.
YUMUŞAK SÖZ EDİN
Firavun gibi, Amnofis gibi bir mütemerride -en
sevdiği kulunu tehlikeye atma demektir- “korkuyorum beni
öldürürler” diyen bir kulunu gönderiyor ve fakat ona ve kardeşine
diyor ki “Firavun’a gidin, yumuşak bir dil kullanarak duygu ve
düşüncelerinizi seslendirin!” Amnofis bu, kavmini kast sistemine
göre hafife alan, “Siz sadece mahluksunuz, bana hizmet etmek için
yaratılmışınız!” diyen; diğer bir ayette de “Sizin -haşa-
yücelerden daha yüce tanrınız benim!” diyen Amnofis. Şimdi böyle
birine Allah şanlı elçisini gönderirken “kavl-i leyyin” diyor. “Ya
Rabbi niye kavl-i leyyin (yumuşak söz) diyeceğiz ki?” Yumuşak söz,
yumuşak kalbin sesi soluğudur, yumuşak düşünmenin sesi soluğudur,
yumuşak tavrın sesi soluğudur. Hırçınlık, huşunet, çekememezlik,
hazımsızlık, kin, nefret ve intikam duygusu şeytanın huyudur. Secde
etmedi, sonra hala temerrüdü içinde. Zayıf bir hadiste, Cenâb-ı Hak
tarafından “Git Hazreti Adem’in mezarı başında ona secde et, yine
kabul edeceğim!” denildiğinde de “gitmem” der inadına. Kinin,
nefretin abide şahsiyetini arıyorsanız budur. Her devirde bunun
peyrevleri de olmuştur. Yumuşak davranır, yumuşak konuşur,
düşüncelerinizi yumuşak bir üslupla ortaya koyarsanız, ihtimal
aklını başına alır, o da düşünür ve sonra haşyet duygusuna yönelir.
“Bakın, bu kadar temerrüdüme, bu kadar hoyratlığıma, bu
kadar kabalığıma, bu kadar intikam hissime rağmen mukabelede
bulunmadılar!” der. Ve böyle de olmuştur, o Amnofis...
ZİLZURNA CAHİLLER KALKTI BUNA 'BEDDUA'
DEDİLER
İsterseniz muhavele, isterseniz mülaane, isterseniz mübahele
diyebilirsiniz. Ben “Kötülüğü biz yapıyorsak, Allah’ın
laneti bizim üzerimize olsun, yoksa kim yapıyorsa onların üzerine
olsun!” dedim. Buna bir yönüyle mübahele denir, bir
yönüyle mülaane denir; Nur Sure-i Celilesinde açıkça ifade ediliyor
lanetleşme. Bir kısım ehl-i tahkik nezdinde de muhavele denir; kim
yanlışsa onun Allah’a havale edilmesi demektir. Bu tabir de
çok çirkin, mümin için kullanılmaz ama bir kısım zilzurna cahiller,
kalktı buna beddua dediler, beddua şeklinde algıladılar, son
söylenen sözleri de yine beddua diye algıladılar.
YÜZ ELLİ KÜFÜR ETTİ BEN TEK KELİME SÖYLEMEDİM
Bir hususu bir defa daha arz edeceğim müsaadenizle. Kıtmir, o kadar sabırlı değil, bilirsiniz. Ama altı-yedi aydır birisi “Yüz elli iki yüz kadar hakaret lafı, küfür söylendi” dedi. Zannediyorum Amnofis Hazreti Musa’ya bunun onda birini söylememiştir. Ama siz de şahitsiniz ki, ben bir tek kelimeyle mukabelede bulunmadım. Çıkar bir televizyonda konuşurdum, en azından burada konuşurdum. Şu çirkin kelimeler bitsin, bakalım artık ne bulacaklar, ne diyecekler.. yeter falan…
İşte bir gün bir tanesi yine -herhalde aynı genleri
taşıyanlardan bir tanesi- Koca Mevlana çarşıda yürürken karşısına
dikiliyor. Sahih Hadis-i Şerif’lerde “Yetmiş bin tane taylasanlı
Süfyan’a arka çıkacak, arkasından gidecek!” deniyor, ihtimal öyle
yobazlardan bir tanesiydi. Günümüzde de lâyuad velâyühsâ mevcuttur
bunlar. Karşısına çıkıyor, “Yok sen ‘yetmiş iki millete kapım
açıktır, bir ayağım İslam’ın merkezinde, bir ayağım yedi düvel
içinde dolaşıyor’ diyorsun. Sen melunun tekisin, kâfirin tekisin,
müfsidin tekisin.. sizin dininizden bile şüphe ediyorum,
sülüksünüz, siz paralelsiniz, siz aşağılık mahluksunuz, siz
organizasyonsunuz…” ağzına ne geliyorsa, dağarcığında ne
varsa söylüyor.
İhtimal bunları söylemek için de günlerce fikir yormuş, dağarcığına
doldurmuş bunları; bir kaç defa da tekrar etmiş, ezberlemiş; sonra
o şefkat, merhamet, mülayemet insanının karşısına çıkmış; hepsini
birden onun üzerine karbondioksit atıyor gibi
püskürtmüş. Hazret, fevkalade temkinle, tedbirle,
teyakkuzla, basiretle dinlemiş. Bakmış dağarcıktaki şeyler bitti,
diyeceği bir şey kalmamış. “Sözün bitti mi?” demiş. “Bitti vallahi,
diyecek bir şeyim kalmadı.”
İNCİTECEK BİR LAFTA BULUNDUMSA ALLAH BENİ
AFFETSİN
Elli senedir aleyhimde yazı yazan birisi de öyle demişti Kıtmire:
“Valla elli senedir yazı yazıyorum, artık şimdi diyecek bir şeyim
kalmadı.” Hazreti Mevlana, “Kardeşim, bağrım sana da açık, gel seni
de bağrıma basıyorum” demiş. Bence günümüzün insanına, insanlığını
müdrik olan insanına, ahsen-i takvime mazhar olan insanına düşen
şey budur. Kıtmir’in ilk defa bu mevzuda söylemek istediği
şey bu olsun. Burada sizi veya başkalarını incitir bir lafta
bulundumsa Allah beni affetsin..