Fethullah Gülen Afrika'ya seslendi
Abone olKenya 3,5 milyon tirajı olan Daily Nation gazetesi, Fethullah Gülen ile iki tam sayfa röportaj yaptı. Muhabir Hezron Mogambi sordu Fethullah Gülen çarpıcı cevaplar verdi.
Fethullah Gülen, Kenya’da günlük yayınlanan Daily Nation
gazetesindeki röportajda, dünya barışına yönelik önemli mesajlar
verdi. Kenya ve Doğu Afrika'da günlük olarak yayınlanan ve 3,5
milyon tirajı olan Daily Nation gazetesi, muhabiri Hezron
Mogambi'nin Fethullah Gülen ile yaptığı yazılı röportaja 4 ve
5'inci sayfalarında iki tam sayfa olarak yer verdi. Röportaj,
gazetenin 30 Temmuz 2004 tarihli nüshasında yer aldı. Fethullah
Gülen'in yazı yazarken ve bir de Papa ile 10 Şubat 1998'de yaptığı
tarihî Vatikan buluşmasında çekilmiş bir fotoğrafına yer veren
gazete, önce okuyucularına Fethullah Gülen'i tanıtıyor. Onun
1941'de doğduğunu, önemli âlimlerden dinî ilimleri tahsil ettiğini,
bu arada sosyal ve tabiî ilimlere de prensipler temelinde vâkıf
olduğunu ve 1958 yılında Edirne'de ilk resmî görevine başladığını
kaydeden gazete, Gülen'in ahlâkî ve manevî değerlerin insanlık
çapında yeniden dirildiği ve hoşgörü, karşılıklı anlayış ve
uluslararası işbirliğinin hakim olduğu bir 21'inci yüzyıl
arzuladığını belirtiyor. Gülen'in eğitim, Türk toplumunda ve
dünyada din bağlıları arasında diyalog ve hoşgörü çalışmalarına da
atıfta bulunan gazete, onun bu çerçevede yaptığı bazı önemli
görüşme ve buluşmaları misal olarak veriyor. Gazete, Texas
Üniversitesi'nde 11-13 Nisan 2003 tarihinde yapılan Barış
Kahramanları Sempozyumu'nda Fethullah Gülen'in, insanlık tarihinin
5000 yılının barış kahramanlarından biri olarak seçildiğine de
dikkat çekiyor. Aşağıda, İngilizce olarak yayınlanan röportajı
yapan muhabir Hezron Mogambi'nin sorduğu sorular ve Fethullah
Gülen'in verdiği birbirinden çarpıcı cevapları okuyacaksınız.
Hayatta takip ettiğiniz misyon nedir? Dünyadaki insanlara
mesajınızı nasıl açıklarsınız? Hususi bir misyonum olduğuna
inanmıyor, sadece insanlar içinde bir insan olmaya çalışıyorum.
Allah'ın "insan" olarak bize bahşettiği şeref bana yeter. İnsan,
mutlaka anlaşılması icab eden bir varlıktır. O, çimlenme ve
büyüyüp, kemâle erme istidadı taşıyan tohumlara benzer. İlâhî
kudret tohuma belli istidatlar bahşetmiştir ve tohum, bu
istidatların gelişmesi için toprağın bağrına gömülür. Eğer o, bu
istidatları geliştirme zeminini bulamaz ya da zararlı şeylere maruz
kalırsa orada çürür gider. Buna mukabil, istidatlarını geliştirme
vasatını bulduğu takdirde toprak altındaki mayalanma mahbesinden
kurtulur ve meyve veren mükemmel bir ağaç hâlini alır. İlâveten, o
çok cüz'î mahiyetiyle, küllî bir hakikati temsil eden bir külliyet
kazanır. Bunun gibi, Kudret Eli, bizim özümüze de büyük istidatlar
yerleştirmiştir. Bu istidatlardan müteşekkil tohumumuzu maneviyat
toprağında iman ve ibadet suyuyla çimlendirir ve manevî
melekelerimizi yaratılış gayeleri istikametinde kullanırsak,
dalları ebediyete uzanan ve dünyada fazilet, âhirette ebedî saadet
meyveleri veren muhteşem ağaçlar haline gelir, cennette de sayısız
nimetlerle nimetleniriz. Demek ki insan olarak biz, dünyaya ilim ve
iman yoluyla kemâle ermek için gönderilmiş bulunuyoruz. Diğer
varlıklar arasındaki hususi yerimiz ve donanımımız sebebiyle
hayatımızın gayesi, ilim ve iman yoluyla yeryüzünü imar edip, orada
adaleti gerçekleştirmektir. Bu gaye de bize, Yaratıcı’mıza ve diğer
varlıklara karşı bir kısım vazifeler yüklemektedir. Hz. Muhammed
(sas), "Allah katında en hayırlı insan, şirk koşmadan O'na inanan
ve insanlara hizmet edendir" buyurur. Keza, "Bir milletin efendisi,
ona hizmet edendir" ferman eder. Bu itibarla fakir, dünyadaki
vazifemin bu olduğuna inanıyorum. Dünyada demokrasiyi, karşılıklı
anlayışı ve insan haklarını gerçekleştirme adına dinden nasıl
istifade edebiliriz? Dinin bütün bunları gerçekleştirmedeki rolü ne
olabilir? Din; sözünü ettiğiniz evrensel değerleri gerçekleştirmeye
hizmet etmekle kalmaz, ayrıca bu değerleri garanti de eder. Allah,
dini insanın ferdî ve içtimaî saadeti için va'zetmişitr. Din,
temelde Allah'a iman ve ibadet esasına dayanır. Bir Allah'a iman ve
ibadet bütün inananların, canlı cansız tüm varlıklarla içten
münasebetini de gerektirir. Kişinin Allah'a iman ve teslimiyeti ne
kadar derinse, başka varlıklara karşı duyduğu alâka da o kadar
içtendir. Gerçekte Allah'la insanlık arasında ve bütün şartları
insanlığın hayrına bir mukavele olan din, insan dışında diğer
varlıkların boyun eğdiği İlâhî sisteme teslimiyet esasına oturur.
Yani, bizim dünyamız dahil bütün kâinat, Allah'ın tespit buyurduğu
kanunlar bütününe itaat eder ve neticede bir birlik, nizam ve âhenk
oluşur. Allah'a bu şekilde itaat eden diğer varlıkların aksine, biz
insanlarda irade vardır. Bu irade ve onun tabiî neticesi olan bir
kısım sorumluluklar bize, varlığımızı bütün varlıkla hemâhenk hale
getirmek ve böylece insanî terakki ve kemalâtı gerçekleştirmek için
verilmiştir. Allah, zulmü ve fitneyi asla istemez. O, barış içinde
ve adalet ölçülerine göre yaşamamızı diler. Dolayısıyla, Allah'a
inanan ve O'na ibadet edenlerden beklenen, dünyada barış, kardeşlik
ve adaleti sağlama istikametinde çalışmaktır. Din, umumî manâda
insan hayatı için bilgi, disiplin, insan hakları ve vazifeleri,
ayrıca ferdî ve içtimaî hayatta insanlık için neyin yararlı neyin
zararlı olduğunu belirleyen İlâhî bir sistemdir. Şu halde din
açısından hayat, dine inananların uymak mecburiyetinde oldukları
birtakım haklar ve vazifelerin bütünüdür. Bu bakımdan din;
hayatımızı, Allah ile, bizzat kendimizle, başka insanlarla ve tabiî
çevremizle münasebetlerimiz çerçevesinde ele alır. Netice olarak,
dine inanıp bağlananların onu günlük hayatlarında hangi ölçülerle
tatbik ettikleri bir tarafa, bugün genellikle kabul edilen aşk,
hürmet, hoşgörü, insan hakları, af, merhamet, barış, kardeşlik ve
hürriyet, dinin bizzat üzerinde durup yücelttiği değerlerdir. Din,
bütün insanların bir tarağın dişleri gibi eşit olduklarını söyler.
O, ırk, renk, yaş, milliyet ve fizîkî hususiyetler temelinde
herhangi bir ayrımcılık ve imtiyazı kabul etmez. O, "Hepiniz
Âdem'densiniz, Âdem ise topraktandır. Şu halde ey insanlar, kardeş
olunuz!" buyurur. Din, başlıca şu temel disiplinleri getirmiştir:
Kuvvet haktadır; aksine, hak güce tâbi değildir. Adalet ve kanun
hakimiyeti esastır. İnanç ve düşünce hürriyeti, hayat, hususî
mülkiyet, aile kurup çoğalma, akıl ve beden sağlığı gibi temel
haklar asla çiğnenemez. Ferdî hayatın mahremiyeti ve dokunulmazlığı
koruma altındadır. Kimse, aksine bir delil olmadıkça suçlanamaz ve
bir başkasının -bu bir başkası, onun en yakınları bile olsa-
işlediği suçlarla cezalandırılamaz, Fertler barış içinde, bir arada
yaşamak maksadıyla işbirliği yapmak durumundadırlar. Din nazarında
içtimaî hayatın temeli güç değil haktır. Düşmanlık, kabul edilemez.
İnsanlar arası münasebetler, çatışma ve bencilce menfaatlerin
gerçekleştirilmesine değil, inanç, sevgi ve yardımlaşma, karşılıklı
saygı ve anlayış üzerine oturmalıdır. Hak, birliği; faziletler,
yardımlaşmayı ve dayanışmayı; inanç da kardeşliği getirir. Yine,
din nazarında bütün insanlar Allah'ın kullarıdır ve hiçbir insanın
diğerine ırk, renk ve aile gibi kendinde insan iradesinin hiçbir
rolü olmayan faktörlere dayalı bir üstünlüğü yoktur. Ona göre,
kanun hakimiyeti esas olup, kimse kanunun üstünde olamaz. Kanunlar,
kişiler arasında hiçbir ayırım gözetmeksizin uygulanır ve
mahkemeler tamamen hukuka göre hareket ederler. Din, kamu malını
veya devlet hazinesini bir emanet olarak kabul eder. Bu hazineden
alınacak her şeyi hak ve kanunlara göre belirler. Herhangi bir
idarecinin bu hazineyle olan münasebeti, bir emanetçinin kendisine
tevdî edilen emanetle olan münasebeti gibidir. Hırsızlık, soygun,
cana kıyma, zulüm ve vahşet, Allah nazarında en ağır
günahlardandır. Din; hakkı, adaleti; anne-babaya iyi davranmayı,
akrabaya, fakire ve yolcuya yardım etmeyi emreder. Zinayı, fakirin
ve kimsesizin malına el atmayı, ölçü ve tartıda hile yapmayı
yasaklar. "Bilmediğiniz konuda konuşmayın; yeryüzünde çalımlı
hareket etmeyin; birbirinize yumuşak söz söyleyin; birbirinizden
yüz çevirmeyin ve öfkeli davranmayın; hareketlerinizde mülâyim
olun; kimse kimseyle alay etmesin ve kimse kimseye kötü lâkap
takmasın; sûi zandan sakının; başkalarının günahlarını
araştırmayın; kendi aleyhinize, anne babanızın ve yakınlarınızın
aleyhine de olsa doğru şahitlikten kaçınmayın ve aranızda adaleti
hakim kılın; bir kişiye ve topluluğa olan öfkeniz, sizi onlara
karşı adaletsizliğe sevk etmesin; öfkenizi tutun ve affedici olun;
kötülüğü iyilikle savın; affedici olun; alkol kullanmayın ve şans
oyunları oynamayın" diye emreder. Ayrıca, "Hepiniz insansınız ve
bütün insanlar, Allah katında eşittir. Ancak Allah'tan korkan,
gerçek manâda dindar olan, söz ve davranışlarıyla doğruyu temsil
eden, yüce ve şereflidir. Doğum, ırk ve renk büyüklük derecesi
olamaz. Hepiniz ölecek ve bilâhare yüce bir mahkemenin önünde
dünyada iken yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz. O gün rüşvet ve
kayırma geçmez; ancak sağlam iman ve sâlih amel geçer" diye ilan
eder. Kısaca, din gerçekten ne ise o olarak öğretilip yaşandığında,
bütün insanî hak ve hürriyetlerle birlikte, her iki dünyada da
saadetin anahtarı ve garantisidir. Gittikçe artan cinayetler ve
sosyal kötülükler karşısında, dünyada barışın sağlanabileceğine
dair ümidiniz var mı? İnsan, ümidin çocuğudur ve ümit ettiği sürece
yaşar; o, ümidini kaybettiği andan itibaren fizikî varlığı devam
ediyor görünse de, hayat ateşi sönmüş demektir. Ümit ise, inançla
mebsûten mütenasiptir. Bu sebeple inanıyor ve ümit ediyorum ki,
geleceğin dünyası daha mutlu, daha âdil ve daha merhametli
olacaktır. Ümitlerimizi besleyen gelişmelerden ve gerçeklerden
biri, şimdilik bir tomurcuk seviyesinde de olsa, İslâm,
Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerin mensupları arasındaki
yakınlaşmadır. Ben şahsen, hep insanlığın barış ve huzur içinde
yaşayacağı cennetâsâ bir dünyayı bekledim ve bekliyorum da. Şu
yaşlı dünyamız artık, savaşlardan ve çatışmalardan bıkmış
bulunuyor. Bu sebeple de merhamet, şefkat, manevî refah ve barışa
havadan, sudan ve ekmekten daha fazla muhtaç. Bu mülahaza ile
şimdilerde, hemen her ülkedeki insanların böyle bir dünyaya hazır
olduklarına inanıyorum. Evet, gittikçe globalleşen, bir köy halini
alan, haberleşme ve seyahat vasıtalarının gittikçe hepimizi tek bir
evde oturan kişiler haline getirdiği bir dünyada insanlar,
birbirlerini daha yakından tanıma ve artık kavga etmek yerine
yardımlaşma mecburiyeti duyacaklardır. Önceki nesiller, hiç
olmaması gereken bir başka çatışmayı da yaşadı: Din-ilim çatışması.
Bu çatışma, ilmî materyalizmi doğurmuş, o da dev bir silah
endüstrisine, sonu gelmez silahlanmaya ve dehşetengiz ebatta çevre
kirlenmesine yol açmıştır. Oysa, Allah'ın İlim, İrade ve Kudret
tecellilerinin eseri olan "tabiat"ı ve insanı inceleyen ilim ile,
insanlık tarihinde öncelikle Allah'ın Kur'an, Tevrat ve İncil gibi
kitaplara da kaynaklık eden ve kelâmının tecellisi olan dinin
çatışması mümkün değildir. Ama artık, birtakım Müslüman ve
Hıristiyan din ve ilim adamlarının gayretleri neticesinde birkaç
asırdır süren din-ilim çatışmasının, en azından gereksizliği
anlaşılmaya başlamıştır. Öyle ümit ediyorum ki, böyle bir anlayış
ilmin "tabiat"ın kirlenmesine ve kitle kıyımlarına sebep olacak
şekilde istismarını önleyecek, hiç olmazsa sınırlayacaktır.
Din-ilim çatışmasının durması, beraberinde din ile ilmi
kaynaştıran, yanlarına manevî-ahlâkî değerleri de alan bir eğitim
sistemini de getirecek ve neticede zihinleri ilimlerle, kalpleri
din, ahlâk ve maneviyatla aydınlanmış nesiller yetişecektir. Bütün
insanî değerleri yücelten bu nesillerle dünyamız, çok güzel bir
bahar yaşayacaktır. Bu bahar, her türlü istismarın sona erdiği, en
azından olabildiğince sınırlandığı, zengin-fakir uçurumunun
yeterince daraldığı, iş-sermaye-ihtiyaç dengesinin sağlandığı, ırk,
renk, dil ve dünya görüşüne dayalı ayırımların sona erdiği, temel
insanî hak ve hürriyetlerin tanındığı bir bahar olacaktır.
Zaman