Fay hattı üzerinde adalar ülkesi, Japonya
Abone ol3 binden fazla adadan oluşan, 60 aktif yanardağın bulunduğu Japonya'da halk depreme alışık. Ama saatli bomba gibi topraklarda yaşamanın yarattığı kaygı, aslında ulusal kültürün ta derinlerine kazınmış halde. Hugh Levinson'ın izlenimleri.
Önce bir uğultu duyuldu, sonra her şey zangırdamaya başladı.
Tahta raflarda baş aşağı duran yüzlerce bira bardağı birbirine çarpmaya, şıngırdamaya. Konuşmalar yavaş yavaş azaldı ve birden kesildi. Önlerinde tempura ve suşi dolu tabakların ardından birbirine bakmaya başladı herkes. Sonra barmenin sesi duyuldu, "Çabuk olun, doğalgazı kapatalım."
Hayatımda ilk kez bir deprem yaşıyordum, üstelik Japonya'ya
taşınmamdan bir kaç gün sonra... Her şey normaldi aslında - herkes
bu depremin ne kadar ciddi olabileceğine dair tahminler
yürütüyordu.
"Ne zaman kalkıp dışarı kaçmalıyız? Masalarımızın altına mı saklanmalıyız? Ya da bir kapının altında mı durmalı? - hepimizin bildiği gibi bir odanın en sağlam yeri orasıdır, değil mi?"
Bir kaç dakika sonra, sarsıntı azaldı, konuşmalar çoğaldı, suşi ahçısı da ağır bıçağıyla doğrama tahtası önünde, işine koyuldu. Bir kaç saniye sonra, köşedeki televizyonda beyaz bir altyazı belirdi - tüm kanallarda aynı mesaj vardı - depremin büyüklüğünü ve merkezini bildiriyordu.
Beklenen büyük deprem değildi bu. Ama herkes, büyük depremin eli kulağında olduğunun da farkındaydı.
Peki ama ne zaman olacaktı, bu deprem?
Söylenenlere bakılırsa hayvanlar örneğin, balıklar depremi hisseder, sazan balığı sudan çıkmaya çalışır. Öyle ki Japon hükümeti sazan faaliyetlerini takip eden, sarsıntıları önceden hissedip hissetmediklerini inceleyen bir projeye dahi sponsor oldu.
Japonlar, her an bir doğal afet yaşanabileceği beklentisiyle yaşıyorlar. Seller, Kasırgalar, Yangınlar. Ve hepsinden önemlisi depremler ve bu depremlerin yaratacağı dev dalgalar.
Tsunami kelimesi boşuna Japoncadan gelmiyor.
Japonların geleneksel dini Şinto, bir tür animizmdir, yani her nesnenin bir ruhu olduğuna inanılır. Ağaçların, dağların kutsal ruhundan bahsedilir.
Japon adaları, devasa bir fay hattının üzerine bulunuyor.
Japonya deyince akla ilk gelenlerden biri, Fuji yanardağının volkanik zirvesi. Kayalardaki çatlaklardan kaynar su buharlaşır. Doğal kaplıcalar, Japonya'nın en hayranlık uyandıran özelliklerinden biridir ve istismar edilegelmişlerdir.
Jigoku, cehennem
Beppu kasabasında pis kokulu, sülfürlü suyun yerkabuğundan yüzeye çıktığı yerlere kurulu onlarca havuz görebilirsiniz - ama asıl cazibesi olan; gaddar, ürkütücü gözlü Tanrı heykelleriyle çevrili, koyu kırmızı bir havuzdur. Adı Jigokudur, cehennem yani.
Yeryüzünün herhangi bir an, tüm güçlerini kendilerine karşı kullanabileceğini bilmeyen Japon yoktur. 1923 yılında yaşanan Kanto depremi, Tokyo'yu mahvetmişti. Tahta evlerden oluşan kenti, alevler sarmış, 140 bin kişi hayatını kaybetmişti. O tarihten bu yana Kanto vadisinin nüfusu aşırı büyüdü, dağlardan denize doğru birbirine bağlanmış kentler dizisi oluştu. Burada herkes yerkabuğunun derinlerindeki tektonik plakalar arasındaki enerjinin er ya da geç açığa çıkacağını biliyor. Herkes hazırlık yapıyor. Okullar, kamu çalışanları düzenli olarak depreme hazırlık tatbikatlarına katılıyor örneğin.
Bu tatbikatlar bir hayli de çarpıcı oluyor. Japon yetkililer, koltuk ve yemek masasının bulunduğu göstermelik bir oturma odası hazırlıyorlar. Bir duvarı olmuyor; bu sayede içini görebiliyorsunuz. Oda olduğu gibi bir kamyonun içinde, bir makineye bağlı. Bu mekanizma, yavaş yavaş odayı bir sağa, bir sola sallıyor - bir kaç günde bir hissettiğiniz alışıldık depremleri temsili olarak canlandırıyor. Perdeler dalgalanıyor, masanın üzerindeki tabaklar kaymaya başlıyor. Sarsıntının şiddeti, yavaş yavaş artıyor; giderek daha da şiddetleniyor, tabaklar, çatal bıçaklar etrafa saçılıp kırılıyor, eşyalar bir o yana bir bu yana savruluyor. Bu sahneyi sadece izlerken bile, karnınıza bir ağrı saplanıyor... Ve bu sadece temsili bir deprem... Üstelik gayet orta büyüklükte bir deprem, canlandırılan.
Fanilik ve deprem kültürü
Her an yaşanabilecek bir felaket duygusu, Japon geleneksel kültürünün içine işlemiş adeta. Japon kültürü; inceliği, faniliği anlatır, hiçbir şeyin sonsuza dek aynı kalmadığını söyleyegelir, bunu över.
Örneğin kiraz çiçekleri, doğanın en güzel ifade bulduğu örneklerden biri, çünkü en olgun zamanına erişir erişmez yaprakları düşer. Denir ki Samuraylar aynı kiraz çiçekleri gibi, her an ölüme hazır yaşamlar sürerler ve yaşamlarından aynı şekilde feragat edebilirler, çünkü önemli olan onurun korunmasıdır. Bambuya özel esnekliği veren de Zen öğretisidir. Bambu çubuğuna biraz güç uygulayın, eğilip bükülebilir ama kırılmaz. Japonlar bu nedenle evlerini hafif ve tahtadan yaparlar. Derler ki, bunun sebebi bir deprem olduğunda aynı bambu gibi, yıkılmaktan çok sallanması içindir.
Tokyo şehri, tarih boyu olağanüstü bir direnç sergileyegeldi. Dev depremden yirmi - yirmi beş yıl sonra, 1945 yılının Mart ayında Amerikan B29 uçakları, kentin tahta evlerini bombaladı. Bunun yol açtığı alev fırtınası, bir gecede 100 bin can aldı.
Büyük bir afeti beklemek Japonların yaşamının bir parçası: üstelik sazan balıklarının da depremi tahmin etmekte fazla bir yarar sağlamadığı anlaşıldı. Onca tecrübeye rağmen, bir sarsıntının ne zaman vuracağını ise bizlerden daha fazla bilemiyorlar.