Fatih Terim'in büyüklüğü!
Abone olFenerbahçe muhalefetini haksızlıkla suçlayan Şansal Büyüka, Fatih Terim'i ihmal etmedi yazısında.
Fenerbahçe muhalefeti haklı mı? Bana göre değil. Genel Kurul'a
bu kadar uzun süre varken, Aziz Yıldırım futbol takımı üstündeki
her türlü 'Acemiliği' yapıp, şimdi nispeten kenara çekilmişken,
yıllar süren Oğuz Çetin rüyasından uyanıp takımın başına 'işini
bilen' bir hoca getirmişken, 'Halka Arz'dan gelecek en az 20-25
milyon dolar parayı beklerken niçin çekilsin? Ben de olsam
çekilmem. Başkan'ın neden çekilmeyeceğini sıralayalım. 1- Bakmayın
Aziz Yıldırım'ın 'Daha belli değil, görevi bırakabilirim' dediğine.
Başkan bu işi müthiş seviyor. Mart ayında mümkün değil, bırakmaz.
2- Daha Genel Kurul'a çok uzun bir süre var ama, Başkan'ın
karşısına hangi isimler çıkarsa çıksın, şartlar ne kadar değişirse
değişsin, Başkan seçime girecek en yakın rakibine en az 1000-1500
oy fark atar. 3- Başkan 'Halka Arz'dan gelecek 20-25 milyon dolar
para ile tam rahatlayacakken, bu rahatlığı kendinden sonra
geleceklere neden bıraksın.. 4- Gelecek sezon Galatasaray'ın 100.
Kuruluş yıldönümü. Başkan, Galatasaray'ın 100. yılında
Fenerbahçe'yi şampiyon yaparak, futboldaki başarısızlıklarını
örtmek, daha da önemlisi camiada çok büyük prim yapmak
isteyecektir. 5- Başkan'a bu kadar muhalefet yapılırken, Allah'ı
var tesisleşmedeki büyük başarısına kendisine öfke duyanlar bile
alkış tutmaktadır. Başkan önümüzdeki yıllarda bu tesisleşmeyi
sürdürecek 'Daha yapacak çok işimiz var' diye her Genel Kurul'dan
haklı olarak vize alacaktır. 6- Bütün bunlar Aziz Yıldırım'ın
Fenerbahçe'nin 100. Kuruluş yıldönümü olan 2007 yılına da başkan
olarak girmek istemesinin doğal belirtileridir ve Başkan kendi
açısından son derece haklıdır. Gelişmeler gösteriyor ki, muhalefet
için Aziz Yıldırım'ı yıkmak kolay olmayacak. Hatta çok zor olacak.
Ancak bütün bu avantajlar Başkan Aziz Yıldırım'a Fenerbahçe'yi
'Keyfi yönetme' hakkını vermez. Başkan Fenerbahçe'nin muhasebesini
'İşyerinden, kulüp binasına' taşımak zorunda. Başkan camianın her
kesimiyle mutlaka 'Barışı' sağlamalı. Aziz Yıldırım'ı yakından
tanıyanlar başkanın 'Vefa' duygusunun yıllardır uğramadığı bir semt
kadar uzak olduğu görüşünde birleşiyorlar. Başkan artık bir
saplantı haline getirdiği 'Medya düşmanlığını' bırakmalı. Her kötü
gelişmenin, her kötü sonucun faturasını medyaya kesmekten
vazgeçmeli. Örneğin Erman Toroğlu 'Fenerbahçe tarihinin gelmiş
geçmiş en iyi başkanı Aziz Yıldırım' derken 'iyi adam',
eleştirirken 'Kötü adam' olmamalı. Başkan ve yakın çevresine
bakarsanız Türkiye'de Fenerbahçe'nin maçlarını yönetecek hakem
bulamazsınız. Başkan ve yönetim anlayışı Federasyonu, hakemleri,
medyayı her fırsatta infaz etmekten vazgeçmeli. Özellikle Başkan
Aziz Yıldırım sosyal ilişkilerini tepeden tırnağa ve dikkatli
biçimde gözden geçirmeli. Sevgi, anlayış, hoşgörü ile tanışmalı.
Kulübün içinden, ya da medyadan kendisini eleştirenlerle de el
sıkışmalı. Her fırsatta, her yerde, herkesle kavga etmekten
vazgeçmeli. Kavga edecekse kazanacağı kavgaları etmeli. Tıpkı
Federasyon örneğinde olduğu gibi kavga edip kaybetmemeli. Kulübü ve
camiayı 'Kızarak, kırarak, söverek, döverek' yönetmek yerine güçlü,
babacan, hoşgörülü bir portre çizmeli. Artık 'Et- tırnak' gibi
olduğu bazı çevrelerle ve de bazı işlerde araya mesafe koymalı.
Tribünleri organize ederek istediğini 'Alkışlatıp', istediğini
'yuhalatmaktan', daha ilerisini söyleyelim 'Küfür' ettirtmekten
vazgeçmeli. En önemlisi, çok yakınındaki, ama 'Çok çok' yakınındaki
iki insan ile bazılarının 'Gazı' ile 'Dolmuşa' binmemeli. Son
noktayı koyalım. Başkan Aziz Yıldırım Fenerbahçe için gerçekten
önemli bir isim. Çok büyük ve de kalıcı işlere imza attı.
Galatasaray daha stad projesi ile uğraşırken, herkesin hayran
kaldığı stadı yaptı, bitirdi. Görünen o ki, sırada yapacağı çoook
daha iş var. Muhalefet kusura bakmasın ama, Fenerbahçe camiası
yapacağı işler için Başkan'a yol vermeli, onay vermeli . Ama Başkan
Aziz Yıldırım da, 'Başkanlığı' kadar, 'İnsanlığı' da hatırlamalı.
Aslan gibi Bizde adettir, ödül almıyorsanız, ödül törenine de
genellikle gitmezsiniz. Turkcell ödüllerinde de Fatih Terim'in adı
yoktu. Ama Turkcellciler Fatih Hoca'nın ödül vermesini arzu
ediyordu... Fatih Hoca'ya gittik, konuştuk, durumu anlattık. İnanın
hoca bir dakika düşünmedi, 'Elbette gelirim' dedi; 'Yıllarca ben
ödüller alırken o insanlar salonlara gelip alkış tuttu. Şimdi ben
de Turkcell gecesine gelip hem ödül vereceğim, hem de ödül alanları
alkışlayacağım...' Fatih Hoca böyle dedi de, işin kötü tarafı
Turkcell'in ödül gecesiyle Fatih Hoca'nın Adana'da yaptırıp Türk
eğitimine armağan ettiği 'Fatih Terim Lisesi'nin açılışı aynı güne
rastlamıştı. Bırakın aynı günü, Adana'daki açılış ile İstanbul'daki
ödül töreni arasında sadece iki saat vardı. Fatih Hoca özel uçak
tuttu, Turkcell'in 'Hoca uçak işini bari bize bırak' önerisini de
geri çevirdi ve adeta zamanla yarışarak Başkan Özhan Canaydın'la
birlikte Turkcell gecesine yetişip 'Aslan gibi' ödülünü verdi.
Ödülü verirken de en az ödül alanlar kadar alkışlandı. Eleştirmek
için her fırsatta açığını aradığımız Fatih Terim'in bu davranışı
aslında bazılarına ders olmalı. Ama 'O kafa' bu davranıştan henüz
ders alacak olgunlukta değil... Böyle gelmiş, böyle gidiyor... De
Boer dedikoduları Bazen öyle şeyler oluyor ki, haber kimliği
kazanmasa da dedikodusu bile ilgi çekmeye yetiyor. Hani 'Dedikodu
baldan tatlıdır' demişler ya işte öyle bir şey... Şimdi her
fırsatta Galatasaray'ın Hollandalı transferi De Boer
eleştiriliyor... Dedikodular da onunla ilgili... Efendim, transfer
zamanı Fenerbahçe Yöneticisi Murat Özaydınlı, kendisine verilen
yetkiyle gidip De Boer ile anlaşmış. İş sözleşme aşamasına gelmiş.
Ancak Daum, Fenerbahçe ile anlaşınca De Boer ismini duyar duymaz
'Sakın ha' demiş; 'Barcelona'yı geçen yıl bu hallere düşürenlerin
başında De Boer geliyor.' Hoca böyle deyince yönetim ne yapsın?
Onlar da bu transferden vazgeçmiş... De Boer'la ilgili bir başka
dedikodu uzun yıllar oynadığı Barcelona'nın eski kaptanı ünlü
oyuncu Bakero'dan... De Boer'in Barcelona'da kalıp kalmaması
tartışılırken Bakero, 'Kesinlikle olmaz. De Boer bundan sonra
oynasa oynasa ancak golf oynar' demiş. Baştan söyledik; futbol
piyasasında dolaşan 'dedikodu' bunlar. Umarız ve dileriz ki De
Boer, ortaya koyacağı futbolla bu dedikoducuların ağzını en kısa
sürede kapatır. Destan ya da hüsran olmasın Özellikle son
dönemlerde kötü bir alışkanlığa kapıldık. Uluslararası alanda
yarışan sporcularımızla, takımlarımızı çok geriyoruz gibi geliyor
bana... Baksanıza Süreyya Ayhan, Dünya Şampiyonası'nda koştu,
günlerce manşetlerden tefrika edip, televizyonlarda ana haber
bültenlerine konu ettik. Hele final öncesi... Sanki 70 milyon
insanın 70 ton ağırlığı Süreyya'nın omuzlarındaydı. Kim taşıyabilir
bu yükü? İnsanın eli-ayağı titrer, dizleri çöker. Tamam, Süreyya
final yarışında hastaydı, kabul. Peki bu yıldız sporcuya bu kadar
yük bindirmenin, bu kadar germenin, beklentileri bu kadar
büyütmenin hiç mi olumsuz etkisi olmadı? Nitekim Süreyya, Paris'te
final günü alışılmış kalitesinin altında koşup ikinci oldu. Benzer
durumu Avrupa Şampiyonası'nda bayan voleybolcularımızda da yaşadık.
Süper kızlarımız başarılı sonuçlar aldıkça onları teşvik edelim,
destek olalım derken o kadar gerdik ki, final maçında şampiyonadaki
en kötü performanslarını ortaya koyup, kaybettiler. Bunu ben
söylemiyorum, bu işi 'Bir bilenine', eski ve ünlü bir bayan
voleybolcuya sordum, onun sözlerini aktarıyorum. Şimdi sırada
İngiltere maçı var. Allah'a şükür yoğun çabalarımız sonucu Ulusal
Futbol Takımımız'ı da 'davul gibi' gerdik. Bakıyorum, o neşeli
insan Haluk Ulusoy'un ağzını bıçak açmıyor. O da sırtındaki
tonlarca yükün ağırlığı altında. 'Bu işin altından yüzümüzün akıyla
kalkacağız' diyor ama bu sorumluluğu taşımak gerçekten kolay iş
değil. Aynı şey, hiç kuşkusuz Şenol Güneş ve Can Çobanoğlu için de
geçerli. Allah'tan hepsinin deneyimi de, yeteneği de yeterli. Rakip
kim olursa olsun, toplum ve medya baskısı ne olursa olsun, umuyorum
ki Ulusal Takımımız yarın parlak bir zafere imza atacak. Ancak spor
bu, futbol bu... Her türlü sonuca açık. Biz de her türlü sonuca
hazırlıklı olmalıyız. Kazanırsak 'destan', kaybedersek 'hüsran'
edebiyatı yapmayalım.Özellikle son 10 yıldır yıldız sporcular
yetiştiren, büyük takımlar yaratan bir ülkeyiz biz. Bize yakışan
her sonucu daha olgun, daha sakin karşılamaktır. Collina yeter mi?
İngiltere maçına hakem olarak Collina atandı ya, ulusça
'Düğün-bayram' yapıyoruz. Sanki Collina sayesinde maç kazanmışız
gibi. Tamam, Collina Türkiye'ye yakın biri. Türkler'i seven bir
hakem. Üstelik Türk takımları Collina ile bugüne kadar hiç
kaybetmedi. Ama söyler misiniz, Türk takımları Collina sayesinde
bir maç kazandı mı? Collina bizim için yoktan penaltı mı yarattı?
Rakip gol attı da iptal mi etti? Oynadık, kazandık. Oynamayın,
mücadele etmeyin de o zaman Collina'nın şansı, uğuru kalıyor mu
bakalım? Collina'yı bu maça atayan UEFA, İtalyan hakemin Türklere
yakınlığını bilmiyor mu? Aylardır yaygara yapan İngiliz basını
durumun farkında değil mi? Collina istese de bizim için bir şey
yapamaz. Kimse Collina rehavetine kapılmasın. Kimse 'Collina var,
işi bitirdik' diye düşünmesin. Allah'tan Milli Takım'ın başındaki
Şenol Güneş 'in, Can Çobanoğlu 'nun ayakları yere basıyor.
Oynamadan kazanamayacağımızı biliyorlar. Bu 'gaza' gelmiyorlar. Her
şeyden önce biz oynayalım, çalışalım, sonra Collina'nın
'Uğuruna-şansına' sığınalım. Kaldı ki Collina'dan önce şans da,
Tanrı da çalışanın yanında değil mi?