Fatih Terime şok suçlamalar
Abone olFenerbahçe'nin ve milli takımın efsane oyuncularından teknik direktör Oğuz Çetin ilk kez konuştu.
Fenerbahçe'nin ve milli takımın efsane oyuncularından teknik
direktör Oğuz Çetin ilk kez Aksiyon'a konuştu. Millî Takım'da Fatih
Terim ile çalışmanın zorluğundan Fenerbahçe'de geçen günlerine
kadar her soruya açık yüreklilikle cevap verdi.
Oğuz Çetin, Aksiyon Dergisi'nden Berham Kılıç'a verdiği röportajda
1996 yılında sezon sonunda Aykut Kocaman ile birlikte
Fenerbahçe'den gönderilmesinden, sarı - lacivertli takımda yaptığı
teknik direktörlüğe kadar bir çok konuda açıklamalarda bulundu.
Haftalık Aksiyon Dergisi'nin sorularını yanıtlayan Oğuz Çetin'in
röportajı ise şöyle:
-Fenerbahçe'de çok sevildiniz ama bir dönem sizlere Sakarya
Çetesi dediler. Bu eleştiriler sizi etkiledi mi?
O dönem takımda 7 Sakaryalı oyuncu vardı. Hepsi de Millî
Takım'daydı ve hepsi de örnek oyunculardı. Bu söylemler
Tanju'nun Fenerbahçe'ye geldiği ilk yılda oldu. Tanju gelince
onunla aramızda forma numarası meselesi yüzünden sorunlar
çıktı. Onun tutum ve davranışlarından kaynaklanan başka
problemler de oldu. Bundan ben zararlı çıktım. Onun gelmesiyle
takım içinde bir-iki oyuncu daha basına demeç vermeye başladı. Bu
çete söylemini çıkarttılar.
-O dönem şu söylendi: Oğuz, Tanju'ya pas
atmıyor…
Tam bunların yazıldığı günlerde gazeteci Altan Tanrıkulu şöyle bir
istatistik yayımladı. O ana kadar Tanju ile bir buçuk sene yan yana
oynamıştım ve ben bu süre zarfında Tanju'ya 22 gol pası vermişim.
Aykut'la ise dört seneyi aşkın yan yana oynamışım ve Aykut'a 19 gol
attırmışım. Ama bana şunu sorsan ki Tanju ile hiç çay içtin mi?
Hayır, içmedim. Saha dışında görüştün mü? Görüşmedim. Görüşemem
çünkü. Benim karakterime uygun bir kişi değil.
-Mayıs 1996'daki meşhur Trabzonspor maçı. Gönderileceğinizi
bile bile Trabzon'a gittiniz. Yenilseniz bütün sorumluluk siz ve
Aykut'a yüklenecekti…
Organizasyon yapılmıştı, yenilseydik bizi uçağa dahi
almayacaklardı. Biz yine kendi duruşumuzu sergiledik. Bizim için
fark etmez yani. Yaşananları hocamız Parreira da biliyordu. Pes
etmeyen, şartlar ne olursa olsun bunun üstesinden gelen bizleriz.
Ben F.Bahçeliyim, F.Bahçe camiasına karşı sorumluluğum vardı. O an
kişilere kızgınlığım futbolumu etkilememeliydi. Kişiler geçici
çünkü. O gün Allah'ın bir lütfu. Yeniyoruz. İki kişinin
üzerine oyun oynanıyor ve o iki kişi golü atıyor. O maçla ilgili
detay vermem gerekirse şunu söyleyebilirim. Hocamız beni o
haftaya kadar hiç frikik çalıştırmadı. O hafta bana özel frikik
idmanları yaptırdı. Çok ilginçtir, maça çıkmadan önce şunu söyledi.
Oğuz dedi, ceza sahasına yakın olan yerlerde kazanılan serbest
vuruşları sen kullanacaksın. Biraz uzak olursa Boliç kullanacak.
Maça çıktık, daha 5. dakika, ceza sahasına yakın bir yerden bir
faul kazandık. Boliç vurdu. Az sonra uzaktan bir atış kazandık, ben
vurdum. Devre arasında hocamız 'Oğuz, ben, yakın olursa sen, uzak
olursa Boliç, dedim. Niye böyle yapıyorsunuz? İkinci yarı oldu. 55.
dakikada ceza sahası üstünden bir atış kazandık. Bu sefer ben
vurdum, top ağlara gitti.
-Maç bitince seyirci sizi alkışladı. Aykut'un unutulmaz
açıklamaları oldu.
Evet. Maçtan sonra bizim başımıza gelebilecek
hadiseler Trabzon'un başına geldi. Maç bitince arkadaşlara dedim ki
'Sevineceğiz ama ölçüyü kaçırmak yok.' Çünkü onların yerinde biz
olabilirdik. Aykut da bence Türk futbol tarihinin en önemli
konuşmasını yaptı. O bile bizim aleyhimize kullanıldı.
Dediler ki 'sevinmediler'.
-Fener'den ayrılırken hiç ses
çıkartmadınız.
Bizim mukavelemiz devam ediyordu. İstesek kalırdık. Bu sefer
yönetim üzerinde baskı olurdu. Camia bölünürdü. Biz ahlaklı
insanlarız, Fener'e kaos ortamı yaşatmayız.
-İstanbul ve Adana serüveniniz nasıl
geçti?
Ondan sonra dört sene daha oynadım. İki buçuk yıl İstanbulspor ve
bir buçuk yıl Adana'da. 37 yaşımda da bıraktım. İstanbulspor'da
göçebe gibiydik. Bana göre Uzanlar futbola çok daha farklı katkı
yapabilirdi. Onların yatırımları ilk başta oyunculara değil de
tesislere olmalıydı.
-Teknik direktör olarak Fener'e gelişiniz nasıl
oldu?
Adana'da top oynarken, Sayın Aziz Yıldırım beni aradı. F.Bahçe'ye
beni kazandırmak istiyordu. Ben de basamakları adım adım çıkayım
diye yardımcı antrenör oldum. Beni aradığında Nisan 2000'di.
Parreira ile ön anlaşma yapılmıştı. Ben de onunla çalışacağım diye
çok mutluydum. Ancak Parreira olmadı. Mustafa Denizli geldi. Bir
buçuk yıl sonra Denizli ayrıldı, Lorant geldi. Lorant'la bir sene
çalıştım. Lorant ayrılınca takımı bana verdiler. Üç ay takımın
başında kaldım ve sezon sonuna doğru istifa ettim.
-F.Bahçe'ye gelişiniz erken miydi?
Şöyle erken oldu. Bugünkü Oğuz ile o günkü Oğuz aynı değil. Hem
antrenörlük hem de olgunluk anlamında büyük fark var. Ama o günkü
şartlar da çok önemli. O gün kulüp ile federasyonun, basının arası
açıktı. Yönetim futbolcu ilişkileri kötüydü. Oyuncular yıpranmıştı.
Taraftarlarla bütünleşme yoktu. Camia huzursuzdu. Bütün bunların
olduğu ortamda sen toy olmasan bile böyle bir Fener'in içine ilk
adımı atıyorsun. Neye güveniyorsun, diyorsun ki teknik açıdan ben
takımı toparlarım. Sahaya çıkartırım. Hayır, hiçbir başarı bütün
unsurlar bir araya gelmeden olmuyor. Düşünün benim gibi örnek olmuş
bir spor adamı bir maçta takım elbise giydiği için federasyon
tarafından bir ay cezalandırıldı. Dört maç takımın başında sahaya
çıkamadım. Federasyon Fener'e ceza verecek diye arada olan
bana oluyor. Benim en büyük hatam, başkanla olan abi-kardeş
ilişkimiz, dostluğumuzdu, Fenerli olmamdı. Bana böyle bir
görev verildiği zaman 'hayır bunu yapamam' diyerek işin içinden
sıyrılabilirdim. Ama böyle yapmadım. Kesinlikle yanlış bir karardı.
Onun ceremesini uzun süre çektim. Bugün daha farklı noktalarda
olmam gerekirdi.
-Fatih Terim dönemine gelmeden şunu da sormak istiyorum.
F.Bahçe'de size bir hak verildi ve bu hakkı kullandığınızı
düşünüyor musunuz?
Görüntü o. Fener'e geldi, yapamadı, gitti şeklinde. Ama bana
sorarsan bana bir hak verilmedi. Takımı sezon başında almadım,
takıma transfer yapmadım, kendimi ifade edebilecek bir takım
oluşturamadım. Kendi açımdan baktığım zaman o hakkım benim içimde
her zaman saklı. Bu hakkı ben tekrar geri alabilirim. Nasıl alırım?
Eğer bu meslekte istediklerimi yapabilirsem gün gelir o hakkı
tekrar geri alırım.
-Millî Takım'a gelirsek… F.Bahçe'yi çalıştırmış birinin
Fatih Terim'in yardımcısı olması handikap mıydı?
Fatih hoca farklı bir insan. Fatih hoca hiçbir zaman kariyer
açısından benim rakibim olacak, rekabet edeceğim bir insan değil. O
Türkiye'nin en iyi kariyere sahip hocası. Özellikle benim
F.Bahçe'de yaşadıklarımdan sonra böyle bir göreve ihtiyacım vardı.
Fatih hoca ile çalışmayı bazı insanlar böyle
yorumlayabilir, bu hiç önemli değil. Ama asıl işleyişte onunla
çalışmanın bana çok getirisi oldu. Fatih hoca gibi tecrübeli ve
pratikte çok başarılı olmuş bir insanla çalışmak, 58 uluslararası
maça çıkmak, Avrupa Şampiyonası yaşamak, bütün UEFA
organizasyonlarına gitmek, bunun yanında UEFA antrenörlük eğitimi
almak, 750 saati aşkın derse girmek… Dolayısıyla dört buçuk yılda
büyük kazanımlarım var. Fatih hoca millî takım sürecinde
bana mesleki anlamda çok fazla şey kazandırdı.
-Terim dominant biri. Çalışırken zorlandınız
mı?
Zorlanmadım dersem yanlış olur. Ama kamuoyunda görünen Fatih hoca
ile bizim içimizdeki Fatih hoca çok farklı. Çalışmalarımızda, inan
bana, işleyişin direkt içinde olan benim. Her zaman, ki Metin hoca
da öyle, Müfit hoca da öyle ama ben daha aktif, her zaman fikrini
söyleyen, direten, konuşan, etkin olmaya çalışan bir yapıdaydım.
Fatih hoca bu konularda dışarıya karşı bizi korumamış
olabilir, ki korumadı. Çünkü bizim için söylenen çok şeyler
oldu. 'Bunlar konuşmaz, susar' gibi eleştiriler oldu. O
tip şeyler söylendiğinde ekip başı çıkıp 'Bir dakika
kardeşim! Siz ne diyorsunuz? Oğuz şöyledir, Metin
böyledir' falan demeliydi bana göre. Demedi.
-Herkes böyle düşündü…
Haklılar. Şöyle haklılar. Hocanın dışarıdaki imajı bu. Kimseyi
dinlemez, dominant. Öyle bir şey yok. Kamplara girmeden önce
yapılan bütün çalışmalar benden geçerdi. Tabii ki son karar
hocanın. Kadro oluşumu, oyuncu takibi, oyuncularla ilgili
direttiğimiz konular. Ama daha da önemlisi 90 dakika içinde de çok
aktiftik. Oyunun gidişatına tesir edecek kararlar aldık.
-Hoca sizi dikkate alıyor
muydu?
Kesinlikle.
-Ama öyle bir görüntü yoktu.
Bu görüntü hoca tarafından da oluşturulmadı. Yani işte diyorum ya
hocayla çalışmak zor. Ama bunlar niye oluştu biliyor musun, ben
bunları açık yüreklilikle konuşuyorum seninle. Metin hoca, Müfit
hoca, Oğuz hoca… Baktığın zaman bunlar üniversite mezunu, eğitimli,
kariyerli insanlar. Ve bu insanların her biri Metin hoca ile ikimiz
başta olmak üzere ekip anlayışı içinde hareket ettik. Bizim etik
değerlerimiz var. Ahlaki değerlerimiz var. Ben dört buçuk yıl
içinde birileriyle dışarıda yemek yer, sohbet eder, yaptıklarımı
anlatabilirdim. Şimdi ekip anlayışı içinde ekip başını dışarıya
veremezsin. Hangi sorunu yaşarsan yaşa, bunu içeride tutarsın. Bunu
biz böyle yaptık. Zararını kim gördü, biz gördük. Ama biz
ahlaklıyız. Piontek-Fatih hoca, Derwall-Mustafa Denizli ilişkileri
çok farklıydı. Ama Oğuz-Metin-Fatih hoca ilişkisi çok daha
farklıdır. Tamamen etik değerler içinde gelişen bir dört buçuk
yıldır. Bizler bu sürede hocanın üzerinde etkili olmuşuzdur. Hoca
zaman zaman bizi dinlemiştir, zaman zaman dinlememiştir. O ekip
başının bileceği iştir.
-Bu yaptıklarınız da sizi vicdanen
rahatlatıyor.
Çok rahatım. Ben seninle bunu konuşurken, şunu bile söylüyorum, ben
aslında bunu çok fazla dile getirmem, diyorum ki ekip başı ekibini
korur. Biri öttüğü zaman o öten kişiye haddini bildirir. Ama
bildirilmedi. Bildirilmemesi sebebiyle biz geri planda kaldık. Ama
biz bu değiliz. Biz ne dedik? Fatih hoca ile geldik, Fatih hoca
bıraktığı gün biz de bıraktık. Biz başka bir şey düşünmedik. Ama
hiç kimse de demedi ki Fatih hocadan sonra Oğuz hoca, Metin hoca
devam edebilir. Demediler. Niye? Çünkü biz dört buçuk yıl boyunca
işimizi yaptık. Geri planda kaldık.
-Sizi gündeme kim getirebilirdi?
Bunu biz yapamayız. Biz o zaman kendimizi inkâr ederiz. Bunu
yapacak kişiler; ekip başı yapar, ona yakın olan kişiler belki
yapar. Ama gidip ben kendimi kamuoyuna anlatamam. O yanlış olur.
Ama şu var. Piontek-Fatih Terim döneminde hiç başarı yok. Ama Fatih
hoca, Piontek'ten sonra göreve geldi. Bizim dönemimizde Avrupa
üçüncülüğü var. Dolayısıyla bu iş tamamen kendini ifade edebilme,
kamuoyu oluşturabilme meselesi. Biz o konularda geri planda kaldık.
Ama biz bunu bilinçli yaptık. Onlar yabancı hocayla çalışmanın
avantajını yaşadı, biz saygı duyduğumuz bir büyüğümüz ile
çalışmanın dezavantajını yaşadık. Kimse yanlış anlamasın. Fatih
Terim ile çalışmak büyük bir avantajdır. Ancak kendi içimizde
avantajdır. Tecrübe açısından, pratik açısından…
-Hocanın kadro seçimleri tartışıldı. Siz az önce tesir
ettiğinizi söylediniz…
Tabii ki. Olumluda da biz varız, olumsuzda da biz varız. Hocanın
eleştirildiği her konuda biz de eleştirilmeliyiz. Sadece kadro
seçimi değil. Ama şu bilinmelidir ben de ekip başı olduğum zaman
ekibimle çalışırım, her türlü fikri dinlerim. Ama karar benim
kararımdır. Hoca bu kararı aldıktan sonra onunla aynı şekilde
düşünmesem bile benim kararım da aynıdır. Piyasaya çıkıp ben öyle
dememiştim ki diyemem.
-Terim geçen sene devre arasında Avrupa Şampiyonası'nda
nasıl 3. olduğumuzu anlattı. Bir ara 'Bu kararı aldım, Metin hoca
bile itiraz etti ama ben haklıydım' dedi. Biz bugüne kadar ondan
Oğuz hoca veya Metin hoca şu konuda haklıydı diye bir şey
duymadık…
Şimdi onlara fazla girmeyelim. Özele girer. Genel olarak söylemek
gerekirse ekip başının arkadaşlarını onurlandırması lazım.
-Siz her zaman yanındaydınız.
Her zaman. Bu ayrılık olduktan sonra konuşmak benim açımdan doğru
olmaz. Ama genel bir şey söyleyebilirim; eğer bir ekipsek ekip
başına çok iş düşüyor. Yanındakileri korumak, onurlandırmak her
zaman ekip başının görevidir. Ama biz bunları minimum yaşadık.
Mesela, Avrupa Şampiyonası'nda Çekler'i yenip gruptan çıktığımız
zaman ekip olarak basının karşısına çıkabilirdik. Çıkmadık. Hoca
öyle uygun gördü.
-Egosu sizi rahatsız etti mi?
Kendimden örnek vereyim. Ben Avrupa gördüm, eğitimliyim, belli bir
tarzım var. Ama Türkiye bu değil ki. Şimdi Türkiye'de ben hocamı
yadırgamıyorum ki. Hoca bu tarzla Türkiye'de bu başarıları elde
etti. Hoca kavgacı kimliğini öne çıkarmasa bunları nasıl elde
edecekti ki? Basınla mücadele etti, yöneticiyle mücadele etti,
oyuncuyla mücadele etti. Yani Türkiye'de sistemsizlik sistem olmuş.
Bu sistemde ben düzgünüm, ben şöyleyimle olmuyor ki bu işler.
-Hocam o zaman sizin hiç şansınız yok.
Var veya yok. Aslında benim gibi bir insanın ortaya koyduklarından
sonra şu an farklı bir konumda olması lazım. Ama burası
Türkiye.
-Hocam Hırvat maçından sonra Hırvatların hocası Biliç basın
toplantısında 'Türk Millî Takımın oyuncuları tamam, teknik
direktörü tamam, seyircisi tamam ama bugün sahada başka bir şey
vardı' dedi. Sonra Fatih hocaya bu söylendi. Hoca da 'Bugün sahada
ben vardım' dedi. Sizce o gün sahada ne vardı?
İsviçre, Çek ve Hırvat maçları çok özel maçlar. Bu üç maçta da çok
önemli kararlar alındı. Çek maçında inan bana benim çok önemli
etkilerim var. İsviçre maçında Metin hocanın çok önemli etkisi var.
Ama Hırvat maçında hocanın yaptığı çok önemli bir şey vardı. Hiçbir
antrenörün de yapmayacağı bir şeydi. 4-5-1 oynuyorduk. Ona rağmen
Hırvatlar bizi kendi sahamıza hapsetti. Bu durumdayken 4-4-2'ye
dönmek riskliydi. Hoca buna döndü. En azından ileride topu tutalım
diye düşündü. Orta sahayı eksiltiyorduk. Şok bir karardı. Hoca o
maçta varsa bu yönüyle var. Ama toplamda bakarsan oyuncuların
müthiş bir özverisi var. Hırvatlar 119. dakikada, biz de 120'de
attık. Ondan dolayı Biliç bu sözleri söylemiş olabilir. Ama orada
oyuncular kendilerini yere atarken, kulübeden bağırdık, maçın daha
bitmediğini söyledik. Son pozisyonda Rüştü'nün uzun top kullanması,
Emre Aşık'ın oraya gönderilmesinden dolayı topu indirmesi, oyun
içinde 4-4-2'ye geçtiğimiz için Semih'in orada olması ve golün
gelmesi... Aslında birçok doğru var ve o doğrularla birlikte şans
faktörünün de yanımızda olması var. O yüzden ben diye bir şey yok.
Hoca bütün bunları düşünerek öyle söylemiş olabilir.