Fatih Hilmioğlu hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
Aslında o, bir baba olarak o gün ölmüştü...
Yüzünü, görüşmeden görüşmeye belki gördüğü gencecik evladının
ölüm haberini aldığı o kara gün...
Bir babanın sırtına yüklenebilecek en büyük yükü birileri haber
verdiğinde yüklendiği gün...
Koşup gitmek istedi belki...
Bir sürü prosedür gerekti...
Zaman geçmek bilmiyordu eminim, ama beklemek gerekirdi!
O gün...
O kara gün, "daha ne kadar acı çekebilirim"
diye düşünmüş olmalı.
Sahi bir baba ne kadar acı çekebilirdi ki daha!
Vücuduna daha önce yerleşmiş bulunan hastalık da bütününü ele
geçirmekten dolayı mutluydu belki...
İçin için yerdi hastalık vücudu, düşman gib, çatırmadan,
sinsice..
Acıyı kollardı, acıları severdi...
Zalimdi...
Prosedürler tamamlandığında oğluna koştu Fatih Hilmioğlu...
Artık boynuna sarılamayacağı, nefesini koklayamayacağı, nasihat
veremeyeceği, dertleşemeyeceği, birlikte eğlenemeyeceği
oğluna...
Cezaevinden çıkınca, başka hiçbir kokuya benzemeyen evlat
kokusuna sarılmak için koşacakken, o buz gibi cenazesine sarıldı
oğlunun...
Bir babanın yaşayabileceği en kara gündü onun için.
Desteğe ihtiyacı vardı, hiç olmazsa en yakınlarına, kızına,
eşine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlasaydı.
Evladını toprağa verdiği gün, acısını orada bırakması
gerektiğini söyleyip onu ailesinden çaldılar o gece.
Sebep?
Prosedür!
Hastalık en çok böyle zamanları sever.
Korumasız bir devlet gibi görür vücudu ve hain bir düşman
askeridir o...
Bütün kaleleri zapt eder, bütün tersanelere girer, vücudun her
yerini bilfiil işgal eder.
Öyle oldu.
Zaten hasta olan vücudu bu ağır travmadan sonra daha fazla
dayanamadı.
Şimdi hastanede yaşam mücadelesi veriyor.
Sevenleri ve yakınları onun için özgürlük istiyorlar.
Henüz yoğun bakıma alınmadığı için de şu an büyüklerimiz pek
umursamıyorlar!
Oysa o, oğlunu kaybettiği o gün hayatını da özgürlüğünü de
kaybetmişti...
Bilmiyorlar...
Günün Sözü: Allah yarına bırakır
ama yanına bırakmaz (Anonim)