Fatih Altaylı 'kovun şu adamı' diye isyan etti!
Abone olHabertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı bugünkü köşesinden Habertürk'ten kovulacağı yönündeki iddialarını sert dille eleştirdi.
Habertürk gazetesi yazarı Fatih
Altaylı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı
döneminde kendisinin Habertürk'ten kovulması için baskı yaptığı
yönündeki iddialara bugünkü köşesinden yanıt
verdi.
Kovulmasına ilişkin iddiaların gündeme 17-25 Aralık operasyonları sonrası internete sızan 'Alo Fatih' tapeleri sonrası başladığını hatırlatan Altaylı, "Ne dememi istiyorsunuz. Önemli olan talimat verilmesi değil, önemli olan o talimatın yerine getirilip getirilmemiş olması. Bakın ben hâlâ Habertürk'te yazıyorum" dedi.
MESLEĞE SIZDIRILMIŞ PİSLİKLER!
28 Şubat döneminde kovulan gazetecilere kendi köşesini açıktığını da hatırlatan Fatih Altaylı, "Bir gazetecinin kovulmasını istemek, bir gazetecinin aklına bile gelmezdi. Ama gazeteci kisvesi alfanda dolaşanların yaptığı kelle avcılığına inanamıyorum. Onlar gazeteci falan değil. Bu mesleğe sızdırılmış pislikler" diye yazdı.
Fatih Altaylı'nın 'Kovun şu adamı' başlıklı bugünkü yazısından
öne çıkan bölümler şöyle:
"Şu sıralar Türkiye dışında olmak için hiçbir fırsatı
kaçılmıyorum.
Niyeyse "ruhuma" iyi geliyor.
Yazı yazmaya oturduğum anlar hariç, daha keyifli oluyorum.
Yine öyle bir haldeydim.
Grand Palais'de bir sergi gezdikten sonra şahane bir Paris
eylülünün ılıklığında yürüyordum.
Telefonum çaldı.
Bir internet sitesinin editörü kendini tanıtıp sordu.
"Fatih Bey hakkınızda çıkan haberle ilgili bir açıklama
yapacak mısınız?" "Hakkımda çıkan haberden haberim yok"
dedim.
Hakikaten haberim yoktu.
"Başbakan, kovulmanız için Fatih Saraç'a talimat vermiş."
"İyi yapmış, ağzına sağlık" dedim.
Sonra merak ettim sordum.
"Başbakan mı, Cumhurbaşkanı mı?" Yanıt beklediğim
gibiydi.
"Cumhurbaşkanı ama talimatı Başbakan'ken vermiş." "Dönemin
Başbakan'ı yani" dedim gülerek.
Karşımdaki de güldü.
"Ne dememi istiyorsunuz. Önemli olan talimat verilmesi
değil, önemli olan o talimatın yerine getirilip getirilmemiş
olması. Bakın ben hâlâ Habertürk'te yazıyorum"
Kapattım.
Bir dalıa. Bir daha.
Telefon çalıyor, arayan haberci aynı şeyi soruyor.
Ben de üç aşağı beş yukarı aynı yanıtı verip kapatıyorum.
TAPELER BENİ HİÇ ŞAŞIRTMADI!
Doğrusu benim kovulmamın talep edildiği
"tapeler" beni hiç şaşırtmadı.
Çünkü "Alo Fatih" tapeleri yayınlanıp halkın bir
bölümü beni "Alo Fatih" zannederken de ben
bunlardan haberdardım.
Bazıları beni "Başbakan yalakası" olmakla
suçlarken, dönemin Başbakan'ı defalarca benim kovulmamı talep
ediyordu. Çünkü bir Fatih, diğer Fatih'e rağmen gazetesinde
gazetecilik yapmaya çalışıyordu. Bu da hoşa gitmiyordu. Ve bunca
talebe, bunca baskıya rağmen bu gazetenin yayıncısı beni
kovmuyordu.
Ben de bu gazetenin patronuna sürekli olarak, "Bu kadar
sıkılmanıza gerek yok.
Hemen istifamı verebilirim" diyordum ve her
seferinde, "Sen beni tanımıyorsun galiba" yanıtını
alıyordum.
Yalan yazma. Hakaret etme. Taraf tutma.
Tek prensibimiz buydu. Bizden tek beklentisi buydu.
...
O gün bugündür özgürce istediğimi yazıyorum.
...
Haa, şunu da söylemem lazım.
Hem burada, hem başka çalıştığım gazetelerde, siyasetçiler pek çok
defa kovulmamı istediler.
O siyasetçilerin çoğu artık yok.
O siyasetçilere boyun eğen patronların ise tamamı basın sahnesinden
silindi gitti.
...
Meşhur 28 Şubat döneminde de benzer şeyler yaşandı,
hatırlarsınız.
"Askerler istedi" bahanesiyle Dinç Bilgin adındaki
"medya kâbusu", Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar
ve Mehmet Barlas'm işine son verdi.
O dönemde ben Hürriyet'te yazıyordum.
Köşemden bu üç yazara bir çağrı yaptım.
"Köşeniz elinizden alındı ama bu köşe sizin köşenizdir.
Yazılarınızı bana yollaym, bu köşeye koyacağım" dedim.
Üç meslektaşımla da hiçbir fikri yakınlığım yoktu, ama fikirlerini
söyleyebilmelerinin önemi vardı.
Cengiz Çandar teşekkür etti, ama istemedi.
Barlas yanıt vermedi.
Rahmetli Birand ise haftalarca benim köşede kendi imzasıyla
yazılarını yayınladı.
Türk basınında her zaman gazetecilere baskı vardı.
Ama o gün ile bugün arasında çok önemli bir fark var.
...
Bir gazetecinin kovulmasını istemek, bir gazetecinin aklına bile
gelmezdi.
...
Bugün siyasetçilerin yaptıkları beni ne şaşırtıyor, ne de
üzüyor.
Ama gazeteci kisvesi altında dolaşanların yaptığı kelle avcılığına
inanamıyorum.
Ama yine üzülmüyorum.
Çünkü biliyorum.
Onlar gazeteci falan değil.
Bu mesleğe sızdırılmış pislikler.