(Bugünkü yazımı, Ersin Nazif
Gürdoğan'ın eserlerinden esinlenerek yazdım.)
Bir ülkenin kültürel zenginliği, üniversitelerin sayısından
ziyade kalitesine bakar. Üniversiteler, ekonomik, sosyal ve
kültürel araştırmaların planlandığı kurumlardır. Üniversitelerin
kadroları ve yetiştirdikleri kişiler, üzerlerine düşen görevi
yerine getirdikleri ölçüde, toplumsal kirlenmeler ve ekonomik
bunalımlar en alt seviyeye iner.
Bütün dünyada olduğu gibi, maalesef ülkemizde de üniversiteler,
hakikati aramanın, sağlıklı düşünmenin ve erdemli olmanın
öğretildiği ocaklar olmaktan çıkmış durumdadır.
Artık öyle bir hal almıştır ki üniversitelerde doyma bilmez bir
öğrenme aşkı yerine, önüne geçilmez bir kazanma hırsıyla, kısa vade
de nasıl zengin olunabileceğin teknik bilgisi veriliyor.
Üniversitede, öğrenciler akan hayatın dışına itilerek, hakikatten
kopuk bir halde, hayatı nasıl yaşanır kılmadan ziyade; tüketimi
ziyadeleştirerek hayatı daha karmaşık bir şekle getirmenin
bilgilisi öğretiliyor. Üniversitelerde ruhun olgunlaşmasına, bilgi
kazanılmasına ve gönlün zenginleştirmesine hassasiyet verilmiyor.
Bundan dolayıdır ki tüm dünyada üniversiteler, bir uçtan diğerine
büyük bir karmaşa halindeler.
Üniversiteler de kaç kişi vardır ki “Mesnevi” ve
“Mukaddime” yi hakkıyla okuyan? Veya
Mumford, Rozsak, Mishan, Illich gibi, batının
yürürlüğe koyduğu hayata, ciddi eleştirel yapan yazarları kaç kişi
okumuştur?
Dört yılı bir sınıfta tüketip, basmakalıp düşünceler
ezberleyerek kültürel zenginlik kazanılmıyor.
Geçmiş medreselerde olduğu gibi, Öğrencilere, ilgi duydukları
alanlarda çalışmalarına izin verilmelidir. Toplumdan, hayattan,
insanımızdan, kültürümüzden, tarihimizden, ve sorunlarımızdan kopuk
eğitim düzenini bütünüyle değiştirmeliyiz.
Batı üniversitelerini taklit etmeye kalkmaktan vazgeçmeliyiz.
Bize özgü bir üniversiteyi, Oxford’u veya Harvard’ı kopyalayarak
değil, bizim olan Medrese sistemini iyi kavrayarak, onun
eksiklerini gidererek, ona dayanarak kurabiliriz.
Çağımızda gençler yüz yüze olunan sorunlarla daha bir iç içeler.
Bu yüzden, gençler akan hayatı değiştirecek gücün ana kaynağıdır.
Geniş görüşlü, dünya sistemini bilen, gerçekten yaşanan hayatın
içinde, sorunlarla yüz yüze olan gençlere ihtiyacımız var. Ekonomik
ve sosyal oluşumun değerlerini değiştirecek olan gençler, diplomalı
değil gerçekten bilgili olanlardır. Üniversitelerimiz batı
kültürünün değil, kendi değerlerimizin araştırıldığı ve öğretildiği
ocaklara dönüştürülmelidir. Bunun için de, batılıların bizim
kültürümüzle ilgili yaptıkları çalışmaların en az on katını biz
kendi kültürümüz ve onlar halkında yapmalıyız. O zaman
üniversiteler batı kültürünün boy attığı ortamlar olmaktan çıkar.
Ve üniversiteler teknik bilgilerin yerini ve sınırlarını iyi
kavrayan, sağduyu ve sorumluluk sahibi nesillerin yetiştiği yerlere
dönüşürler.
İnsan sahip olduğu bilginin, bütün içinde bir nokta olduğunu
ancak cami ve medreselerde idrak edebilir. Allah’ın sonsuz gücü
önünde, bilim ve teknoloji benzeri her şeyin yok olup gideceği,
üniversite binalarında anlatılamaz.
Peygamberimizin bize öğrettiği ve örnek verdiği olan;
Camilerimizin, kütüphanelerimizin, çarşı ve mekteple
bütünleştirildiği eğitim odaklarında, Doğuyu ve Batıyı bilen, gönlü
zengin, ruhu temiz nesiller yetiştirebiliriz.
Bu nesil, bilimsel araştırma yolunu büyük İmamlar;
Ebu Hanife, İmam Şafii, Maliki ve Hanbel’den
öğrenecek.
İnsanı sevmeyi ve hizmet etmeyi Mevlâna ve Yunus’tan
öğrenecek.
Hakikati aramanın çilesini Gazali'den, gönlü
zenginleştirmeyi, Seyyid Abdulkadir Geylani’den
öğrenecek.
Sanatı, Fuzuli, Şeyh Galipten öğrenip, Namaz, Oruç,
Hac ile silahlanacak.
Böylesine olan nesil, kendini kurtarmakla kalmayacak, tüm
insanlığın kurtuluşu için gerekli düşünce ve eyleme giden yolları
da açacaktır.
Selametle..