Faiz lobisini çıldırtan iki rakam
Abone olMÜSİAD eski Başkanı Dr. Ömer Bolat, 28 Şubat sürecinde, Türkiye'nin gelişmesini istemeyen kesimlerin büyük bir operasyon yaptığını açıkladı.
Bolat, 'Yapılan brifinglerle, oluşturulan psikolojik harekatla
irtica geliyor korkusu yayıldı. Bu dönemde ortaya çıkan rant
lobisi, bankaları ve ülkenin değerlerini hortumladı.''' dedi.
28 Şubat süreci hem Türkiye ekonomisine hem de Türk halkına
büyük açılar yaşattı. İnançlarından dolayı milyonlarca insan çok
zor günler geçirdi, zulüm ve yok edici-ayrımcı muamelelere maruz
kaldılar. Muhafazakar insanların şirketleri tecrit edildi. Bu
dönemin canlı şahitlerinden biri olan Yenişafak'a konuşan
Müstakil Sanayiciler ve işadamları Derneği (MÜSİAD) eski Başkanı
Dr. Ömer Bolat, yaşananları anlattı. İşte Bolat'ın o dönemle ilgili
açıklamaları:
28 şubat süreci nasıl
başladı?
1990'lı yılların başından itibaren kamu bütçe açıklarının vergi
artırımından ziyade kamu borçlanması yoluyla finanse edilmesi
tercihi ülkemizde güçlü bir faiz-rantiye lobisini meydana getirdi.
Parası olan çevreler, bankalar ya da şahıslar devlete para satıp
bono ve tahvil alarak o yıllarda bazen iki hane, bazen 3 hane olan
enflasyonun 20-25 puan üzerinde reel faiz kazanacak şekilde tatlı
paralar kazandılar. 5 Nisan 1994 krizi öncesinde yüzde 130'luk bir
devalüasyon oldu. Bu krizi bastırabilmek için devlet 3 aylık bono
çıkardı, faiz oranı ise net yüzde 50'ydi. Bunun arkası
geliyordu.
YENİ BİR DÜŞMAN ORTAYA
ÇIKARDILAR
Soğuk savaşın bitmesi bu süreçte ne kadar
etkili oldu?
1990'lı yıllarda dünyada bir şey oldu. Soğuk savaş düzeni yıkılıp
komünizm iflas edince Avrupa ve ABD, Doğru Avrupa, Baltık, Orta
Avrupa ve Balkan ülkelerini, Avrupa Konseyi, NATO ve Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı şemsiyesi altında korumaya aldı. Bu
ülkeler için üyelik süreci başlatılarak AB şemsiyesi altına alındı.
Batı'nın yeni düşmanı yeşil renkti. O zamana kadar kelimesini
duymadığımız fundamentalizm yani kökten dincilik tehdidi ortaya
atıldı. Bu kökten dinciliği Hristiyanlık ve Yahudilikle
ilişkilendirmeyip hep Müslümanlarla, İslam'la
ilişkilendiriyorlardı. Dünyada o yıllarda yükselen İslami değerler
vardı. Siyaset alanında İslami hassasiyeti olan partiler yükselişe
geçti. Türkiye'de de bunun benzeri bir gelişme yaşandı. Refah
Partisi 1991 genel seçimlerinde MÇP ve Islahatçı Demokrasi
partisiyle yüzde 17 oy aldı ve Meclis'e 38 milletvekili soktu. 25
Mart 1994 belediye seçiminde Refah Partisi yüzde 19 oyla birinci
parti oldu ve İstanbul, Ankara, Trabzon, Kayseri, Konya, Diyarbakır
gibi büyük şehirleri kazandı. 25 Aralık 1995 genel seçimlerinde
Refah Partisi yüzde 22 oyla birinci parti oldu. Dönemin asker,
medya, büyük sermaye ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in baskıları
nedeniyle ANAP ve RP arasında koalisyon kurulamadı. DYP ile ANAP;
ANAYOL hükümetini kurdu ancak 3,5 ay görevde kaldı. Bu gelişme
üzerine Refah Partisi ve DYP 30 Haziran 1996'da yeni Refahyol
hükümetini kurdu.
REFAHYOL DÜZENE SON
VERDİ
Refahyol'un ilk icraatı
neydi?
Bu hükümet öncelikle memurlara ve emeklilere büyük oranlı zam
yaptı. Kısa bir süre içinde 'kamu tek hesabı' adı altında kamu
kuruluşlarının, kamu bankalarının ellerindeki likit varlıkların
ortak bir havuzda toplanmasına karar verildi. İhtiyaçlar da bu
havuzdan karşılandı. Bazı büyük kamu şirketlerinin, TÜPRAŞ, Erdemir
gibi veya kamu bankalarının ellerindeki likit varlıklar,
yurtdışında yüzde 2-3 faizle değerlendiriliyordu. Ancak içeride
ihtiyaçlarını yüzde 60-80'lik faiz oranlarıyla özel bankalardan
karşılıyorlardı. Bu düzene son verildi. Bu çok önemli bir
gelişmeydi. Bu yeni durum faiz lobisini rant lobisini ürküttü ve
kızdırdı. Diğer taraftan, 1997 bütçesini Meclis'e getirirken
Refahyol hükümeti denk bütçe yapacağız diye bir hedef belirledi.
Devletin gelirleriyle giderleri arasında bir açık olmaması
hedeflendi. Bu da rant lobisini ürküttü. Çünkü alıştıkları bir
düzen ardı. Devlet büyük kamu açıkları veriyor. Bu bütçe açıklarını
da devlet yüksek faizle tahvil ve bono satarak rant çevrelerine
karşılatıyordu. Kıllarını kıpırdatmadan çok tatlı kârlar, yüksek
faiz geliri elde ediyorlardı.
DÜĞMEYE 28 ARALIK 1996'DA
BASILDI
Düğmeye bu yüzden mi
basıldı?
Aynen öyle. Bu iki gelişme düğmeye basılmasını beraber getirdi.
Enflasyon ve faz oranlarında düşme başlamıştı. Refahyol'un ilk 6
ayda yani 31 Aralık 1996'ya kadar olan dönemde ekonomide böylesine
ümit verici olumlu gelişmeler kaydetmesi ve rantiyeyi ürküten
hedefler belirlemesi karşısında hükümetten kurtulmak için düğmeye
basıldı.
Tam olarak ne zaman düğmeye basıldı?
28 Aralık 1996'da Üsküdar'da Azcmendiler'in başı Müslüm Gündüz ile
Fadime Şahin'in basılması operasyonuyla düğmeye basıldı. Birden
ekranlar ve gazeteler Müslüm Gündüz- Fadime Şahin, Ali
Kalkancı-Emire Kalkancı 4'lüsü arasındaki aşk dörtgeni, sözde
irticai gelişmeler başlıkları altında psikolojik harekat haberleri
yapıldı. Bu haberlerin devamında 4 Şubat 1997 günü Anakara
Sincan'da tanklar yürütüldü. O zamanki Genel Kurmay 2. Başkanı'nın
kendi ifadesiyle 'Demokrasiye balans ayarı' yapıldı. Birkaç gün
daha devam eden psikolojik harekattan sonra 28 Şubat 1997 Cuma günü
Milli Güvenlik Kurulu'nda yaklaşık 10,5 saat süren toplantıda
Türkiye'deki her alandaki dindarlar ve dini gelişmelerle, yaşam
biçimiyle alakalalı tırpanlama ve yasaklamaları ihtiva eden 18
maddelik kararlar alındı. Ancak rahmetli Erbakan Hocamız bu
kararları birkaç gün imzalamadı. Medya psikolojik baskı yaptı.
'Erbakan geriyor' başlıkları atıldı. Daha sonra bu kararlar
imzalanınca da bu defa 'Paşa Paşa imzaladı' manşetleri atıldı. Ama
Erbakan Hoca MGK'nın bu 18 maddesini hiç uygulamadı.
EKONOMİ İYİYE GİDİNCE HAREKETE
GEÇTİLER
Rant lobisi bu arada ne
yapıyordu?
Rant lobisi Rehafyol hükümeti döneminde kamu bankalarını
istedikleri gibi hortumlayamadı. Eskiden kamu bankalarını kendi
şirketlerinin kasası gibi kullanıyorlardı. Siyasilerin
kartvizitleriyle krediler alınıyordu. Refahyol hükümeti öncesinde
Bankalar Yeminli Murakıplar'ın hazırladığı raporları, siyasiler
hasıraltı ediyordu. Refahyol döneminde rantiye baktı ki, ekonomi
iyi gidiyor, bu hükümet uzun süre iktidarda kalacak ve gireceği ilk
seçimde oylarını katlayacak, hemen çok hızlı bir şekilde harekete
geçtiler. Önce Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna, Sanayi Ticaret Bakanı
Yalım Erez, Turizm Bakanı Bahattin Yücel gibi isimler kabinedeki
görevlerinden Nisan-Mayıs1997 döneminde istifa ettiler. Buna rağmen
Refahyol'un milletvekili sayısı yeterliydi. Bunun üzerine
Olağanüstü Askeri Şura toplantısı ve Ankara'da 19 Mayıs mitingleri
yapıldı. 10 Haziran 1997'de Genel Kurmay karargâhında yargı
mensuplarına, 11 Haziran'da iş dünyası STK'larıyla medyaya
brifingler verildi.
MUHAFAZAKAR KESİME YÖNELİK KORKUTMA
KAMPANYASI YAPILDI
MÜSİAD üyelerine bu dönemde neler
yapıldı?
Brifingler verilmeden birkaç gün önce 1997 Haziran başlarında
Milliyet Gazetesi'nde 'Ordu'dan MÜSİAD üyelerine ve irticai
şirketlere ambargo' başlıkları atıldı. Buradaki amaç MÜSİAD üyesi
olan veya sahipleri dindar ve muhafazakar hayat tarzı olan
şirketlere yönelik korkutma ürkütme kampanyası başlatıldı. Ordu
evlerine, kantinlere ve askeri ordu pazarlarına bu şirketlerin
ürünlerinin alınmaması ve yine darbe gelecek korkusuyla bir çok
firmaların bu şirketlerden alışveriş yapmamaları sağlanmaya
çalışıldı. Özel bankaların bu şirketlere teminat mektubu vermemesi,
bu şirketlerin özelleştirme ihalelerine, kamu ihalelerine girmemesi
gibi her alanda yıkıcı psikolojik harekat programları
uygulandı.
YÜKSEK CEZALAR KESİLDİ
Üzerinize gelindi mi?
Bu dönemde MÜSİAD üyelerine, vergi, Sigorta ve Sanayi Bakanlığı
müfettişleri gönderildi. Haksız ve fahiş cezalar kesildi. İşyerinin
rengi yeşil diye bir çok iş yeri sahibi tehdit edildi. Birçok firma
irticacı diye işaretleniyor, baskı altında tutuluyordu.
İşyerlerinde 'Allah lafzı', hat resimleri olanlara baskı
uygulanıyordu. Ankara'da hiçbir bürokrat ve bakan randevu
vermiyordu, telefonlara çıkmıyordu, Bakanların yurtdışı gezilerine
alınmıyorlardı. Bugüne diktatörlük diyebilecek kadar tuhaf
düşünenlere dünkü Türkiye'yi hatırlatırım. Biz dünkü Türkiye'yi
unutmadık.
5'Lİ ÇETE SİYASİ RANTINI
ALDI
Dönemin sivil toplum kuruluşları süreçte
nasıl rol aldı?
28 Şubat sürecinin en acı olaylarından biri de, iş dünyasının resmi
alanda üst çatı örgütleri olan TOBB, TESK, Türk-İş, DİSK ve TİSK
hükümete karşı birlikte çalıştılar. TİSK Başkanı Refik Baydur'un
kendi ifadesiyle ve kendi yazdığı kitabın başlığı olarak 5'li çete
kurdular. 1997 Mart ayından itibaren hükümetin istifa etmesi,
çekilmesi 'ortamı geriyor'. 'irticai faaliyetlere göz yumuyor' gibi
suçlamalarla, 5'li çete sanki iş dünyasını ve bütün STK'ları temsil
ediyormuş gibi Refahyol hükümetine karşı psikolojik kampanya
yürüttü. Burada baktığımızda bu 5'li çeteden DİSK Başkanı Rıdvan
Budak katıldığı 18 Nisan 1999 seçiminde DSP'den milletvekili oldu.
TESK Başkanı Derviş Günday, 2 dönemdir CHP'den Çorum milletvekili
oldu. Türk-İş Başkanı Bayram Meral de CHP'den 2002'de milletvekili
olarak Meclis'e girdi. Milli iradenin emanet edildiği meşru
hükümeti yıkmaya teşebbüs edip çalışan bu kişiler, daha sonra
siyasetten diyetlerini, rantlarını aldılar.
DEMİREL'DEN ALİ CENGİZ
OYUNU
Baskılara karşı hükümet değişikliğine
gidildi. Bu neden gerçekleşmedi?
Refahyol hükümeti 18 Haziran 1997'de 282 milletvekilinin imzalı
mektubuyla Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e istifasını sundu. Amaç
kaptan değişikliğiydi. Sayın Tansu Çiller Başbakan, Sayın Erbakan
ve belki de BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun Başbakan Yardımcısı
olacağı yeni bir hükümet kurulacaktı. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel her zamanki gibi Ali Cengiz oyunuyla hükümet kurma
görevini ANAP Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 15 günlük hükümet kurma
sürecinde 40'tan fazla DYP milletvekili tehdit, şantaj ve
transferlerle istifa ettirildi ve Hüsamettin Cindoruk başkanlığında
yeni bir parti kuruldu. Böylece Mesut Yılmaz başbakanlığında Bülent
Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'un da içinde yer aldığı Anasol-D
hükümeti kuruldu. Bu hükümet 1998 Aralık ayına kadar gitti. Sonra
Ecevit başkanlığında bir azınlık hükümeti kuruldu ve 18 Nisan 1999
tarihinde genel seçimle yerel seçimler birleştirildi. Seçimden
sonra Anasol-M hükümeti DSP Genel Başkanı Ecevit Başbakanlığında
kuruldu.
MİLLET HALA PARAYI ÖDEMEYE DEVAM
EDİYOR
Rant lobisi istediğini aldı
yani...
28 Şubat'ta Refahyol hükümetini deviren sermaye ve medya
çevrelerinin de diyet talebi vardı. 'Bu hükümeti biz kurduk, bizim
dediklerimizi yapacaksın' denildi. Anasol-D hükümetinden ilk
istedikleri de İmam Hatipler'in orta kısmıyla Kur'an kurslarının
kapatılması oldu. Ardından Refahyol'u deviren sermaye-medya
koalisyonu, kamu bankalarından balı krediler istedi. 4 kamu
bankasının içi soyuldu, 21 milyar dolar açık verildi. Bunlar görev
zararı olarak yazıldı. 22 tane özel bankanın içi soyuldu batırıldı.
TMSF'ye devredildi. Yaklaşık 31,5 milyar dolar da onların zararı
oldu. Toplam 53 milyar dolar Hazine ve vatandaş zararı meydana
geldi. Bu parayı Hazine, Merkez Bankası'na para bastırarak aldı. Bu
bankaların içine koydu, Hazine, Merkez Bankası'ndan aldığı bu
paraların faizini hala 12 yıldır ödemeye devam ediyor. Millet bu
paraları ödemeye devam ediyor. O tarihten beri Türkiye'de
bütçemizin yıllık faiz harcamaları 50-55 milyar TL arasında gidip
geliyor. Ama 2002'deki 53 milyar TL faiz ödemesi, o zamanki bütçe
harcamalarının yüzde 45'ini, vergi gelirlerimizin tamamını
oluşturuyordu. Bu gün 50 milyar liralık faiz harcaması bütçe
giderlerinin yüzde 13'ünü oluşturuyor.
Yurtiçi ve Yurtdışı egemen çevreler ile Faiz Lobi'si AK Parti'yi
sevmiyor
Ömer Bolat, AK Parti hükümetinin ekonomide makro ekonomik dengeleri
sağladığını, enflasyonu ve faiz oranlarını tek haneye düşürdüğünü,
Türk lirasına ve pasaportuna itibar sağladığını, halkın gelir
seviyesi ve refah düzeyi ile kamu hizmetlerinin kalitesinin
yükseldiğini, bütçedeki faiz giderlerini ve kamu borçlanma yükünü
düşürdüğünü söyledi. Bolat, 'Bu yüzden içerideki ve dışarıdaki faiz
lobisi AK Parti'yi sevmiyor. Çünkü onlar eskiden üç kağıt ekonomisi
denilen, faiz, döviz ve borsa üçgeninden tatlı para kazanıyorlardı'
değerlendirmesi yaptı.
2001 krizinde 28 Şubat'ın etkisi var
mı?
21 Şubat 2001 krizi, esasında 28 Şubat sürecinin Türkiye'yi dibe
vurdurduğu krizin adıdır. 21 Şubat 2001 krizi, 5,5 yıl süren 28
Şubat zulüm döneminin Türkiye ekonomisini, siyasetini, toplumsal
huzur ve barışını dibe vurdurduğu krizin adıdır. O krizde bir anda
yüzde 100'ün üzerinde döviz kuru artışı meydana geldi, faizler
gecelik yüzde 7.000'lere fırladı. Türkiye yeniden IMF'den borç
istedi. IMF ile 14 Mayıs 2001'de stand-by programı onaylandı. Fakat
kriz devam etti. 2001 Ekim ayı başında dövizde devalüasyon
hızlanınca IMF ile yeni bir stand-by daha yapıldı, ek kredi desteği
alındı. Türkiye stand-by programlarını ancak 10 Mayıs 2008'de
bitirdi ve IMF ile yeni bir anlaşma imzalamadı. Türkiye 1961'den
2013'e kadar olan 52 yıllık sürede IMF'ye borçluluk dönemini 14
Mayıs 2013'te 400 milyon dolarlık ödemesini yaparak sıfırladı. G-20
zirvesinde alınan kararla da Türkiye IMF'ye 5 milyar dolar kredi
açma sözü verdi. İşte 2001 Türkiye'si, işte bugünkü Türkiye. 2001
Türkiye'sinde 3 haneli, 2 haneli enflasyon, dünyanın en değersiz
para birimi, çift haneli küçülme, kamu borcunun milli gelire
oranının yüzde 91 çıkması, bütçe açığının milli gelire oranının
yüzde 11'lere çıkması var. Esnaflar aylarca siftah yapamadı, sokağa
döküldü. Türkiye tarihinin en büyük ekonomik küçülmesini yaşadı.
Yüzde 11,2 küçüldü.
BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ
KAZANCI
Bugün gelinen noktada faiz lobisi
kavramının içi boş olduğu iddia ediliyor. Bu sizce doğru
mu?
Faiz lobisi 28 Şubat'ın eseridir. 28 Şubat darbe sürecinde Refahyol
hükümetinin yıkılmasına taşeronluk yapan sermaye, finans ve medya
çevrelerinin Refahyol yıkıldıktan sonra kurulan Anasol-D ve sonra
kurulan Anasol-M hükümetlerinden istediği diyetlerin bedelidir faiz
lobisi. İşte kamu bankalarının içini hortumlamaları, çok özel
tekniklerle birbirlerinin bankalarından para aldılar. Bir
apartmanda her daireye şirketler kurarak, ne kadar görevli varsa
onların üzerine şirket kurarak krediler aldılar. Kendilerine emanet
edinmiş, tasarruf sahiplerinin paralarını iç ettikleri bir dönemdi
. Bunları geri de ödemediler. Biliyorlardı ki 'iktidara destek
verdik. İktidar da o paraları geri ödeme hesabı sormayacaktı.'
Türkiye, artan kamu borcu ve bütçe açıklarını karşılayamadı ve
yüksek faiz yüküyle karşılaştı. Yüksek faiz olunca yüksek enflasyon
oldu. Yüksek enflasyon da yüksek devalüasyonu getirdi. Türkiye o
süreçte Bermuda Şeytan Üçgeni, üçkağıt ekonomisi denilen, faiz
döviz borsa üçgeninde yönetiliyordu. Tam bir rantiye ekonomisi
vardı.
TÜRKİYE'NİN ELİTLERİ KISKANÇLIK VE KİBİR
İÇİNDE
Türkiye'nin elitleri bu durumdan rahatsız mı?
Kendilerini bu ülkenin elitleri seçkinleri, mavi kanlıları, beyaz
Türkleri gibi gören çevreler AK Partinin 10 yılda milli geliri 3,5
katı, ihracatı 4,5 katı artırmasına rağmen, refah seviyesini, kamu
hizmetlerinin seviyesini gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarmış
olmasına rağmen, 'siz bizden değilsiniz, biz sizden bıktık, sizi
istemiyoruz' kıskançlığı ve kibri nedeniyle AK Parti'ye hala
öfkeleri vardı. Bu öfkeler farklı öfkelerle birleştirilerek
Taksim'deki büyük kalkışma meydana getirildi.
LOBİLERİ ÇILDIRTAN İKİ
RAKAM
Faiz lobisi neden bu kadar gözü
kara?
Faiz lobisini çıldırtan iki tane rakam var. Biri şu, Türkiye'nin
2001-2002'deki vergi gelirlerinin tamamı faiz ödemelerine
yetmiyordu. Faiz ödemeleri o dönem 54-55 milyar liraydı. Bugünkü
Türkiye'de vergi gelirlerinin toplamı 330 milyar TL. Bunun tamamı
faize gitmiş olsaydı, 330 milyar lira bütçemizde faiz ödemesi
yapmamız gerekecekti. Bu yıl faize gidecek rakam ise 50 milyar TL.
Yani bakiye 280 milyar TL halka gidince rantiye lobisinin ağzının
suyu akıyor. Onları kızdırıyor çıldırtıyor.
Bir başka rakam da şu. Avrupa'nın kamu borç stokunun milli gelire
oranı yüzde 90-100 arası. Türkiye'nin 2001'deki kamu borç stokunun
milli gelire oranı yüzde 90-91'dı. Bugünkü Türkiye'nin kamu borç
stokunun milli gelire oranı yüzde 36. Milli gelirimiz 2012 sonu
itibariyle 1 trilyon 400 milyar TL. Eğer eski Türkiye düzeni
olsaydı. 1,4 trilyon liralık milli gelirimizin yüzde 90'ı tahvil
bono stokundan ibaret olsaydı, iç borçlanma senetlerinden ibaret
olsaydı aşağı yukarı 1 trilyon 250 milyar liralık tahvil faiz bono
stoku olacaktı. İç borç stokumuz olacaktı. Bizim iç ve dış borç
stokumuz bugün ne kadar? 525 milyar TL civarında. Böylece aşağı
yukarı 700 milyar TL civarında kamu borçlanması yapılmamış demektir
10 yıldır. Yapılmış olsaydı, yıllık 700 milyar lira bono tahvil
kağıdı rantiyenin elinde olacaktı. Böyle bir Türkiye olsaydı yüzde
5 faiz olabilir miydi, aksine yüzde 100'lere ulaşan faizler
olacaktı. Yaklaşık 9 yıldır tek haneli enflasyon olabilir miydi?
İtibarlı bir TL olabilir miydi? İtibarlı bir Türkiye Cumhuriyeti
pasaportu olabilir miydi? Halka bu eğitim, sağlık, adalet,
ulaştırma hizmetleri gidebilir miydi? Mümkün değil.