İlginç bir süreç yaşıyoruz.
Bir bakıyorsunuz; tabular yıkılıyor, “olmaz” denilenler
oluyor, peş peşe yeni yasalar çıkıyor, özgürlükler adına büyük
adımlar atılıyor.
Sonra bir daha bakıyorsunuz; hala yerimizde sayıyoruz.
İncir çekirdeğini doldurmayacak meseleleri tartışıyor; bir bardak
suda fırtına koparıyor, geniş bakamıyor; özgür olmayı
beceremiyoruz.
Çıkarılan kanunlar, yapılan yenilikler beyinlerimize
hükmedemiyor.
Onlar, hareket alanlarımızı ne kadar genişletirse genişletsin; biz
düşüncelerimizin cenderesinden kurtulamıyoruz.
Gülümseyerek izlemeyi, anlamayı, anlaşmayı; hayatı eğlenceli
kılmayı başaramıyoruz.
Hemen dogmalar, ezberletilmiş doğrular, önyargılar, çatık kaşlar;
“olmaz, olmaz” lar, devreye giriyor.
RTÜK yasasında düzenleme yapıyor; Türkçe dışındaki dillerde
yayın yapabilme serbestliği getiriyoruz.
Bu radikal adımı atmayı başarıyoruz.
Gel gelelim; Sultan Süleyman’ın dizine takılıp kalıyoruz.
“Bu bir dizi” deyip geçemiyoruz.
Hemen Şanlı Osmanlı öğretisi, kibirli dokunulmazlık kalkanı,
“yassak hemşerim” zihniyeti hortlayıveriyor.
Sanki bir senarist, bir yönetmen ve birkaç oyuncuyla 623 yıllık
tarih yeniden yazılacak; kaderimiz değişecek, kıyametler
kopacak.
Dinimiz bile atayla, soyla sopla övünmeyi yasaklamışken biz
küllenmiş başarılarımızdan medet umuyor; tarihe mal olmuş
kimlikleri insanüstü varlıklar ilan ediyoruz.
Tepkinin, isyanın sonu gelmiyor.
RTÜK’e, bir yılda gelen toplam şikâyetten daha fazlası, bu dizi
için yapılıyor.
Oysa Amerika’da her yıl kendi tarihlerini eleştiren onlarca film
çekilir ama kimse ayağa kalkmaz.
İzler, geçer gider.
Filmin keyfini çıkarır.
Güçlü ülke olmanın yolunun, filmlere dizilere sarmaktan değil,
üretmek ve kazanmaktan geçtiğini bilir.
Herkes kuyruğuyla oynarken; o, ülkeleri de oyuncu yapacak dev
senaryolar yazar.
Dedim ya; ilginç bir süreç yaşıyoruz.
Bir bakıyorsunuz; güç odakları dağıtılıyor, hükümet getirip
götürenlerin kepi düşüyor, dokunulmaz bilinenlere dokunuluyor,
toplumdaki farklılıklar kucaklanıyor.
Sonra bir daha bakıyorsunuz; “farklı olduğu” için gencecik bir
delikanlı, adeta linç ediliyor.
Çünkü o, standart dışı!
Çünkü o, Jaguara biniyor!
Diğer öğrenciler Cumhurbaşkanı’nın davetine taksiyle gelirken; o,
Jaguarına binmeyi tercih ediyor.
Çalıntı değil; babasının kazancıyla alınan, öğrenci konseyi başkanı
seçilirken de kullandığı arabayla!
Yasa dışı bir iş yapmıyor, yasakları çiğnemiyor, yolsuzluğa,
hırsızlığa karışmıyor.
Yalnızca, her zaman yaptığı gibi arabasını kullanıyor.
Ve bir anda kendisini bir skandal kahramanı olarak buluyor.
Gazete manşetlerinde, televizyon haberlerinde herkes üzerine
geliyor.
Üniversite bile arkasında durmuyor.
Bilkent gibi bir üniversite, seçimle geldiği görevi elinden almaya
kalkıyor.
Üniversite çağındaki pırıl pırıl bir genç, yaşam tercihinden dolayı
suçlu, hatalı, kabahatli ilan ediliyor.
İstediğimiz kadar yasa çıkaralım.
İnsan hak ve özgürlüklerinin yılmaz savunucuları olalım.
Hayata, insanlara, olaylara gülümseyerek bakmayı başaramazsak;
gerçekten özgür olabilir miyiz sizce?
Yunus Emre boşuna mı söylemiş:
Gelin tanış olalım; işin kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim; dünya kimseye kalmaz.