Ey Mısır! En Sefil Mezalimin Yurdu Olmak Yine Sana mı Düştü?

Ey Mısır! En Sefil Mezalimin Yurdu Olmak Yine Sana mı Düştü?

Orhan ATALAY orhanatalay@internethaber.com

Kutsal Metinler geçmiş kavimlerin yaşadıklarından ibret alalım diye biz insanlara nice hikayeler anlatırlar. O hikayelerden Adem’in çocuklarının, yani ‘Ben-i Adem’in, yani biz insanların birbirimize kötülük anlamında neler yapabileceğimize dair nice haberler biliriz. Bu kötülüklerin en şeni olanı belki de Fıravun Hanedanı’nın İsrailin Çocukları’na karşı işlemiş olduğu cürümlerdir. Bu cürümlerin icra edildiği mekan ise Mısır’dı. Ne hikmet ise en köklü medeniyete ev sahipliği yapmış olmak gibi tarihte işlenmiş en dilhun zulümlerin yurdu olmak da ona nasip olmuş.

Kur’an birçok yerde ‘Ey İsrailin Çocukları! Fıravun’un size yaptıkları kötülükleri hatırlayın; hani onlar erkek çocuklarınızı boğazlıyor, kız çocuklarınızı ise ‘haya edilecek’ işlerde kullanmak amacıyla yaşamalarına izin veriyorlardı’ diye başlar o hikayeye.

O zulmün zirveye ulaştığı zaman kesiti ise Musa Peygamber’in dönemine rastlar ki, bu tarih aynı zamanda o mezalimin zevaline doğmuş bir şafak vakti olarak düştü tarihe. Nitekim ilahi vahyin rehberliğinde verilen mücadele sonucu Fıravunlar devri kapanmış, İsrailin çocukları ise yüzlerce yıllık mezalimden ve esaretten kurtulmuşlardı.

Bu hikayede bir sahne daha vardır ki, bugünlerde yine aynı topraklarda yaşanan zulme suyun suya benzediği kadar yakın çizgiler ve temalar içermektedir. Musa’yı sihirbazlıkla itham eden Fıravun Mısır’ın ünlü sihirbazlarını toplayarak Musa’yı halkın önünde tekzip etmek ister. Sihirbazlar ellerindeki ipleri yerlere atar, ipler yılan gibi hareket etmeye başlarlar. Hipnoz edilmiş kalabalığın ‘kıvranan yılanları’ merakla izlediği bir esnada Musa da elindeki asayı atar. Asa gerçek bir yılana dönüşür ve tüm ipleri bir nefeste yutuverir. Herkesi şaşkınlığa gark eden bu olay en fazla da sihirbazları etkiler. Çünkü sihrin gerçekliğini herkesten daha iyi bildikleri için Musa’nın yaptığı şeyin bir sihir olmadığını görür ve; ‘Biz de Musa’nın Rabbine iman ettik’ diyerek secdeye kapanırlar. Musa’yı tasdik eden bu sahne karşısında küplere binen Fıravun sihirbazlara dönerek: ‘Ben size izin vermeden Musa’nın Rabbine inandınız ha! Şimdi görürsünüz; her birinizi hem de ellerinizi ve bacaklarınız çapraz şekilde bağlayıp dar ağaçlarına asacağım’ diyerek tehdit eder. Sihirbazlar bu tehdide aldırış etmezler ama bedelini de canlarıyla öderler.

O günden yirminci yüzyıla kadar Mısır’da tarihi kayıtlara düşmemiş başka hikayeler daha yaşanmış olabilir. Ne var ki, yirminci yüzyıldan bugüne Mısır’da zulme dair yaşanmış öyle hikayeler biliriz ki Fıravunlar devrine bile rahmet okutur.

Napolyon’un 1789 tarihindeki Mısır işgali ile başlayıp İngiliz sömürgesini kapsayan dönemi ve akabinde 1952 tarihli Hür Subaylar darbesine kadar süren Hidivler Çağı’nı paranteze alıp içinde bulunduğumuz aktüel sürece baktığımızda Cemal Abdunnasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek ve son halefleri Abdulfettah Sisi ile devam eden o mezalimin son perdesi açıldı. Bu sahnede son çağın vicdanını temsilen Mursi’yi, Esma’yı, iradesini gasp etmişlere karşı aylardır arşı inleten sesleriyle sokakları aşındıran Mısırlıları ve nihayet 528 idamlık mahkumu izliyoruz bu günlerde.

Son sahnenin bir köşesinde ise en siyah komedyaya taş çıkartan ‘anayasa ve cumhurbaşkanlığı ‘seçimlerine’ hazırlanan öteki Mısırı görüyoruz.

Biri nur, diğeri kir yan yana akan iki oluk gibi üstelik aynı mekanda yani Mısır’da cereyan eden ibretlik bir sahne.

Anlaşılan o ki, son asrın Fıravunlukları karşısında adalet ve hürriyet davasını haykıran ses ‘Müslüman Kardeşler Hareketi’yle temessül etti. 1928 tarihinde Şehid Hasan el-Benna önderliğinde İslâmi referanslara dayalı olarak kurulan bu hareket kısa sürede Mısır’ı aşmış, birçok ülkede ciddi karşılıklar bulmuştur. O günden bu yana bu hareket içinde son derece güçlü ilim, edebiyat, düşünce, sanat, siyaset ve aksiyon adamı yetişti. Ne var ki, bunların birçoğu dünyevi hayatlarına zindanlarda, işkence masalarında, suikast tertiplerinde veya dar ağaçlarında veda ettiler. Buna rağmen Hareket’te hiçbir çözülme ve zafiyet yaşanmadı. Aksine daha da kökleşti, kökleri derinliklere, dalları ise göklere doğru yol aldı gitti.

Bu kervanın en kutlu yolcularından birisi Seyyid Kutub’tu. ‘Yoldaki İşaretler’ isimli ölümsüz eseriyle Abdunnasır’a korkulu rüyalar yaşatan Kutub, tıpkı Minye Ceza Mahkemesi tarafından idamlarına hüküm verilmiş 528 kardeşi gibi idam cezasına çarptırılmış, zindanda infaza gün sayıyordu. Dünyanın her tarafından Abdunnasır’a Seyyid Kutub’u bağışlaması için çağrılar yapılıyordu. Yirminci yüzyılın Fıravun’u, Sedat’ın, Mübarek’in ve Sisi’nin selefi Abdunnasır gelen çağrılara olumlu cevap vermek için Seyyid Kutub’tan sadece bir özür bekliyordu. Oysa zindandan gelen cevap zulmün kara yüzüne kıyamete kadar silinmeyecek kocaman bir tükürük oldu:

‘Bir Müslüman bir münafıktan özür dileyecek kadar zayıf ve alçak olamaz. İnandığım bir davadan dolayı idam edilecek isem şayet bu benim için ancak bir şeref olur. Bundan da asla pişman değilim’.

Kalemlerine kanlarından mürekkep çekerek yazdıkları her bir kelime ile kıyamete kadar her gün zulmün yüzüne yüzüne tüküren Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Zeynep Gazali, Abdulkadir Udeh gibi daha nicelerini milyarlarca Müslüman bugün rahmetle anıyor. Çünkü onlar bir fikrin davacısı olmanın ne demek olduğunu öğreten hayatlarıyla hakikat erlerine ümit, zalimlere ise birer korku kaynağı oldular.

Bu vesile ile 28 Nisan’da cezaları okunacak olan 528 İdam Mahkumu Kardeşlerime dua ve selamlarımı gönderiyorum.

Gevşemeyin! Üzülmeyin! İnanmış iseniz bilin ki en üstün olan sizlersiniz”