Evliliğinize sahip çıkın
Abone ol"Bir erkek pijamasını giyip de, koltuğuna oturmadan onu tanıyamazsın."
Genç çiftler, evlendikleri kişilerin birer yabancı olduklarını
anladıklarında artık çok geçtir. Şimdi karar verme zamanıdır, ya
paniğe kapılıp, her şeyden vazgeçerler, ya da büyür ve
evliliklerine sahip çıkarlar.
Evlilik, bir evcilik oyunu değildir. İki gencin birbirinden
hoşlanıp evlenmeye karar vermesi de onları pespembe bir geleceğin
beklediğine işaret sayılmaz.
Eskilerin ‘Nikahta keramet vardır’ sözüyle de bir yere
varılamayacağı kesin. Görücü usulüyle birbirlerini tanımadan
evlenen gençlerin aynı çatı altında ortak bir yaşama alışmaları
elbette zaman alır.
Ama birbirlerini sevdiklerini düşünerek evlenen gençlerin de
bekledikleri mutluluğa kavuşmaları bazen çok uzun sürebilir.
Birbirlerini okul sıralarında tanımışlar ve daha o günlerde
aralarında bir bağ oluşmuştu. Öğrencilik döneminde kaçamak flörtle
başlayan ilişkinin evliliğe gittiğini onları tanıyan herkes kabul
ediyordu.
Aileleri, çocuklarının üzerine toz kondurmayan, kimseleri
beğenmeyen aileleri bile! Bir gün, nişanlandılar. Sonra ortak
yaşamlarına başlamak için hazırlığa koyuldular.
Oturacakları ev, kullanacakları eşya hazırlandı. Düğün tarihi
saptandı. Ve çocukluklarından beri birbirlerini tanıyan iki genç
evlendiler. Evlilik hayatında hiç bir sorunla karşılaşmayacaklarına
inanıyorlardı.
Öyle ya çocuklukları birarada geçmişti. İlk gençlik döneminde de
beraberdiler.
Yani görünüşe göre, aşık gençler evlilik hayatına uyum sağlamakta
hiç zorluk çekmeyeceklerdi.
Ama ne yazık ki öyle olmadı. Genç sevgililer, evlilik hayatına
başlamak üzere yeni evlerine ayak bastıkları gün korkunç bir
gerçeğin farkına vardılar: Aslında onlar birbirlerine çok
yabancıydılar.
Genç kadın, yıllar önce büyükannesinin söylediği bir sözü
hatırladı. Bu tecrübeli kadın, torununa ‘Bir erkek evinde
pijamasını giyip koltuğuna oturmadan onu tanımış sayılmazsın’
demişti.
Hakikaten de bahçede birlikte oyun oynadığı, okulda aynı sırayı
paylaştığı eşinin hemen hiçbir özelliğini bilmediğini anlamak genç
kadını kaygılandırmıştı.
Aynı durum genç adam için de geçerliydi. O da eşi olan genç kadınla
sanki daha dün ilk kez karşılaşmış gibi yabancılık çekiyordu.Yeni
evliler, yeni hayatlarına alışma sürecinde birbirlerini gerçekte
hiç de tanıyamadıklarını anlayınca sıkıntılar başladı.
Genç kadın, eşinin o güne kadar hiç farkına varamadığı
özelliklerini öğrendikçe şaşkına dönüyordu. Bir süre sonra genç
kadın ile eşi arasında bir ‘sen- ben’ çekişmesi başlamıştı. Onlar
birbirlerini kırmak istemiyorlardı ama sürtüşmelerin de ardı arkası
kesilmiyordu.
Büyüklerin titizliği boşuna değil
Evliliğin sadece duygularla yürümeyeceğini kabul etmek gerek.
Birbirlerine aşık olduklarını düşünen gençler, öncelikle aralarında
kültür farkı olup olmadığına dikkat etmeliler. İçinde yetiştikleri
aile ortamları farklı olmamalı.
İlk cicim ayları geçtikten sonra, eşlerin birbirine söyleyecek
sözlerinin kalmaması, ortak bir zevki paylaşamamaları, evliliği
uçuruma sürükler.
Birbirinden her bakımdan çok farklı çevrelerde yetişmiş iki gencin
evliliğini aşkların en büyüğü bile kurtaramayabilir.
Eskilerin eş seçiminde, aile düzeyini, yaşam koşullarını büyük bir
titizlikle incelemeleri boşuna değildir. Günümüzde evliliklerin
kısa ömürlü olmasında, gençlerin farklı kültür ve aile ortamından
gelmeleri ve bu sorunu aşkın çözümleyeceğine inanmalarıdır.
Eşler, ortak zevklerinin olmadığını, düşünce ve duygularında
farklılıklar bulunduğunu anladıkları zaman ‘sen- ben’ çekişmeleri
başlar. Kadın, erkeğe kendi zevklerini isteklerini kabul ettirmek
için çaba harcar.
Erkek, illa kendi dediklerinin yapılması için direnir. İki taraf da
kendini haklı çıkarma telaşına düşer. Bir evde huzurun sağlanması
için eşlerin birbirlerine anlayışlı ve sabırlı davranmaları
gerekir.
Evlilikte ‘ben’ yoktur, ‘biz’ vardır
Aile içi ilişkilerde karşılıklı fedakarlık çok önemli rol
oynar.
Aynı anne ve babanın çocukları olan iki kardeş bile birbirinden çok
farklı kişilikler sergilerken, başka başka ailelerde yetişmiş iki
yabancının zevklerinin ve düşüncelerinin tıpa tıp birbirine uyması
beklenemez.
Her ilişkide olduğu gibi evlilikte de karşılıklı fedakarlık
gereklidir. Fedakarlığı sadece bir kişinin üstlenmesi, dengeyi
bozar. Kadının bazı istekleri erkeğinkilerle örtüşmese de, bir orta
yol bulunabilir.
Fedakarlığı sadece kadından beklemek çok yanlıştır. Ancak ne yazık
ki bizim toplulumumuzda, kadın ailenin yükünü büyük ölçüde
omuzlarında taşır.
Erkek eşinden ona anlayış göstermesini, zevklerinden, meraklarından
fedakarlık yapmasını ister. Karşılığında ise hiçbir özveride
bulunmaz. Aile içinde böyle bir manzara yaratılınca, çekişmeler
giderek şiddetli kavgalara dönüşür. Bir zamanlar birlirlerini
ölesiye sevdiklerini düşünen eşler, bu kez amansız birer düşman
kesilirler.
Tahmin edeceğiniz gibi bu koşullar altında evliliğin yürümesi çok
zor olur. Ve de böyle bir beraberliği sürdürmenin de pek anlamı
kalmaz. Evliliğin içine düştüğü şeytan üçgeninde ikinci ayak,
sabırla, anlayışla ve biraz da diplomasi yardımıyla
geçilebilir.
Evlilikte bir kişinin hükmedici, bir kişinin de boyun eğici
seçilmesi o evliliği başlangıçtan itibaren çıkmaza sokar. Evlilikte
‘ben’ olmamalı. Her zaman kararlar ‘biz’ diye verilmeli. Bir davete
söz verirken, eve misafir kabul ederken, yemek yaparken, hatat eve
alınacak küçük bir mutfak eşyasında bile birbirinizin fikirlerini
almalıısınız.
Yeni bir yuvanın temelleri atılırken, kısır çekişmelere meydan
verilmemeli.
Eğer yapılan fedakarlıkları karşı taraf takdir etmiyorsa, o zaman
sıkıntıya katlanmanın da bir anlamı kalmaz. Evli çiftler için
bireysel zevkler, uğraşılar gündeme gelmemeli.
Evliliğin ömür boyu sürecek bir ortaklık olduğu kabul edilip, bu
ortaklığı bozacak davranışlardan kaçınılmalı. Ailelerin rolünü de
inkar etmemeli.
Onlar evliliğiniz için bazen bir tehdit gibi görünseler de,
problemli zamanlarda tecrübelerine güvenerek hareket edin.
Gerektiğinde onlardan yardım istemekten çekinmeyin.